Bazen zamanı durdurup dünyaya kuş bakışı bakmak istediğimiz anlar gelir. Tam da şu anda bizimle birlikte aynı oksijeni soluyan insanların neler yapıyor olduğu, ne hissettikleri ve nereye doğru yol aldıklarını merak ederiz. Farklı kültürlerde ve sokaklarda o anda neler oluyordur ve neler yaşanıyor olabilir? Bunun cevabını alabileceğimiz yerlerden bir tanesi Jim Jarmusch gibi bağımsız bir yönetmenin kamera merceğini çevirmiş olduğu filmi Night On Earth (1991)’tür. Çünkü Jarmush’un genel olarak sanatsal düşüncesine paralel giden, mükemmel görünmek ve konuşma kaygısı gütmediği bu filminde dikkatler oyuncuların ve diyalogların üzerine çevrilir. Odaklandığımız şey şehrin parlak ışıkları, sokaklar, oyunculuklar, sinematografi ya da dekor falan da değildir. Jarmusch, seyirciyi tanrısal bakış açısından alıp 5 farklı zamanın aynı anda yaşandığı farklı dünyalara götürür. Gerçek hayatta aynı anda göremediğimiz ve tanık olamadığımız şeylere sinema aracılığıyla tanıklık ettirir bize. Belki de Jarmusch’un Night On Earth filmini değerli kılan şey hikâyeden ve devamlılıktan öte bize bütün olarak baktırabilmeyi başarabilen bakış açısıdır. Yönetmen seyirciyi tanrının yerine koyar ve yaratıcı konumunda gözlem yaptırır adeta. Peki varlığını sürdürmeye devam eden insanlar, bu yolculuk sırasında bize ne anlatabilirler? Yaşamanın hakkını veriyorlar mıdır?
Tüm bu soruların cevabını sokaklarda, merdiven altı barlarda ya da lüks mekânlarda aramaya gerek yoktur. Siyahinin de, körün de, zenginin, iş adamının, sanat camiasının, rahibin, ayyaşın ya da bir palyaçonun da mutlaka yolunun düştüğü ortak yer taksidir. Şehrin kalbinin attığı, tanıklık aradığınız ve sosyolojik olarak tespit yapmak istediğiniz tek yer çok önemli bir görüşmeye yetişmeye çalıştığınız, öylesine bir gezintiye çıktığınız, gecenin bir vakti evinize varmaya çalıştığınız ve hikâyenizi sürdürülebilir kılan taksilerdir. Yalnızca orada kendinizsinizdir, varmak istediğiniz yere bir an önce varmaya çalışırken direksiyonun başındaki şoföre güvenir, o daracık alanda hikâyenize ortak edersiniz aslında. Öyle ki pek çok farklı filmde de hikâyenin çözüm bulması, karakterleri yakalayıp soru sormak istediğimiz ve cevabını alacağını bildiğimiz mekânlardan bir tanesidir taksiler.
İlk dönem filmlerinden farklı olarak renkli bir anlatıyla karşımıza çıkan Night On Earth’de sembolik olarak zaman dilimine girdiğimiz şehirlerin pek bir önemi yoktur. Los Angeles, New York, Paris, Roma ya da Helsinki nerede olursak olalım insan insan, hikâye de hikâyedir çünkü. Night On Earth, yönetmenin esas olarak parmak basmak istediği konulara oyalanmadan götürür bizi. Hikâyenin serim ya da çözüm bölümünü beklememize de gerek yoktur. Ortasına denk geldiğimiz ve defalarca yorumlanmış Beatles parçaları gibi melodiye çok aşinayızdır. Ayrımcılık, öteki mevzuları ve bildik diyalogların ardında garip bir ironiyle birlikte güler geçeriz. Jarmusch, hayatın içinde sahip olduğu bakış açısıyla birlikte ciddi ciddi meselelere uzaktan bakmamızı ister ve o meselelerin arkasındaki ortak duyguyu vermek ister; insan olmak.
Hep bilindik bir söz vardır. Bununla dünyanın hangi bölgesinde olursanız olun karşılaşırsınız; ‘’Bir gün karşına bir fırsat çıkacak ve tüm hayatın değişecek. Karşına çıkan fırsatı değerlendir ve hayatın değişsin!’’ Ancak Jarmusch, daha ilk durakta o tabuları kırarak alışılagelmişin ötesinde bir tutum sergiletir karakterine. Los Angeles’daysanız ve karşınıza ünlü olabileceğiniz bir fırsat çıkarsa menajere ne söylersiniz? Burada esas olarak mevzu bu fırsatı değerlendirip değerlendirmemek, karakterin yaşamış olduğu kırılma noktasını göstermek değildir. Herkesin fırsatı kendinedir ve fırsat olarak tabulaştırılmış mevzulara güler geçer Jarmusch. Filmindeki karakter başına buyruk tiplemeyle birlikte sakızını şişirir ve içi boş söylemlere karşı bir duruş gösterir.
Aslında başka yerlerde de durum farklı değildir. New York’taysanız ve siyahiyseniz tüm dünyada olduğu gibi burada da dışlanırsınız. Bu konuyla alakalı çekilmiş binlerce film, yüz binlerce senaryo vardır. Jarmusch meseleyi ele alış şekliyle birlikte klasik anlatının dışına çıkarak bizi aksayan sistem gibi işine yeni başlamış bir taksicinin aksayan aracına götürür. Aksanıyla ve görünümüyle adeta ütopik bir evrenden gelen, naifliği ve kırılganlığıyla birlikte onun yerine endişelendiğimiz palyaçoluk yapmış Helmut ile siyahi Yoyo arasındaki diyaloglar tıpkı sürücü koltuğuna Yoyo’nun geçmesi gibi ters yüz edilerek sisteme farklı bir pencereden bakar. Ötekileştirilmiş olunan bireylerin dahi bir başkasını da ötekileştirebildiğine tanık olarak, kara mizah olarak adlandırabileceğimiz diyaloglarla birlikte yer yer gözümüzü kapattığımızda aynı siyahlık içerisinde ortak düşlere tanık olabileceğimizi, ya da tüm günahlarımızı ismini bile bilmediğimiz rahibe çıkarabileceğimizi ve katarsis yaşayabileceğimiz anların gelişigüzel anlara denk gelebileceğine tanık olur yola devam ederiz.
Son durak olan Helsinki’de bize ait olan dertlerimizi toplar ve ucu açık bir sonla birlikte klasik anlatıdan dışlanırız. Seyirciye, biriktirdiği pek çok farklı hikâyeyle birlikte başka bir taksiye atlayıp kendi hikâyesine devam etmek mi kalır? İşte Night On Earth, bizim de bir gecemizdir aslında. Çözüme gerek olmadan mutlak kabul edilen değer yargılarını kırmak üzerine yapılmış bu başyapıt Jarmusch imzasıyla birlikte tüm ötekileri alır ve ortak bir evrene götürür. Neticede, herkesin ızdırabı kendine de olsa ızdırabın hissettirdiği şey ortak, evrensel duygulardır.