Amerika’da bu hafta vizyona giren Avustralya yapımı Ride Like a Girl (2019), Avustralya’nın en önemli ve meşhur at yarışı olan 155 yıllık Melbourne Kupası’na katılan ve kazanma olasılığı 100’e 1 olarak gösterilmesine rağmen yarışı galip tamamlayan ilk kadın jokey Michelle Payne’in hikâyesine odaklanıyor. Avustralyalı aktör Rachel Griffiths’in yönetmen olarak ilk defa kamera arkasına geçtiği film, hatırı sayılır bir beğeni oranıyla izleyicinin karşısına çıkıyor. Kadrosunda Teresa Palmer, Sam Neill ve Sullivan Stapleton’ın olduğu film, Avustralya Sinema ve Televizyon Sanat Akademisi ödüllerinde üç dalda adaylığıyla da dikkat çekiyor.
Genellikle gerçek kahramanların görüntülerinin en sona saklandığı biyografik filmlere ters düşerek izleyiciye sürpriz yapan Ride Like A Girl, filmin başında gerçek Michelle Payne’in hayatından kesitler vererek adeta bu ilham verici kadının suratını hafızalarımıza kazımamızı istiyor. Yönetmenin bu seçimi daha film başlamadan Michelle ile izleyicinin birebir bağ kurmasına olanak tanırken, aynı zamanda izleyeceğimiz karakter için de güzel ve etkileyici bir tanıtım yapmış oluyor.
Film, daha sonra yıllar öncesine dönerek Michelle’in çocukluğuna gidiyor. Yarış atı yetiştiricisi Paddy Payne’in on çocuğundan en küçüğü olarak dünyaya gelen Michelle, küçük yaşta annesini kaybetmesinin ardından kendisini babası ve dokuz kardeşiyle beraber yorucu ancak bir o kadar da sistematik bir hayatın içinde buluyor. Kendisinden önce gelen Down sendromlu kardeşi Stevie ile adeta ayrılmaz ikili oluşturan küçük kız, çoğu ablası ve abisi gibi jokey olmak istiyor. Hali hazırda çiftlikte yaşayan, atlarla sürekli beraber olan ve yarış sektörünün içinde büyüyen Michelle, kendini bildi bileli başka bir hayali olmadığını söylüyor. Michelle için kendini ispatlamak ne başarılı kardeşlerinin yanında ne de bir kadın olarak toplum içinde kabul görmek kolay oluyor. O kadar çocuğun yanında babasının bile ilgisini çekmek için uzun zaman geçmesi gerekiyor. Genç yaşta attan düşerek hayatını kaybeden ablası Brigid’in başına gelenler bile onun bu sevdadan vazgeçmesine engel olmuyor. Kendisi de bir yarış sırasında attan düşerek hem kariyerini hem de hayatını etkileyecek derecede hasar görürken, uzun süre tedavi olması gerekiyor. Yine de bıkmadan usanmadan hayalinin peşinden koşmaya devam ediyor. Griffiths, Michelle’in çocukluğuna ve gençliğine hatırı sayılır sahne zamanı vererek ve genç kızın hayatındaki dönüm noktalarını işleyerek, adeta şu anda geldiği noktaya hiç de kolay ulaşmadığının altını çiziyor.
Tam anlamıyla ilham verici bir film olma özelliği taşıyan Ride Like a Girl, cesaretlendirici ve heyecan verici olarak da tanımlanabilir. Endişelenen babasının bir süre kendisiyle konuşmamasına, aile ve çevresinin evlenip çocuk yapması ve normal bir işle çalışması ısrarlarına ve kariyerinin başında kaybettiği birçok yarışa aldırış etmeden çalışmaya devam ediyor Michelle. Çoğunun yolu jokeylikten geçmiş olsa da bir süre sonra ya evlenen ya da eğitmen olan abi ve ablalarının hayatlarına devam etmelerini izliyor. Kendisi de sabaha karşı 3’te kalkmalara, sırf kadın olduğu için çevrilen suratlara, saatlerce antrenmana, hava şartlarına ya da hem fiziksel hem psikolojik baskılara rağmen hala umudunu kaybetmiyor ve bir gün başaracağına inanıyor. Diğer taraftan Down sendromlu kardeşi Stevie’nin bir gün tesadüfen atları sakinleştirme yetisi olduğunu keşfeden bir at sahibi ona iş teklif ediyor ve böylece genç adamın alışılmışın dışında kariyeri başlamış oluyor. Artık aynı sektörde çalışan Michelle ve kendisine manevi destek sağlayan Stevie, bir gün bir çiftlik sahibi olup at yetiştiriciliği yapmanın hayalini bile kuruyor.
Yıllar geçtikçe yavaş yavaş ismini duyurmaya başlayan genç kadın, günün birinde kendisine birçok yarış kazandıracak olan Prince of Penzance ile tanışıyor. Muazzam bir ikili hâline gelen, kariyerlerinde fiziksel yaralar alsalar bile yılmayan bu ikili, en sonunda Melbourne kupasında yarışmaya hak kazanıyor. Kupayı alan ilk kadın olarak tarihe adını yazdıran, birçok kişiye örnek olacak çalışma azmi, hırsı ve kararlığı olan Michelle, yalnızca yetenek ya da gücün değil, bunun yanında sabırlı olmanın ve doğru anı beklemenin de önemli olduğunu gösteriyor.
Film, Michelle’in kardeşi, yoldaşı ve en yakın arkadaşı Stevie ile olan ilişkisini ön plana alıyor. Filmde kendisini canlandıran Stevie Payne, aktrist Teresa Palmer ile keyif veren sahnelere ekrana geliyor. Bunun yanı sıra Michelle’in babasıyla olan çalkantılı ilişkisine de yer veriliyor. Bir yandan canından çok sevdiği ‘küçük kızı’ için endişelenirken bir yandan da ona hayallerini beslemesi için ön ayak oluyor. Bugünkü profesyonelliğine ulaşmasında büyük katkısı olan babasına saygısı sonsuz olan Michelle, onun kendisine sunduğu öğretileri de yıllar boyu kulağına küpe yapıyor. “Önemli olan tek şey senin kendine verdiğin ihtimaldir.” lafını aklından çıkarmayan genç kadın, tüm olasılıkları yerle bir ederek yıllar boyu hatırlanacak başarılara imza atıyor.
Bir işi düzgün yapmak anlamına geldiği için birçok eylemin önüne ‘adam gibi’ kalıbını yapıştırdığımız zamanların birinde ‘Kadın gibi ata bin’ diyerek gurur verici kadınlardan biri olan Michelle Payne’in hayatına sokuyor bizi Griffiths; çok da iyi yapıyor. Ve ses, sinematografi, kamera açıları, oyunculuklar; hepsini bir araya getirerek sonucunu bildiğimiz ama sanki ilk defa izlediğimiz bir yarış sekansıyla uğurluyor bizi.