Kürtaj yasakları bireysel özgürlüğü ve üreme hakkını kısıtlayıcı bir engel midir? Yoksa bir insanın yaşama hakkının elinden alınmasını engelleyen bir önlem mi? Yıllardır tüm dünyada süregelen bu tartışma önemli bir biyoetik konusu olmuş; siyasetçilerden din adamlarına, bilim adamlarından hekimlere kadar herkesin bir duruş seçtiği; fakat fikir birliğine hiçbir zaman varamadığı bir kavram olarak kalmıştır. It Felt Like Love (2013) ve Beach Rats (2017) filmleriyle ses getiren yönetmen Eliza Hittman, üçüncü uzun metraj filminde bu keskin konuyu merkezine alıyor. Herhangi bir değer yargısı belirtmeden ya da ahlaki mesajlar vermeden; 17 yaşındayken plânları dışında hamile kalmış bir kadının zorlu sürecini aktarıyor.
Rengarenk ışıklarla, müziklerle ve danslarla neşeli bir kasaba müsameresini andıran bir gösteriyle açılan film, Autumn’un (Sidney Flanigan) şarkısına karışan alaycı bir çığlıkla kırılıyor. Kısa bir sessizliğe bürünen genç kız, sesi duymamış gibi yaparak şarkısına devam ediyor. Bu sahne Autumn’un hayatı boyunca içine atmak zorunda kaldıklarının da kısa bir özeti gibi. Çok geçmeden 17 yaşındaki Autumn’un yüzündeki soğuk ifadenin daha büyük sebepleri olduğunun farkına varıyoruz. Sürekli büyümekte olan karnı, aslında onun zihninde de giderek sivrilmekte olan bir soru işaretinin en büyük sebebi olarak beliriyor. Gebelik testi pozitif çıktıktan sonra ailesinden habersiz bir şekilde çözüm arayışlarına başlayan genç kız için, yaşadığı bölgede kürtaj yasalarca kısıtlandığından dolayı New York’a yolculuk yapmak mecburi gibi görünüyor. Onu bu yolculuğunda yalnız bırakmayacak kişi ise süpermarkette birlikte çalıştığı kuzeni ve belki de tek arkadaşı Skylar (Talia Ryder) oluyor.
Genç kadınların riskli ve tehditlerle dolu hayatları, belki de herkesin son derece hassas olduğu bir konu. İstemeden hamile kalmış ve üvey babası tarafından sevilmeyen bir gencin tacizlerle çevrelenmiş yaşamı, tüm izleyicilerin duygularını tetiklemeye yetebilecek bir hikâye olabilirdi. Fakat Hittman’in bu çalışması; insanların duygularına oynayan, salt dramatik bir ana akım filmden çok daha fazlasını içeriyor. Bir kadının kürtaj süreciyle alevlenen, tehlikelerle dolu hayatının sinematik tasvirini oluşturarak empatik bir farkındalık yaratmak, Hittman’in kurgusunda öne çıkan amaçlardan biri olarak sergilenmiş. Bu amacına da -özellikle filmin gelişme sekansındaki sahneleriyle- başarıyla ulaşıyor.
Sinematografisinde minimalist bir dil tercih eden yönetmen Hittman, bu filminde de sade bir olay örgüsüne ve olabildiğince az konuşmaya yer veriyor. Bize Hitchcock’un “gösterebiliyorsan anlatma” prensibine benzer bir şekilde, diyalogların minimumda tutulduğu bir film izletiyor. Böyle bir anlatı için Hittman’in oyuncu tercihleri riskli bulunabilir; fakat başroldeki Sidney Flanigan, ilk oyunculuk deneyimi olmasına rağmen bu ağır görevin altından başarıyla kalkmış görünüyor. Filmin en güçlü bölümünde kürtaj öncesinde danışmanın bir dizi sorusuyla başlayan nefes kesici sekans, Flanigan’ın büyülü oyunculuğunu da en keskin hâliyle gözleyebildiğimiz an oluyor. Sorular cevaplandıkça Autumn’un belki de daha önce kendine bile itiraf edemekleri su yüzüne çıkıyor; karakterin ulaştığı duygusal zirve başarılı bir oyunculukla birleşerek tüm doğallıyla izleyiciye hissettiriliyor. Hittman’in bolca başvurduğu yakın çekimler ve açı/karşı açı teknikleri, Flanigan’ın performansına eşlik ederek izleyicinin bu ağır psikolojiyle özdeşleşmesine yardımcı oluyor. Tüm bunların sonucunda da genç kızın hayatına hem gözlemci olarak katılıyor hem de onun yolculuğunu empatik bir şekilde deneyimliyoruz.
Never Rarely Sometimes Always (2020), uzun sahneler ve yer yer hız sorunu barındıran bir film olmasına rağmen, karakterlerin buhranlarına odaklanmış bir izleyiciyi asla kaybetmiyor. Bu, ancak önemli bir karakter çalışmasının dağılmayan bir hikâye örgüsüyle harmanlanması sonucunda mümkün kılınabilirdi. Hittman da bunu kusursuzca ortaya koymuş görünüyor. Süreci hassasiyetle işleyen yönetmen, hiçbir şekilde bu hikâyenin odağını saptıracak mizansene yer vermiyor. Kimden veya nasıl hamile kaldığı hiçbir şekilde sorgulamıyor; çünkü bunu sorgulamanın önemine inanmıyor. Hittman’in işlemek istediği süreç, sonrasında yaşananlar. Autumn’un ailesinden alamadığı desteğin, yasalarla kısıtlanmışlığın ve baskılanmanın verdiği acı, filmin her anına eşlik ediyor ve sürekli taşımak zorunda oldukları büyük bir bavul metaforuyla somutlaştırılıyor.
Değinmek istediği kavramları tüm sadeliğiyle ve klişelerin dışında bir anlatımla ortaya koyan film, hem Berlin hem de Sundance Film Festivali’nden ödüllerle dönmesiyle bu yılın şimdiden en öne çıkan yapımları arasında gösteriliyor. Kürtaj hakkında yapılan tartışmalara ve yürürlükte olan yasalara bakılmaksızın, istenmeyen ve plânlanmamış gebeliklerin ortadan kalkmayacağına vurgu yapan çalışma, aynı zamanda cinsel özerklik kavramının yavaş yavaş ortadan kalkmasıyla birlikte deneyimlenebilecek zorlu süreçler için de ciddi bir hatırlatma niteliği taşıyor. Herhangi bir durum yargısı veya siyasi ifade belirtmese bile, hâlihazırda alınması zor bir kararı daha da güçleştiren sistematik olaylar silsilesinine büyük bir farkındalık penceresi açıyor.