Pota Filmi yönetmeni Ahmet Toklu ile gerçekleştirdiğimiz keyifli röportajımızı aşağıda bulabilirsiniz.
Ahmet Bey, öncelikle bizlerle bu röportajı gerçekleştirdiğiniz için teşekkür ederiz. İlk uzun metraj filmini çekmiş bir yönetmen olarak size klasik bir soru yöneltmek istiyorum. Kısa filmden uzun metraja giden süreçte ikisi arasında yaşadığınız deneyim farklarından bahseder misiniz? Uzun metrajın kendine has zorlukları ve sancıları olduğunu söyleyebilir misiniz ve sizi uzun metraj film çekmeye yönelten itkiniz ne oldu?
Ben Pota’dan önce iki tane kısa film çektim. İlki öğrenciyken çektiğim bir filmdi ve senaryosu Türsak Vakfı’nın Kültür Bakanlığı ile düzenlediği “Geleceğin Sineması” yarışmasında ikincilik ödülü kazandım. Daha sonra o senaryoyu çektim.Tabii o dönemki imkânlar dahilinde, birçok festivale katılmasına rağmen, bana sinemasal bakış açımdaki eksikleri görmeme olanak sağladı.. Daha sonra bu eksikliklerimi gidermek için önemli yönetmenlerin yanında reji asistanı olarak çalışmaya başladım. Çünkü film çekmenin birçok farklı tarafı var; bunları öğrenmek ve keşfetmek istedim. Bazı şeyleri teorik olarak sorguluyordum ve pratikte nasıl yapılacağına dair eksiklerimi gidermek istiyordum. Daha sonraki süreçte uzun bir asistanlık döneminden sonra 2015 yılında ikinci kısa filmim olan Huzurevi’ni çektim.
Genelde kısa film, uzun metraja geçiş için bir basamak olarak görülüyor. Ama benim açımdan bir hikâye anlatırken süresinin kısa ya da uzun olması onu çok daha değerli ya da daha değersiz yapmaz. Dolayısıyla benim uzun metraja geçiş diye kastettiğim şey, kendi açımdan Pota Filmi’ndeki hikâyenin kısa filmle anlatılamayacak kadar uzun olmasıydı.Örneğin şu anda bir sonraki projelerimin bir çoğu kısa film. Dolayısıyla benim için kısadan uzun metraja geçiş şeklinde olmadı süreç. Sadece Pota’daki dünyanın kendisi uzun metraj olarak ortaya çıktı.
Filmde, mahalledeki çocukların yaşadıkları sorunlardan ilerlersek senaryonun ortaya çıkış süreci nasıl oldu?
Ben Ümraniye’de bir gecekondu mahallesinde büyüdüm. Pota’daki karakterlerin hepsi benim gerçek hayatımda olan arkadaşlarım aslında. Tabii ki senaryonun çıkış noktası anlamında onlardan söz ediyorum. Bire bir olarak onların hikâyesi olmasa da arka planda onların çocukluktaki reflekslerinden, senaryodaki olay örgüsünden Pota Filmi’ndeki evrenin doğduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla kendi çocukluğumda arkadaşlarımla beraber yaşadığım şeyler senaryoyu oluşturmama katkı sağladı. Daha sonra dramatik yapı içerisinde olay örgüsüyle izlenebilir bir senaryoya dönüştürmeye başladım.
90’lı yıllar, benim Ümraniye’de olduğum yıllar, köyden kente göçün en yoğun olduğu yıllardı. Benim yaşadığım gecekondu mahallesi de Türkiye’nin birçok farklı yerinden, kültüründen, mezhebinden insanların gelip aynı havayı soluduğu bir yerdi. O dönemde mahalledeki çocuklar aslında tüm bu farklılıklarına rağmen aynı potada yoğruldular ve filmdeki “pota” ifadesi de benim için bir metafordu.
Günümüzde, film ve dizilerde genelde “kenar mahalle” “getto” olarak adlandırılan yerlerin kötülüğün kaynağı olduğu algısı vardır. Fakat bu algının doğru olmadığını düşünüyorum. Örneğin benim arkadaş grubumun çoğu okuyup kendisini geliştirmiş durumda. Çünkü öyle adlandırılan yerlerde buna mecbursunuz. Aksi takdirde oradan çıkamama ihtimaliniz var. Mesela Pota’da köpekle alakalı yine metafor olarak kullandığım bazı sahneler var. Filmdeki gibi etrafı duvarlarla örülü, güvenlikli sitelere baktığınızda başıboş bir köpek ya da hatta kedi bile göremezsiniz. Hayvanların yaşam alanı genellikle sahiplerinin belirlediği alanlarla sınırlıdır. Oradan çıkıp sokağa baktığınızda birçok başıboş hayvan görürsünüz. Hatta o kenar mahallelere gittiğinizde cins kedi ve cins köpek görürsünüz. Bunun sebebi, sahiplerinin artık onlardan sıkılıp bakmak istemeyip kenar mahallelere bırakmasıyla alakalıdır. Hayvanlar da gerçekten yeni yaşam alanlarına uyum sağlamayı başarır, ortama entegre olurlar. Köpek sahnesi de örneğin arkadaki bir metafordu.
Filmde çok sayıda çocuk oyuncu var. Genelde sinema dünyası için çocuk oyuncularla çalışmanın da kendine has bir yaklaşım gerektirdiği söylenir. Bu açıdan bir yönetmen olarak onlarla yaşadığınız bu deneyimi nasıl değerlendirirsiniz?
Filmle ilgili duyduğum en olumlu eleştirilerden birisi çocuk oyuncuların performansına dair oldu. Daha önce TRT Çccuk’ta yayımlanan 20 bölümlük bir çocuk dizisi çektim.Orada çocukların dünyasını keşfetmeye başladım. Yönetmenler genellikle gözlemleri çok güçlü insanlar oluyor. Ben de çalıştığım yerlerde ve hayatın içerisinden, filmin hikâyesiyle de bağlantılı olarak, çocukların dünyasına dikkatle odaklanmaya başladım. Çocuklar, psikolojilerinin ve toplumun onlara biçtiği kadarıyla çocuklar fakat aynı zamanda aslında herhangi bir yetişkin kadar hatta onlardan da algıları daha açık. Siz, bir yönetmen olarak onlara yeterli bir alan bırakırsanız onlar çocukluklarını oynayarak istedikleri şekilde kullanıyorlar. Ben onlara yaptıkları şeyin bir iş olduğunu, iyi yaptıkları takdirde kariyer olarak geri dönebileceğini hissettirdim ve onlara hiçbir zaman birer çocukmuş gibi davranmadım. Bu şekilde yaptıkları işi ciddiye almalarını sağladığımı düşünüyorum. Aksi durumda onlara çocuk gibi davrandığınızda onlar da işin ciddiyetini fark etmiyor olabiliyorlar haliyle. Fakat yetişkin gibi davrandığınızda ne istediğinizi aktardığınızda bunları anlayıp yapmak istediğiniz şeylere odaklanıyorlar. Filmdeki performanslarını bu şekilde olabildiğince yükseltmeye çalıştık.
Filmde çocukların ağırlıkta olduğu sık diyaloglu bir yapı görüyoruz. Çocuklarla çalışırken bu açıdan yer yer doğaçlamalara başvurmanız gerekti mi?
Açıkçası genel olarak senaryoya ve mizansene bağlı kaldık. Anlamı değiştirmeyecek ufak tefek şeyler hariç genelde doğaçlamaya bırakmadık. 1999 yılında geçen bir dönem işi çekiyorduk, senaryoda da görsel olarak da belirlediğimiz şeylerin dışına çıkmak çok olası değildi.
Başrol Ahmet karakterinin etrafında örülen, ilerleyen bir hikâye görüyoruz. Ahmet karakterini ve diğer çocuk oyuncuların “cast” seçimini yaparken neleri gözettiniz?
Önümde iki yol vardı. Ya tamamen amatör oyunculardan ilerleyip doğal oyunculuklarla ilerleyecektik. Çocuklar ne kadar doğal yapabiliyorlarsa onlara bırakacaktık. Yazdıklarımız referans olacaktı ancak çoğunlukla doğaçlama bir şekilde ilerleyecektik. İkinci yol ise, diyalogların fazlaca olduğu klasik yapıya yakın olan senaryoda, metne bağlı mizansenler yaratarak duyguyu yakalamaya çalışmaktı. Biz ikinci yolu seçtik. Çünkü yapı itibariyle diğer yoldan ilerlememiz durumunda metnin anlaşılmama ihtimali olacağını düşündüm. Dolayısıyla, çocuk oyuncuları profesyonel olanlardan tercih ettim. O yaş grubundaki profesyonel çocuk oyuncuları takip ediyordum. Yardımcı yönetmenimizle beraber yaklaşık olarak dört bin “audition” izledik. Cast şirketlerindeki birçok çocuk oyuncu içerisinden titiz bir eleme yaptık ve nihayetinde filmdeki oyuncu ekibini oluşturduk.
Yine klasik bir soruyla devam edelim istiyorum. Filmi çekmeden önce kafanızda kurduğunuz evrenle ortaya çıkan yapım arasında nasıl bir benzeşme / karşılaştırma yapabilirsiniz. Filmde “Başka türlü olsaydı.” ya da “Şu kısım olmasaydı.” dediğiniz noktalar olduysa bahsedebilir misiniz?
Ben bu noktada Lütfi Akad’ın “Bir film asla bitmez!” lafına dikkat çekmek istiyorum. Her izlediğinizde başka bir şey aklınıza gelebiliyor; “Keşke şöyle yapsaydım, keşke burası olmasaydı.” diyebiliyorsunuz. Fakat bu sonu olmayan bir süreç. Tabii yapmak istediğiniz şeye yoğunlaşıp, uzunca bir süre kafa yormak kesinlikle lazım ancak bir yerden sonra teslim olmak gerekiyor bence. Senaryo, çekim safhası hatta kurgu aşaması çok daha uzun sürebilirdi ama ben de şartlar elverdiği ölçüde teslim oldum. Kafamdakiyle ne ölçüde benzer oldu diye sorarsanız yüzde altmış diyebilirim. Sonuçta siz ne kadar uğraşsanız da derdinizi anlatsanız da elinizde olmayan çok fazla değişken var. Belki benim kafamda olmayan o yüzde kırklık kısım belki benim hayal ettiğim yüzde kırklık kısımdan çok daha farklı ya da iyi olmuştur. O yüzden artık bu noktada filmi yapan kişi olarak değil de bir seyirci olarak bakıp kendime dersler ve notlar çıkartmaya çalışıyorum.
İlk uzun metraj filmini yapan bir yönetmen teknik olarak, bütçe açısından, oyuncu yönetimi bakımından nasıl bir dünyaya adım atıyor? Bu süreçte kendi adınıza neler yaşadınız?
Türkiye ve Dünya Sinema Tarihi ilk filmini çekip kaybolan yönetmenler çöplüğü gibi. Çok büyük bir risk alıyorsunuz. Benim sektör deneyimim olduğu için benim açımdan görece daha kolay oldu ama genel olarak ekipte çalışan çoğu kimse sizin ilk filminiz olduğunu biliyor. İster istemez sektörde uzun yıllardır yer alan kimseler sizi sorgulayabiliyorlar. “Böyle yapsak daha iyi.” gibi sözlerle karşılaşabiliyorsunuz. Fakat sen standart olanı istemiyor başka bir dünya kurmak istiyorsun. Bu sebeple ilk filmini yapan birisi için, ekip kurarken sizin söylediklerinizi önceliklerinizi dikkate alacak, anlayabilecek kimselerle çalışmak çok önemli.
Prodüksiyon açısından da birçok zorlukla karşılaşıyorsunuz. İlk filminizi yaptığınız için bilmediğiniz ve öğrendiğiniz birçok şeyle karşılaşıyorsunuz. Bu açıdan deneyimli birileriyle yola çıkmak işinizi rahatlatıyor. Parasal açıdan kesinleşmiş kaynaklarınız ve fonlarınız olduğunda ilk filminizi yapmak daha doğru. Sette haftalık ödeme yapıyorsunuz genelde ve ödemeleri düzenli bir şekilde sağlayamazsanız setin dağılma ihtimali ortaya çıkabiliyor. Yani finans açısından yol kazası yaşamamak için hazır bir şekilde yola çıkmak gerekiyor.
Sizi sinema yapmaya yönelten sebep ne oldu? Sinema aracılığıyla hikâye anlatmaya yönelten itkiniz neydi?
Sorunuza tam net bir cevap veremeyeceğim. Birçok alanda çok yeteneksiz olmamla alakalı olabilir. İyi şiir yazamıyorum, resim çizemiyorum ya da müzik aleti çalamıyorum. Ancak belli ki bilinçaltımda bir şeyler anlatmak için bir açlık var. Bunu doyurmak ve göstermek için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Çok küçükken oyuncu olmak istemiştim. İlkokulda bana ağaç rolü vermişlerdi. Rüzgâr dendiğinde sallanmam gerekiyordu. Baktım önde çocuklar konuşuyor ben sadece sallanıyordum. Oyunculukla ilgili ilk ve son deneyimim bu olmuştu. Daha sonraki yıllarda anlatma ve bir şeyler yapma güdüsü beni sinemaya yöneltti. Kendime en uygun ve bir şeyler yapabileceğim alan olarak sinemayı gördüm.
Başrol karakterinin ismini neden Ahmet olarak seçtiniz? Ayrıca filmin başında Ahmet Uluçay’a ithafen ibaresi görünüyor. Ekleme sebebiniz Ahmet Uluçay’a duyduğunuz sevgiden mi kaynaklanıyor ve onun başrolün ismine etkisi oldu mu?
Karakterde kendimden çok fazla şey var. Kendi çocukluk yıllarımdaki çelişkili ve gelgitli psikolojiyle alakalı çok fazla envanter mevcut. Ayrıca filmin evreni Ahmet Uluçay’ın Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak evrenine benziyor. Çıkış noktalarımdan bir tanesi de oydu. Pota’da anlatılan şeye ek olarak, o filmde kendi sinema makinesini yapmaya çalışan çocuklar vardı, burda da kendi potasını yapan çocuklar var. Farklı evrenlerde benzeşen hikâyeler var gibi. Ahmet Uluçay, Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmiyle bana ilham olmuştu. Bİraz da Ahmet Uluçay’ın ismine ithafen Ahmet’i seçtim. Sadece kendi ismimden çıkmış olsaydım “Çok mu egoistçe bir şey oldu?” diye sorardım muhtemelen.
Ahmet karakteri etrafından ilerlersek onun yaşadığı dünyada çevresinde sürekli gelgitlerin olduğunu görüyoruz. Klasik anlatı yapısının dışında bir dramaturjiden söz edebilir miyiz?
Pota’nın dramaturjisinde zigzaglar var aslında. Klasik anlatı metodunda yapı genelde belirlidir. Benim yapmaya çalıştığım şeyse günlük hayattakine benzer bir yapı kurmaktı. Örneğin yaşamda güzel bir haber alıyorsunuz akabinde bir bakıyorsunuz o farklı bir şekle veya tersine bürünüyor. Hayatta, iyi de olsa kötü de olsa hep bir şeyleri çözerek ilerlemeye çalışıyorsunuz. Filmde de karakterin etrafındaki şeylerin zigzaglı gitmesini istedim. Zaten bir kazanma hikâyesi yok ortada. Bize dikte edilen, her şeyde birinci olmak için şartlanmamızdır. Rekabet etme halinde olunca, bu durum sistemin kazanç dediği şeylerin dışında, kaybederken arka planda kazanacağımız şeyleri görmemizi engelliyor. Filmde de bu noktaya odaklanmaya çalıştım açıkçası. Mutlu bir insan olmak istiyorsak, kaybettiğimiz şeylerinde birer kazanç olduğunu, hayatımızdaki her şeyin her zaman yolunda gitmeyebileceği, iyi ve kötü şeylerin iç içe olduğunun sorgulamasını yapılmalı. Karakter üzerinden de bu durumla hesaplaşmak ve yüzleşmek istedim. Dolayısıyla olay örgüsü de bu minvalde şekillendi.
Kişisel olarak senaryoyu yazarken kaç defa değişiklik yaptınız?
Çok enteresan olacak fakat ben senaryoyu sadece iki günde yazdım ve noktasına virgülüne dokunmadım. Daha sonra ekleme yaptığım yerler oldu fakat kusuyordu ve tekrar çıkartmak durumunda kaldık.
Filme dair aldığınız eleştiriler, geri dönüşler şu ana kadar sizi tatmin etti mi?
Şu an çok sınırlı bir izleyici kitlesi var. Yurtdışında Giffoni Uluslararası Film Fesitvali’nde prömiyerini yaptık Pota’nın. Dünyanın en büyük çocuk filmleri festivalinden bir tanesi bu ve benim için olumlu bir geri dönüştü. İspanya’da iki farklı festivalden ödüller aldık. Pandemi sebebiyle o festivallere gidip seyircilerle konuşup geri dönüş alamadığım için çok da sağlıklı değerlendirmeler alamadım açıkçası. Onun dışında çevremde filmi izleyen sınırlı sayıdaki insandan aldığım yorumları ne kadar objektif olarak değerlendirebilirim bilmiyorum açıkçası. Türkiye’deki gösterim sürecinden sonra daha geniş bir değerlendirme alabileceğimizi düşünüyorum. Şu ana kadarki geri dönüşler içinse genel olarak olumlu şeyler duyduğumu söyleyebilirim.
Film özelinde ve sinemanızı oluştururken hangi yönetmenler ve filmlerinden etkilendiniz?
Lütfi Akad, Yılmaz Güney, Abbas Kiarostami, Mecid Mecidi, İtalyan Yeni Gerçekçiliği yönetmenleri benim için önemli yer tutuyor sinemamda. Ben bir atmosfer filmi yapmak istedim ve konuşan kafalar durumundan çıkması için İtalyan Yeni Gerçekçiliği filmlerinin sokağa inen anlayışından etkilendiğimi söyleyebilirim.
Son olarak ileriye dönük olarak sinema kariyerinizle alakalı hedefleriniz ve yeni projeleriniz var mı?
Bir film yapmak çok fazla özveri gerektiren bir süreç. Öncelikle Pota’dan geri dönüşler almak ve önümü görmek istiyorum.. Kısa film ve uzun metraj olarak elimde beni heyecanlandıran bazı projeler var. Özellikle uzun metraj çekmek için önümüzdeki sürecin ileriyi şekillendirmesini bekleyeceğim.
Pota hangi festivallerde gösteriliyor ya da gösterilecek?
Estonya’da Kara Geceler Film Festivali’ne gidecek. Ekvador’da, Meksika’da festivallerde yarışıyoruz. İspanya’da yine gösterilecek. Türkiye ve birçok farklı festivalde yarışıyor olacağız ve çeşitli festivallerden geri dönüşler bekliyoruz.
Bize zaman ayırıp röportajı gerçekleştirdiğiniz için Fil’m Hafızası adına teşekkür ederim.