Şüphesiz sinema tarihini düşünceleriyle ve konuyu ele alış biçimiyle derinden etkileyen birçok yönetmen bulunmaktadır. Filmlerini genel olarak kadınların toplum içindeki konumu ve yeri açısından ele alan yönetmenlerden bir tanesi olan Atıf Yılmaz, Selvi Boylum Al Yazmalım (1977) filmindeki üslubuyla seyirciyi derinden etkilemeyi başarır. Kadınların sinemadaki yerini ve eril söylemi yerinden sarsan bu filmde, üslup ve anlatım açısından birçok eleştiriyle karşı karşıya kalır ve Atıf Yılmaz‘ı dikkatlice dinlediğimizde fısıltıyla; “Bu bir aşk filmi değil.” dediğini duyarız.
Selvi Boylum Al Yazmalım filmi “ilk görüşte aşk” temalı bir film gibi görünse de aslında alt metninde birçok metafor bulundurur ve film sevgi ile güveni sorgular. Öyle ki hikâyenin gidişatı ve karakterlerin dönüşümü açısından seyirciyi ters köşe edebilecek bir anlatım görürüz. Hikâyenin en başında Asya’yla tanışırız. Asya karakteri modernizmden izole olmuş eril bir hayatın ve ailenin içinde yaşayan şalvarlı, al yazmalı bir köylü kızıdır. Asya, geleneksel yapıda gördüğümüz kızının güzelliğini tüm erkeklerden sakınan ve bir an önce evlenmesini isteyen geleneksel bir anneye sahiptir. Anne karakteri kızını köyün içerisinde bir işi olduğunda on metre öteye bile gidecek olsa yüzünü çamurla bulayıp güzelliğini kimseye göstermek istemez. Kendisi kadın olmasına karşın kızına olan tavrı oldukça sert ve yıkıcı bir üslup barındırır. Öyle ki baba figürünü filmin içerisinde görmemize bile gerek kalmaz. Çünkü bekâr bir kadının bir an önce evlenip ailenin başına dert açmaması gerektiği düşüncesi annenin üzerine öyle işlenmiştir ki anne karakterini aslında baba figürü olarak izleriz. Asya, şehre taşınmak ve modernliğe geçiş yapmak isteyen bir karakterdir. Filmin daha en başında bu isteğini ailesinin evlerini satışa çıkarmaları ve şehre taşınmanın daha doğru olacağını belirtmesiyle görürüz ancak anne buna şiddetle karşı çıkar. Değişime direnen anne-baba figürü onların isteğinin dışında Asya’nın hayatında olabilecek herhangi bir duruma karşı yenilikçi bir tavır sergilemez. Asya’nın küçük kardeşi de tıpkı kendisi gibi bulunduğu konumdan hoşnut değildir. Kamyon şoförü olmak istiyordur ve tek hayali budur çünkü bulunduğu konumdan kurtulabilmek için belli bir yol kat etmesi gerekiyordur. Annenin kızını bir yere yollarken yüzüne sürdüğü çamur, erkek kardeşin kamyonuna vereceği isim hikâyenin gidişatıyla birlikte anlam kazanacaktır.
Asya, yolda giderken ilk bakışta aşk diye nitelendirebileceğimiz duyguyla tanışır. Hayatı yollarda geçen ve çevresince İstanbullu diye nitelendirilen İlyas adında yakışıklı bir adamla karşılaşır. İlyas, modernliği ve bunun akabinde hissedilen modern-bencil insan figürünü temsil eder. Asya ve İlyas’ın birbirlerini ilk gördüğü an belki de aşk kelimesiyle tanımlanır. Öyle ki Asya hayatı boyunca böyle bir erkekle karşılaşmamış ve göğsünde sıcak bir el hissetmemiştir. İlyas ise bu kadar güzel ve modernlikten uzak bir masum kızla tanışmamıştır. Asya modernliğe ilk adımını İlyas’ın da ısrarıyla birlikte kamyona binişiyle atar. Asya’nın İlyas’a olan bakış açısı; “Bize hep erkeklerden korkmayı öğrettiler. Halbuki bu öyle değilmiş.” olur. İlk gördüğü yakışıklı ve talepkâr bir erkeğe gönlünü kaptıracak bu kadın, hayatı boyunca ona hizmet edebileceği bir erkek figürü arar çünkü ona öğretilen budur. Yüreğini cız ettirebilecek ve aynı zamanda ona bir ‘kadın’ olabileceği bir erkek… Bu genç çift evlenmeye ve birlikte yaşamaya karar verir. Artık doğada her şey onların mutluluğuyla birlikte çok canlı görünür. Irmaklar, dereler hiç olmadığı kadar coşkun akar, yapraklar hiç olmadığı kadar yeşildir. Filmde yönetmenin tercihiyle birlikte doğa sembolünü görürüz. Asya ilk defa geceyi bir erkeğin koynunda geçirir ve onunla birçok yol kat etmiş bir kamyonun arka koltuğunda sevişir. Filmdeki anlatım, kadın bedenini erkek bakış açısının nesnesi olarak kılmadan, özne-nesne ilişkisinin ötesinde yeniden anlamlandırarak, şiirsel olduğu kadar sorgulayıcı bir anlatım sunar. Ailesinin isteği dışında olan bu durum toplum için bir utançtır. Çünkü bekâr ve bakir bir kadın görücü usulü olmadan bir erkekle birlikte olamaz. Ancak Asya gönlünü çoktan İlyas’a kaptırmış ve ailesini reddetmiştir bile.
İlyas ertesi sabah müdürüyle konuşmaya gittiğinde ve Asya’ya kamyonda beklemesi gerektiğini söylediğinde Asya bu utanç ile karşı karşıya kalır. Kamyonda beklerken kanyonun çevresini insanlar (toplum) sarmalar ve Asya’yı ayıplar. Kadrajın içinde oluşan bu görsel yönetmenin bilinçli olarak göstermek istediği bir tercihtir: Yalnız bir genç kadın ve çevresini, düşüncelerini kaplayan bir otorite. Selvi Boylu Al Yazmalım ’ın anlatısında kadın genellikle edilgen bir pozisyonda yer alırken; erkek edimleriyle anlatıya yön verir. Bu anlatımı İlyas’ın işini kaybedecek olduğu ve Asya’nın bunun için müdürüyle konuşacağı sahnede görebiliriz. Asya ilk etapta bunun kadın kısmına düşmeyeceğini söyler ancak müdürle konuşmaya gider. Bu tutumundan dolayı eril güç tarafından şiddete uğrar. Hikâye buradan sonra yön değiştirir ve şiddetle, aldatmayla, erkek karakterinin asıl kimliğiyle karşılaşırız. Shohini Chaudhuri’nin de belirttiği gibi pek çok film çoğunlukla bir yolculuğa atılan erkek kahramanı tasvir eden Oedipal bir yörünge izler. Erkek arzusu tarafından düzenlenen bu Oedipal yörüngede kadın, anlatının gizemini temsil eder. Kadınlar, erkeklerin fantezilerinin bir aracı, endişeleriyle korkularının günah keçisi ve kolektif eril bilinçaltının animası olarak sunulur. Bu filmde de al yazmalı kadın tasviri bir anda cahil bir köylü kızına evrilmiştir. Hikâye de bu evrilmeyle birlikte asıl olarak kadının toplumdaki rolü sorgulanmaya başlar.
Feminist film eleştirileri filmsel anlatıyı eril ve dişil biçimler olarak ikiye ayırır: “Eril” çoğunlukla çevrelerine “hükmeden”, eril karakterlerle özdeşleşmeyi destekleyen doğrusal, heyecanlı anlatılardır. “Dişil” pasif, acı çeken kadın kahramanlarla özdeşleşmeyi destekleyen daha az doğrusal anlatılardır. Geleneksel sinemanın anlatı yapısı erkek karakteri aktif ve güçlü olarak belirler. Anlatıdaki olaylar erkek karakter etrafında gelişir. Film bu noktada geleneksel yapıya karşı olarak karakterleri dişil aktif konumda anlatmaya başlar. Öyle ki pasif olan karakterler kadınların aksine erkeklerdir. Anlık zevkleri, öfkeleri ve kararsızlıkları dolayısıyla tıpkı İlyas gibi hayatlarını mahvedebilirler. Asya evinin direğini toplum baskısına ve yalnız kalmasına rağmen çocuğuyla birlikte terk eder. Bu noktada karşısına tercihi ona bırakabilen, naif ve eril bir anlatımdan uzak karakter olarak Cemşit karakterinin çıktığını görürüz. Bu karakterle birlikte kadının toplumda erkek kadar eşit haklara sahip olması gerektiğini ve özgür bir tercihe sahip olduğunu görürüz. Bu karakter erkek egemen topluma karşı çıkar niteliktedir. Asya bir seçim yapmak zorundadır. Her şeye rağmen onu el üstünde tutan ve çocuğuyla birlikte kabullenen bir erkekle mi yoksa onu aldatan ve şiddet uygulayan baskıcı bir karakterle mi yaşamını sürdürecektir? Asya’nın verdiği karar kadınların toplum içerisinde birey olarak kendilerini nereye koyduklarıyla ilişkilidir. Asya, aslında modernlik ve ilkellik arasında sıkışıp kalmış bir kadındır. Bir taraftan görücü usulü evlendirilmekten korkup karşısına çıkan ilk erkeğin elinden tutup onu yeni bir hayata sürüklemesine izin veren bir taraftan da modernliğin getirmiş olduğu bencilliği reddederek çocuğuna ‘baba’olabilecek bir erkeği tercih eden bir karakterdir. Sevginin tanımını sorgular ve nihayetinde sevginin ‘emek’olduğu kanaatine varır ve emeği tercih eder.
Film şiirsel anlatıyı gerek kostüm gerek sinemasal diliyle hikâyeyle doğru oranda işler. Öyle ki karakterlerin arasındaki sevgi ve saygı bittiği zaman doğada buna tepki göstererek durulur. Nehirler ve akarsular akmaz. Aynı zamanda Asya, modernliğe yaklaşıp eril bir hayatın hükmettiği baskıcı rejimden uzaklaştıkça kostümlerin de aynı oranda bir değişim sergilediğini görürüz. Asya artık al yazmasını takmaz ve daha modern bir kostümle karşımıza çıkar. Filmde yolculuğa ve yeni bir hayatın kapılarını açabileceğimiz yol arkadaşımız olan kamyona verilen isim de doğru orantıda büyük bir önem arz eder. İlyas’ın hayata bakış açısı ilk etapta Aldırma Gönül iken filmin sonlarına doğru Al Yazmalım’a döner. Böylece karakter dönüşümünü yönetmen İlyas’ın yakın arkadaşına vermiş olduğu isim ile birlikte somut bir anlatıma çevirir.
Nitekim ana akım içerisinden yapılan Yeşilçam filmleri de kadınları namuslu, ezilen ev kadınları ya da erkekleri yoldan çıkaran, kötü cinsel objeler olarak üretmiştir. Buna karşın, Atıf Yılmaz filmlerinde kadının cinsel baskılarını, geleneksel bakıştaki kadın olarak yerini sorgulayışını, yalnızlıklarını, dostluklarını, aşklarını, ilişkilerini ve umutlarını özellikle Selvi Boylu Al Yazmalım filminde de açıkça görüyoruz. Çoğunlukla karakterin iç sesiyle birlikte bu sorgulamaya tanık oluyor ve karakter ile birlikte özdeşim sağlıyoruz.
Filmin sinematografik anlatımına gelecek olursak; Yılmaz’ın filmlerinde kadın bedeninin aktif olan erkek bakışıyla erotikleştirildiğini görüyoruz. Bu çeşitli kamera açılarıyla Yılmaz’ın anlatı yapısı içerisinde kendisine yer buluyor. Yönetmen kamerayı ilk olarak Asya’nın ayaklarına, şalvarına ve sonrasında ise güzelliğiyle birlikte yüzüne çevirerek özelden genele bir anlatım sunuyor. Kadının varlığının erotizmle kurulduğu filmlerde çıplaklık, kadın bedeninin bölümlere ayrılıp kameranın çekim planlarıyla kadının uzuvlarına ayrı ayrı odaklanılarak izlencedeki hazzın artırılarak sunumun erotik amaca evrilmesi sağlıyor. Her ne kadar Asya’nın şalvarlarının altındaki çıplaklığı göremesek de İlyas’ın bakış açısıyla görebiliyoruz. Öyle ki hikâyenin ilerleyen kısmında İlyas’ın karısını aldattığı kadını İlyas’ın Asya’yı kamyonun altından gördüğü kamera açısıyla görüyoruz. Böylece İlyas için Asya ya da diğer kadının arasında herhangi bir fark kalmayarak kadın objesi genel bir anlatıma dönüşüyor.
Sonuç olarak; bu film zihnimizde şiirsel bir iç burkan aşk hikâyesi olarak değil; aynı zamanda birey-kadın olmanın topluma Atıf Yılmaz bakış açısıyla ne derece yansıdığının bilincinde olabilmemizi sağlıyor.
Yazı çok güzel ve ufuk açıcıydı, teşekkürler. ????