Yaşadığımız coğrafyada sansürlü filmler fihristine girme şerefine nail bir başka film, Otobüs (1974), Tunç Okan’ın kısa süren aktörlük deneyimlerinden sonra, yönetmenlik koltuğundaki ilk çalışmasıdır. Film, Okan’ın toplamda çektiği yalnızca dört uzun metraj filmden, Sarı Mercedes (1994) ile beraber, en başarılısı addedilmektedir. Çeşitli festivallerden kazandığı ödüllere karşın yapım, muteberlik payesini ancak ilerleyen yıllarda alabilmiştir.
“Kimsiniz?” “Burada ne yapıyorsunuz?” “Nerelisiniz?” Bu sorular filmde bitiş sekansındaki sahnelerden birisinde geçer. Dokuz köylü, İsveç’e kaçak yollardan göç etmişlerdir. Varlarını yoklarını bağladıkları yolculukları hiç de hayal ettikleri gibi gitmemiştir. Paraları, kimlikleri, lisanları olmadan Stockholm’un göbeğinde külüstür bir otobüsün içerisinde kalakalmışlardır. Tamamen “yabancı” oldukları, insanları ve havası buz gibi soğuk bir ülkede aç biilaç, sersefillerdir. Gaipte biçare, bedenlerinin ihtiyaçlarını dahi istedikleri gibi karşılayamazlar; her an yakalanma korkusuyla kapana (otobüse) kısılmışlardır.
Filmde ele alınan konuya zemin olması açısından, 1960’lı yıllarla beraber Avrupa ülkelerine yapılan dış göç hareketleri, yaşadığımız coğrafyada da karşılık buldu. Köylerde yaşayan birçok insan “muasır medeniyetli müreffeh ülkelere” niteliksiz kaba iş gücü olarak gittiler. Batı tarafından kısa süreceği öngörülen göç, sanılanın aksine kalıcı bir forma bürünmeye başladı. Bu durumun görünür kıldığı sorunlar ayyuka çıktı. Göç alan ve göç eden diyalektinde, tarafların kendinden mündemiç sorunları elim sonuçlar doğurdu.
Otobüs, son sahnesiyle biçare köylülerin getirildikleri son durak olan polis merkezi önünde, sinemanın az şey göstererek çok şey anlatma becerisini gösterir. İzolasyonu, üstten bakışı, ötekileştirilmeyi, ve ırkçılığı gözler önüne seren yapımın nirengi noktası, göçmenlerin tüm umutlarının yerle yeksan olduğu andır. Tunç Okan, film genelinde olduğu gibi köylülerin derdest edildiği bu sahnede onları konuşturmamayı tercih etmiştir. Polisler, kilidini kırarak girdikleri otobüste, göçmenlere yazıya başlık olan soruları sorarlar. Yanıt alamadıklarında sırasıyla her birisini yaka paça tutuklarlar. Köylülerden tek bir tanesi dahi ses etmez yahut herhangi bir eyleme geçemez. Apatiklikle karışık çaresizliğin anlatıldığı sahneye filmin kurgusunu da yapan Tunç Okan, harikulade bir ekleme yapar. Göçenler, dokuz kişi başladıkları yolculuklarında yedi kişi kalmışlardır ve her bir kişi otobüsten dışarı sürüklendiğinde paralel kurgu devreye girer. Fakat paralel kurgu aslında hem bir “flashforward” örneğidir hem de Eisenstein’ın çarpışmalı kurgu yaklaşımından izler taşır. Bir kişi tutuklanır akabinde otobüsün hurda ezme makinesiyle ezildiği kısa planlar girer. Bu ikilik son kişi sürüklenene kadar sürer. Bazen otobüsün ezildiği sadece ses efekti ile verilir. Kurgu burada umutların paramparça olmasına dair etkili bir metafor olarak kullanılır.
Tunç Okan, film boyunca yinelemelerle, “jump cut”larla, kameranın süzüldüğü esrikliklerle hissedilen gerçeküstü dokunuşlar yapar. Kahkahalar, müzik ve kurgunun ritmi, yönetmenin becerisiyle filmsel uzamda birikerek bardaktan taşar. Taşan damlalar otobüsten nihayetinde dışarı saçılan köylülerdir. Onlar, ucuz işçi konusunda doyuma ulaşmış Batı için vücutları didik didik aranıp sınır dışı edilecek olan vasıfsız, “pis yabancılar”dır. Otobüs, ele aldığı konular bağlamında birden fazla ehemmiyetli meseleyi bir potada eriterek sunmayı başarmıştır.