A Man Escaped (1956) sesin bir mahkûm için ne denli hayati bir rol üstlendiğini, imgeleri kısıtlama yoluyla seyirciye aktarması bakımından önemli bir filmdir. Filmin işlenişinde her ses ve sessizlik sinematografik seçimler eşliğinde kendine has bir amaca hizmet eder.
Filmin ilk sahnesinde Fontaine diğer hükümlüler ile birlikte hapishaneye nakledilmektedir. Genel duruşu-özellikle ellerini kullanışı ve bakışları- bir şey yapacak olduğunu seyirciye ele verir. Tren geçmektedir ve Fontaine çıkan gürültüden yararlanarak kendini arabadan ve aynı zamanda kadrajdan dışarı fırlatır. Kadraj sabittir, ses ise sahne-dışıdır. Robert Bresson daha filmin başından seyircinin görme duyusunu kısıtlayarak onu -aynı hücre kapısını dinleyen bir mahkûm gibi- algılarını duymaya kanalize etmek zorunda bırakır.
Fontaine’nin sesli anlatısı seyircinin algısını biçimlendirir. Örneğin, sorgu bitiminde hücreye geldiği bir sahnede yatakta yatar. Ağlar gibi gözüktüğü halde “histerik bir biçimde güldüm” der. Geçmiş zaman kullanması anlatıyı eşzamanlılıktan yoksun kılar. Olay geçmişte yaşanmış fakat o anın sahnesine dahildir. Film, André Devigny’nin kaçış anılarının bir adaptasyonu olması bakımından anlatı tamamen dışsal da olabilir: içsel bir monolog veya “yönetmene” bir bildiri gibi. İki şekilde de anlatı oldukça kısıtlıdır. Bresson, imgelerin kısıtlılığı sebebiyle dikkatini Fontaine’nin sesli anlatısına ve o an çıkardığı seslere çeviren seyirciyi anlatıda eşzamanlılığı bozarak bilgi hiyerarşisinde kahramandan aşağı çeker. Bu bağlamda hatırlamamız gereken bir diğer önemli konu ise kahramanın bir mahkûm olmasıdır. Dolayısıyla seyircinin bilgisi bir mahkûmdan bile kısıtlıdır.
Filmin seyirciyi yerleştirdiği konumun Bresson’un filmik ögeleri kullanışıyla bağlantılı olduğu görülür. Sinema seyircisi karanlık bir odada bir sürü yabancıyla beraber fakat bir o kadar da yalnız bir halde izler filmi. Seyirci veya izleyici adı üzerine seyreder ve izler, film bitmeden konuşması ve pasif konumundan ayrılması beklenmez. Fontaine ise filmin ortalarına doğru hiç görmediği, ses de çıkarmayan komşusundan yakınır. Seyirci de A Man Escaped filminde bu komşu gibi konumlandırılmıştır. Fakat önemli bir nokta vardır ki Fontaine bu hayalet komşusunun varlığını bilir. Seyirci Devigny’nin hikâyesine ve Fontaine’e tanıklık eder. İzler ve dinler fakat gözükmez ve ses çıkarmaz.
A Man Escaped dramatik ses kullanımı ve mizansen uyarınca minimalist bir çizgide ilerlemektedir. Buna ek olarak, sinematografik seçimler ile ontolojik anlam arasında bir kontrast yaratarak bu çizgiyi de korumaktadır. Bu kavram, tekrar eden bir biçimde film boyunca karşımıza çıkmaktadır: Duvarın önünde duran Fontaine’nin yakın plan yüzü ve gölgesi. Bu sahnede, kadrajda tek başınalığı varoluşunu vurgular. Ancak idam mahkûmu Fontaine, sahneyi gölgesiyle de paylaşmaktadır. Bu denli yalnız ve içten bir sahnede ise sahne dışı sesler zıtlık yaratmıştır. Daha önce belirtilen filmin ilk sahnesinde ise seyirci kahraman olarak atfedilmiş Fontaine’in yokluğu ile baş başa bırakılmıştır. Başka bir örnekte ise gardiyanlar ile mahkûmlar ses ve imge ile güçlendirilmiş bir tezatlık oluşturmaktadır. Öncelikle, film boyunca gardiyanların yüzleri gözükmemekte, dolayısıyla onların varlığı sadece konuştukları dil ve üniformaları üzerinden seyirciye aktarılmıştır. Filmin prolog kısmına da belirtildiği gibi, Lyon 1948’de Alman işgali altındaydı. Dolayısıyla gardiyanlar Almanca konuşurken, mahkûmlar Fransızca konuşmaktadır. Böylelikle, Bresson dil açısından gardiyanlar ile mahkûmlar arasında bir bariyer oluştururken aynı zamanda sinematografik seçimler vasıtasıyla gardiyanlar ile seyirci arasında da benzer bir bariyer oluşturmuştur.
Bahsedildiği üzere, bu filmde imgeler yani görüntü kısıtlanarak seyirci dinlemeye itilmiştir. Sahne dışı sesler merak ve şüpheyi körüklerken sahne içi sesler daha çok dikkati toplamakta kullanılmıştır. Fontaine’in hücresi dışındaki her ses -ayak sesleri, gardiyanın sesi, öksürmesi ve anahtarının sesi gibi- onun için birer alarm niteliğindedir. Seyirci bu sesleri Fontaine’nin psikesindeki yüksekliği ile duyar. Başka bir deyişle, seyirci de hücre dışından gelen seslere Fontaine kadar hassastır. Öbür yandan, Fontaine’nin bizzat sorumlusu olduğu sesler -örneğin tahta kapıyı kaşıkla kazıma sesi- sahne dışı başlayıp sahneye taşınmaktadır ve gerçekte duyulacağından daha yüksektir.
Filmdeki ses kullanımını incelerken, hikâye evrenine dâhil sahne içi ve sahne dışı ses kullanımlarını ayrı tutarak, diğer ses kullanımlarını da incelemek gereklidir. Öncelikle Mozart’ın C minör Büyük Missa eseri bir ses motifi olarak kullanılmıştır. Mahkûmların her avluya çıkışına eşlik eden bu eser, Orsini’nin ölümünden sonra kullanılmamış. Dolayısıyla Fontaine’in kaçışına inanan tek nefesin kesilmesi, filmin ses motifinin bozulmasıyla betimlenerek Orsini karakterinin yası tutulmuştur. Diğer bir ses motifi ise gardiyanın anahtar sesidir ve yaklaşmakta olan potansiyel tehlikeyi imler. Belki de en dikkat çekici olan bir diğer ses motifi ise tren sesidir. Bahsedilen tren sesi Fontaine’nin iki kez firar etmesine olanak sağlamıştır: filmin başında ve sonunda. Bu bağlamda sesle inşa edilmiş bir mise-en abymme’den de söz etmek mümkündür.
Sonuç olarak, A Man Escaped izlediğimizden daha fazla dinlediğimiz bir filmdir ve dolayısıyla hikâyeye hizmet eden temel unsur olarak imge yerine sesi kullanmıştır. Seyircinin gözü mahkûm Fontaine’de olsa bile kulakları tüm hikâye evrenine hâkimdir. Neredeyse tamamen gerçeği yansıtan bir seslendirmeyle, ortam sesleri ve Mozart’ın dramatik eseri eşliğinde Robert Bresson sesin imge üzerinde hâkimiyet kurduğu bu filmi seyirciye sunmuştur.