Koskoca bir 2021’i geride bırakıyoruz. 2020’den farkı olmayan, fakat evlerden yavaş yavaş çıkmaya başladığımız bir dönem geçti gitti. Bu sıralar patlama yaşayan vaka sayıları bizleri yılbaşı gecesinde eve tıkacak gibi gözüküyor. Gerçi eve tıkmak yanlış bir ifade olabilir, çünkü yılbaşları evde kutlandığı zaman bir ayrı geçer. Sofralar kurulur, televizyonlar açılır, sanki yeni bir yıl eskisinden kesinlikle daha iyi olacakmış gibi kutlamalar yapılır. Yılbaşı ve Noel dönemi coşkusu her evde hissedilir, etraf farklı farklı objeler ve boyalarla süslenmeye başlar. Soğuk bir kış gecesi içinizin umutla ısınması için hiçbir sebep yoktur. Bana biraz nostaljik de gelir hep bu dönem. Her sene aynı konseptle kutlanan şeyler arasında belki de toplumu en kapsayıcı olanıdır ve kutlanış biçimleri ve gregoryen takvime göre değişmeyen-aynı zamanda kutlanan bir ritüeldir. Bu biçimler her birey için değişkenlik gösterebilir fakat kapsayıcılık konusunda her tabakanın kesiştiği kısım Noel/yılbaşı filmleridir. “Ho ho ho” ezgileri ve uçan ren geyikleri eşliğinde Noel Baba mutluluk saçar.
Fil’m Hafızası Yazı İşleri ekibi olarak bu ayki özel dosyamızda optimizmin tavan yaptığı Noel filmlerinden bahsetmekle kalmıyoruz ve iyimserlik çıtasını arşa çıkarıyoruz. Karşınızda Yılbaşı/Noel temalı animasyonlar filmleri dosyası. Şimdiden dilek tutmaya ve Noel Baba’nın bacanızdan çıkacağına inanmaya başlayabilirsiniz. Keyifli okumalar ve mutlu yıllar!
The Grinch (Yön. Scott Mosier, Yarrow Cheney, 2018)
Bir yandan inançlarla, dinlerle birlikte anılan bir yandan da büyük bir tüketim çılgınlığının ana kaynağı olan Noel’in kutlanmaya başladığı tarih meçhul. Ama onu çalmakla nam salmış, yeşil tüylü dostumuz The Grinch’in ne zaman hayatımıza girdiğini net bir şekilde söyleyebiliriz. Amerikalı çocuk kitabı yazarı Theodor Seuss Geisel’in nam-ı diğer Dr. Seuss’un 1955 yılında yayınlanan 33 satırlık resimli şiiri, The Hoobub and the Grinch, How The Grinch Stole Christmas isimli çocuk kitabına sonra da 1966 yılında TV’de yayınlanan animasyona, 2000 yılında vizyona giren canlı aksiyon filmine ve nihayetinde 2018 yapımı animasyon Dr.Seuss ‘ The Grinch’e uzanan bir yolculuğa ilham kaynağı olmuştur.
Noel Baba’nın tüm popülerliğinin ve oldukça cömert bir şekilde herkese hediye dağıtmasının adeta diğer yüzüdür The Grinch. Yalnız, mutsuz, dışlanmış ve tam da bu sebeple tüm kutlamalardan, bayramlardan, hediyelerden nefret eden, Noel Baba’nın aksine herkesin hediyelerini çalan bir anti-kahramandır. Geisel’in bu karakteri yaratmasına vesile olan tüketim çılgınlığı karşısındaki huysuzluğu, adeta bayram kutlamalarına topyekûn bir savaş başlatmasına vesile olur. Nihayetinde birbirimizi sevmek ve mutlu olmak, bir araya gelmek için bayramlara, bayramlarla birlikte hayatımıza giren metalara ihtiyacımız yoktur. Bu basit ve aslında herkesin bildiği ilkeyi adeta dokunulmaz olan dini bir bayram(Christmas) üzerinden dillendirir Dr. Seuss.
Üstelik eserin ve filmin huysuz bir çocuk gibi bir şeyleri irdeleyip, eşelemesi bu meseleyle sınırlı değildir. Toplum tarafından dışlanan, ötekileştirilen bir bireydir The Grinch. Diğer bireylerden farklı bir görüntüye sahip olması nedeniyle yapayalnız bir hayata mahkûm olan kahramanımız, tam da bu izole edilmişlik hali vesilesiyle birbirinin kopyası olan hayatlara yukarıdan, dağın zirvesindeki evinden bakar. Bu konumun bir anlamda tanrısal bir amacı da vardır aslında. Yoldan çıkan insanlığı uyarmak… The Grinch, aşağıdakilerin gittikçe maddiyatçı bir anlayışa evrildiklerini görür. Fakat The Grinch’in ne yanıldığı nokta tam da budur. Çünkü herkes bu değişime teslim olmamıştır. Bu nedenle İsa’nın doğumunu müjdeleyen 25 Aralık günü kocaman bir çam ağacının etrafında ilahi söylenmesini engellemek, onların bir araya gelerek birbirlerine sevgi göstermesinin önüne geçmek için çabalayan The Grinch’in yaptıkları, küçücük bir kız çocuğunun mütevazı yüreği ve annesinin iyimser çabası sayesinde başarısızlıkla sonuçlanır.
The Grinch (2018), birçok Illumination yapımı gibi hedef izleyici kitlesi olarak yetişkinlerden daha çok çocukları almaktadır. Özellikle de How The Grinch Stole Christmas (2000) ile karşılaştırınca fark daha net bir şekilde ortaya çıkar. Karakter, The Grinch’de saf kötücül olarak çizilmez. İlk andan itibaren yaptığı tüm kötülüklerde kendini bile ikna edemez. Ve nihayetinde The Grinch’in Max, Fred ve Cindy Lou sayesinde değişip dönüştüğüne an be an şahit oluruz. Bu nedenle oldukça kötücül biri olarak çizilen How The Grinch Stole Christmas’daki The Grinch’deki gibi keskin bir geçişe şahit olmayız. Ki bu da karakterin dönüşümünü daha ikna edici bir hâle getirmektedir.
Velhasıl kelam, yeni yıl gecesi farklı olanların, hayvanların, kadınların, çocukların ötekileştirilmediği, ötelenmediği, sevgi dolu, ışıl ışıl, sıcacık bir film izlemek isteyenler için Dr.Seuss ‘ The Grinch, mükemmel bir tercih olabilir.
The Nightmare Before Christmas (Yön. Henry Selick, 1993)
Stop-motion animasyon, film yapma teknikleri içerisinde en zahmetli olanlardan biridir. Bunun içindir ki pek fazla tercih edilmez. Ancak stop-motion, her daim rolleriyle tartışma konusu olmuş olan “animasyon film yönetmeni” kimliğinin de berraklığa kavuştuğu bir vasıtadır. Zira bu teknik, yönetmene hiçbir formun veremediği gücü verir: tanrısallık. Yönetmen bu kurmaca dünyadaki bütün objeler, karakterler, dokular, hareketler ve mimikler üzerinde tamamıyla kontrol sahibidir. Yönetmenin oyuncuları kukla misali elleriyle oynattığını ve bu hareketin saniyeden de kısa aralıklarla fotoğraflandığı bir illüzyon. Kendine kartondan ev yapmış çocuğun yaratıcılığı edasıyla film yapmanın yekpare yoludur stop-motion.
Takvimler 1993 senesini gösterdiğinde ise, bugüne kadar yapılmış en başarılı stop-motion filmlerden birinin görücüye çıktığını görüyoruz. Yaratıcılığı ve kendine has dünyaları ile sanat yönetiminin nasıl kişiselleşebileceği dersini kariyeri boyunca defalarca vermiş genç bir Tim Burton, The Nightmare Before Christmas fikri ile bizi yaz günü klimasız bir arabada müzikal bir yolculuğa çıkarır. Arabanın yan koltuğunda ise ünlü stop-motion yönetmeni Henry Salick vardır. Cadılar Bayramı gecesi gördüğümüz bir kabustan bembeyaz bir Noel sabahına uyanacakmışız gibi hissederiz. Ancak bu kabustan uyanış yoktur. Burton’ın dünyasında tanıdık hiçbir yüz ve mekân yoktur. Her şey şekilsiz ve biçimsiz, kara bulutlardan el uzatmaktadır. O ellerin oynattığı karakterler hakikaten yaşama gelirler. Bütün bir dünya, sıfırdan o kartondan evi yapan çocuğun ellerinde biçim almıştır.
Hedef kitlesi çocuklar olmayan bir animasyondan da daha azı beklenemezdi. İskelet üstüne smokin giymiş Halloweentown sakini Jack Skellington’ın yanlış kapıdan girip kendini Christmastown’da bulması bayramların absürt ve kara doğasını bas bas bağırır. Noel’in mutluluğu, huzuru ve yardımseverliği merkez alan kimliği, Jack’te kendini ve kasabasını geliştirme arzusu yaratır. Acayipliğiyle başlı başına bir kişilik çorbası olan Jack, Burton’ın kendi yaşayan dünyasından bizim ölü dünyamıza hediye ettiği ruhlardan yalnızca biridir. Danny Elfman’ın müzikleri ve sözleri, terk edilmiş bir kilisenin çanından geceye doğru yol alarak duyurur kendini. Ne dünü, ne bugünü, ne de gerçeği dert etmeksizin hep birlikte eşlik ederiz. Biliriz ki bu bayram çocuklar gibi şen değil, ölüler kadar umarsız olacağız. Bizler, tavşan deliğinin sonuna doğru giden kaydırağın kuyruğunda beklemeye dünden razı çocuklardık. Bizi uyanılan kabuslar değil, uyanılmayan rüyalar korkutur.
The Polar Express ( Yön. Robert Zemeckis, 2004)
Jumanji (1981) ve Zathura (2002) kitaplarının yazarı olan Chris Van Allsburg’un aynı adlı romanından uyarlanan The Polar Express (2004)’in yönetmen koltuğunda Back to the Future (1985) serisi ve Forrest Gump (1994) filmlerinin yönetmeni Robert Zemeckis oturmaktadır.
Noel Baba’nın varlığından şüphe duyan Hero Boy, bir yılbaşı gecesi tam uykuya dalmak üzereyken dışarıda müthiş bir gürültü kopar. Pijama ve terlikleriyle hemen sokağa çıkar ve karşısında Kutup Ekspresini görür. Kondüktör yaklaşıp “Geliyor musun?” diye sorar. Hero Boy önce tereddüt etse de daha sonra trene atlar. Tom Hanks’in kondüktörlüğündeki ekspres, tüm şehri dolaşıp bir tren dolusu çocuk toplar ve Kuzey Kutbu’na doğru yol alır. Artık Noel ruhunu keşfedecekleri macera dolu bir serüven başlamıştır.
Didaktik yapıdaki eser, yolculuk boyunca çocuklara öğütler verir. Ana kurgusu “Görmek inanmaktır ama bazen dünyadaki en gerçek şeyler göremediklerimizdir” sözü üzerine kuruludur. Nitekim, Hero Boy büyüdüğünde dahi yalnızca gerçekten inananların hâlâ Noel zilinin sesini duyabildiğini söyler.
Animasyonda Tom Hanks ana çocuk kahraman, çocuğun babası, gezgin, noel baba ve kondüktör olmak üzere beş karakteri birden canlandırır. The Polar Express, performans yakalama (motion capture) tekniği uygulanan ilk film olma özelliğini taşır. Bu teknikle gerçek oyuncuların hareketleri yakalanıp sanal karakterlere aktarılır. Böylece gerçeğe en yakın kompozisyonun yaratılması amaçlanır.
The Polar Express, neşeli yılbaşı filmlerine kıyasla ürkütücü bir tona sahiptir ve büyülü bir Noel vaat etmez. Filmin o büyülü noel dokusuna sahip olmaması, kimi seyirci tarafından animasyonun sevilmemesine sebep olur. Yine de bir çocuğun Noel Baba’yla buluşmak için Kuzey Kutbu’na gitmesini anlatan küçük bir maceradan söz edebiliriz. Kondüktörün Hero Boy’a söylediği gibi gerçekten bu trene binilmesi gerekir.
Tokyo Godfathers (Yön. Satoshi Kon, 2003)
Perfect Blue (1997), Paprika (2006) gibi animasyon filmleriyle de bilinen, erken sayılabilecek yaşta hayata gözlerini yuman Satoshi Kon, Tokyo Godfathers (2003) ile epey sıra dışı bir Noel deneyimi yaşatır. Film, bizleri karlı bir Noel akşamına, büyük bir metropolde yolları kesişmiş üç evsizin yaşamlarına götürür. Küçük bir kız, berduş bir düşmüş ve “queer” bir birey Noel gecesi kendileri gibi sokağa çöplerin ortasına terk edilmiş bir bebek bulurlar. Bebeğin ebeveynlerini aramaya çıktıkları yolculukta filmde başroldeki üç karakter de kendi kişisel hesaplaşmalarını yaşayacaklardır.
Senaryo açısından sıklıkla şans faktörü barındıran ve rastlantılarla örülü bir anlatısı olmasına karşın yapım Noel atmosferini özgün bir biçimde verir. Kentin ve insanların genel olarak soğukluğuna aldırmazcasına üç “öteki” karakter birbirleriyle tatlı-sert bir ahbaplık içerisindedirler. Günümüzde görünmez olarak addedilecek evsizlerin şehir yaşamındaki koşullarını göstermesiyle sosyal/politik alana temas eden Tokyo Godfathers yaşamın potansiyellerini karakterlerin yaşadıkları olaylar üzerinden ümitvar bir tutumla işler. Zira her türlü zorluk karşısında şanslarının yaver gitmesi ve toplumsal alanın dışına itilmiş diğer “öteki”lerden gördükleri dayanışma bunun bir göstergesidir. Tesadüflerin sıkça olmasına rağmen hikâyenin seyirci nezdinde kabul görmesi ise yönetmen Satoshi Kon’un başarısıdır. Nitekim film yönetmenin diğer çalışmalarından üslup açısından farklılıklar barındırsa da teknik anlamda retoriğe yeni katkılar sunar. Biçim kurgularının özgünlüğü, animasyon dünyasına has hızlandırılmış planların yarattığı etki ve filmi tatlandıran sembolik anlatımlar sinema dili açısından oldukça etkileyicidir. Bu minvalde yönetmenin bazı filmlerinin özellikle senaryo serimi ve görsel anlatıma uyarlanabilirlik açısından Amerikan Sineması’ndaki çeşitli filmler için esin kaynağı olduğunu belirtmek gerekir.
Tokyo Godfathers dram, aksiyon ve komediyi başarılı şekilde yoğurmayı başarır. Ortaya çıkan sonuç ise Noel akşamında izleyiciye “büyük bir resim sunmayan” hem biraz gerçekçi hem biraz şiirsel bir yapımdır. Film için, Satoshi Kon’un en başarılı çalışması olmasa da pişmanlık, özlem, arayış ve dostluk tanımları arasında izlemeye değer bir animasyon yapımı olduğu rahatlıkla söylenebilir.
A Charlie Brown Christmas (Yön. Bill Melendez, 1965)
Charlie Brown, Noel’in ne anlama geldiğini bir türlü anlamayan, mutsuz ve kimse tarafından sevilmediğini düşünen bir çocuktur. Yılın bu vaktinde etrafındaki herkesin yaşamakta olduğu coşkunluk hali, tüm o hediyeler, kartpostallar ve Noel ışıkları ona anlamsız gelmektedir. Hissetmesi gerektiği gibi hissedememekten yakınır. Bir arkadaşının teklifi üzerine, mahalledeki arkadaşları tarafından hazırlanan Noel piyesinin yönetmeni olmayı kabul eder. Böylelikle bir şeylere dahil olarak mutsuzluğundan uzaklaşabilmeyi hayal etmektedir. Ancak piyesi yönetmek ve çevresindekilerin Noel ruhuna ayak uydurmak beklediğinden daha da zor olacaktır.
Charles M. Schulz tarafından yazılan, Bill Melendez tarafından yönetilen bu 1965 ABD yapımı animasyon filmde; ön planda süregiden kar yağışı efekti Noel ve yılbaşı temasına uygun olarak perdeyi bembeyaz kılmaktadır. Bu tanıdık atmosfere ise Noel temalı bir film için sıra dışı sayılabilecek, Vince Guaraldi tarafından yapılmış caz türündeki film müzikleri eşlik etmektedir. Yapıldığı dönemde beklenenin çok üzerinde bir ilgi ve beğeniyle karşılaşan A Charlie Brown Christmas, 1966 yılında “Outstanding Children’s Program” dalında Emmy ödülüne layık görülmüştür.
A Charlie Brown Christmas, Noel’in ve daha genişletilmiş haliyle yılbaşı döneminin ne kadar ticarileştirildiğine dair eleştirisiyle, yapım zamanının çok daha ilerisine ulaşmaktadır. Tüm bu tüketim çılgınlığı ve ışıltılı şatafat içerisinde kaybolan anlamın, her bireyin kendine özgü yaşantısını fark etmesiyle gün yüzüne çıkacağını anlatan filmde Charlie Brown, piyes için gerekli bir yılbaşı ağacı bulmaya gider. Gördüğü ağaçlar arasından cılız ama gerçek bir tanesini seçip getirdiğinde arkadaşları tarafından yadırganır. Filmin gösterişli yılbaşı pazarlarına, üst üste eklenen kocaman ve rengarenk hediye kutularına, maddi içeriklerle dolu dilek listelerine, devasa boyutlara ulaşan süslü çam ağaçlarına, iyi hislerin tüketimle eşleştirildiği zor görünür yanılgılara yönelik doğrudan eleştirel söyleminde, kendine özgü olanın değerini daha net görebiliriz. En son sahnede cılız ağacın etrafında coşkuyla şarkılar söylenirken gerçekten de Charlie Brown’ın Noel’ini izleriz.
Klaus (Yön. Sergio Pablos, 2019)
Başımıza gelen en kötü şey, hayatımızın en büyük “iyi ki”si olmuşsa, yolculuğu tamamlamışız demektir. Yılının dünya çapında en çok ses getiren animasyon yapımı Klaus, Noel temasının da klasiklerinden olmayı hak ediyor. Ancak filmin teknik kalitesi ve güçlü kurgusu, filme temanın çok daha ötesinde bir değer katıyor. Yönetmenliğini Sergio Pablos ve Carlos Martinez Lopez’in yaptığı film, bu nitelikleriyle hem görsel ve işitsel bir şölen sunuyor hem de hafızalarda unutulmaz bir yer ediniyor.
Filmde kraliyet postane akademisi müdürünün tembel oğlu Jesper, bu tutumu yüzünden cezalandırılır. Uzak topraklarda, buz kesen bir köye gönderilir ve bir yıl içerisinde altı bin mektup taşımakla görevlendirilir. Yoksa aileden çıkarılacaktır. Jesper ilk iki hafta her evin kapısını bir bir çalarak gönderilecek bir posta arar. Fakat iş, gittikçe umutsuz bir hâl almaya başlayarak Jesper’ı iyiden iyiye endişelendirir. Bütün evler, genç postacıya kapılarını kapatmıştır. Sadece bir tanesinde küçük bir çocuk, yaptığı resmi göndermesi için Jasper’a verir. Bunun dışında geriye tek bir ev kalmıştır, o da kasabanın dışında, ormanlık arazinin içindeki tuhaf marangoz Klaus’un evidir. Bir umutla marangozun kapısını çalan Jasper kimselerin olmadığı eve girer ve odalardan birinde yüzlerce ahşap oyma oyuncakla karşılaşır. O sırada ev sahibinin döndüğünü fark eder ve evden kaçmaya çalışırken daha önce küçük çocuktan aldığı resmi düşürür. Evinde kendisi için bırakılmış resmi gören Klaus ile Jasper’ın hayatı bu noktadan sonra hediyeler, Noel ruhu ve büyüleyici düşlerle dolu bir serüvende kesişmiştir.
Yönetmenlerimiz, gizem unsurlarını sonuna kadar kullanmada ustalıklarını konuşturmuştur. Fakat bunun yanı sıra Klaus’ta yepyeni bir yapım olmasına rağmen nostaljik bir yan esir alır seyircinin yüreğini. Nitekim yönetmenlerden Pablos’un niyetlerinden biri de bu nostaljiyi, artık tamamen dijital çizimlere dayanan animasyon tekniğini bir kenara bırakarak eski usulle yakalamaktır. Bunun için yapım stüdyosu el çizimi tekniğine yönelmiş, göz alıcı bir ışıklandırmayla analog-dijital uyumunu yeni bir üslupla yakalamıştır. Bu üslup Klaus’u diğer animasyonlardan farklı kılan özelliklerden biri olmuştur. Bir diğeri de trajedi unsurlarını yoğunlukla kurguya işlenmesidir. Noel kültürüne ait pek çok unsur, Yunan trajedilerindeki ölüm-kavuşma temalarıyla birleştirilmiş, buna ek olarak çocukların saf hayal dünyalarına yer verilmiştir. Bu zengin kurgu, filme klasik eser niteliği kazandırmıştır.
Her dakikasını büyük bir keyif ve tebessüm, belki biraz da gözyaşıyla izleyeceğiniz Klaus, bundan sonra yılbaşlarının geleneksel izleği olacak kuşkusuz!
Arthur Christmas (Yön. Sarah Smith, Barry Cook, 2011)
Noel heyecanını hediyelerin efendisi olarak bilinen ve küresel sistemin tüm olası hazlarıyla desteklediği Noel Baba mitinden besleyen Arthur Christmas, hikâyesini bu gizemli adamın aile hayatını yakın plana alarak ilerlemektedir.
Merak eden her çocuğun defalarca düşündüğü, nereden ve nasıl geldiği bilinmeyen bu gizemli adamla tanışma merasimi ve en saf duygularla hayal edilen hediyelerle buluşma anı Noel Baba’nın da sıradan bir insan olduğu gerçeğiyle netlik kazanmaktadır. Noel Baba’nın tıpkı öteki insanlar gibi bir aile babası olarak resmedilmesi ve insansı normlarla beslenmesi senaryonun dramatik yapısını güçlendirmekte ve genç seyirciler ile arasında güçlü bir organik bağ kurmaktadır. O da gülüyor, uyuyor, seviyor, yaşıyor ve yaşlanıyordur. Hediye şirketini iki oğlu ile işleten Noel Baba, artık yavaş yavaş koltuğunu evlatlarına teslim etmek ister. Arthur, kardeşine göre daha az deneyimsiz ve birkaç yaş küçüktür; ancak daha eğlenceli ve daha neşe doludur. Bu yüzden hediye paketleme ve dağıtım işlerini Arthur büyük bir titizlikle yönetmektedir.
Şans bu ya Noel Baba’nın her insana umut veren rengârenk ışıklarla, şekerlerle, süslü ağaçlarla ve geyiklerle bezenmiş renkli dünyası büyük bir karmaşanın merkezine doğru yolculuk etmeye başlar. Bu Noel’de büyük bir yanlışlık yapılır ve Arthur yapılan hatayı düzeltmek için canhıraş çalışır. Noel heyecanını Arthur Christmas ile paylaşmak isteyenler için filmin yönetmenleri Sarah Smith ve Barry Cook bu eğlenceli animasyon filminde yeni yıl hediyelerini seyirciye takdim ediyor. Asıl hediyenin yaşadığımız mutlu anların toplamı olduğunu biz büyük çocuklara bir kez daha hatırlatıyor.
Santa’s Apprentice (Yön. Luc Vinciguerra, 2010)
Uyumsuz bir tınıyla “Jingle Bells” mırıldanmakta olan çocuklar, bir mağazanın vitrinine özlemle bakmaktadırlar. Noel yaklaşmakta, ancak görünürde bir kar tanesi bile yoktur. Sörfçüler şortlarıyla yanlarından geçerler. Bu sırada dünyanın öbür ucundaki Noel Baba karla kaplı karargâhında, işinden atıldığına dair bir kabus görmektedir. Kural, 178 yıl sonra her Noel Baba’nın ren geyiğinin dizginlerini devralacak bir çırak bulması gerektiğini belirtmektedir. Şartlara göre çırağın ismi mutlaka Nicholas olmalı, çırak kimsesiz olmalı ve temiz bir kalbe sahip olmalıdır. Sidney’deki bir yetimhanede tam da bu şartlara uyan, ideal bir aday vardır. Ancak potansiyel görevi “çatılardan evlere hediye bırakmak” olan bir Noel Baba adayının işlerini hayli zorlaştıracak bir fobiye sahiptir: Yüksekten korkmak. Yine de Noel Baba ile birlikte Kuzey Kutbu’na giden Nicholas, eğitim sürecine başlar. Yedi yaşındaki çocuk, tüylü kırmızı kostümü giymeye layık olmak için bir dizi engeli, özellikle de yükseklik korkusunu aşmak zorundadır.
Santa’s Apprentice, geleneksel atmosferi ve yalın hikâye anlatımıyla sevimli bir animasyona dönüşen bir Fransız-Avustralya yapımıdır. Çağdaş animasyon filmlerinin çoğunda bulunan fantastik tarzdan kaçınan film, eski bir çizgi film görünümü veren, el çizimleri ve sulu boyalardan oluşan artık modası geçmiş animasyon teknikleriyle bezenir. Basit ve etkili bir hikâyeye sahip olmasına rağmen, -Nicholas’ın yetimhane arkadaşı Felix’in evlat edinilmesiyle ilgili bir alt konu gibi- ufak dokunuşlarla da süslenmiştir. Emeklilik gibi kaygıları olan bir Noel Baba’nın yanında, çocuklar arasında zorbalık gibi temalara da değinilerek sevimli bir hikâyeye ufak derinlikler katılır. Noel Baba’nın atölyesine ve şaşırtıcı oyuncak müzesine yapılan ziyaretten karla kaplı dağlarda simüle edilmiş bir kızak yolculuğuna kadar sade eğlenceler sunulur.
The Snowman (Yön. Dianne Jackson, Jimmy T. Murakami, 1982)
Diane Jackson ve Jimmy T. Murakami yönetmenliğinde, İngiliz yazar/illüstratör Raymond Briggs’in aynı isimli çocuk kitabından uyarlanan The Snowman (1982), nostaljik olduğu kadar büyülü ve melankolik bir yılbaşı hikâyesi. Herkesin yılbaşında izlenecekler listesinin olmazsa olmazı bu kısa animasyon filmi yılbaşının çocuksu, masumane yanını yansıtarak içimizi ısıtıyor.
İsimsiz bir çocuk yılbaşı sabahı yağan karı gördüğü gibi bahçeye fırlar ve kocaman bir kardan adam yapar. Saat gece yarısına geldiğinde ise kardan adam canlanır ve ikili herkes uyurken Kuzey Kutbu’na Noel Baba ile tanışmaya gider.
Özellikle İngiltere’de yılbaşı animasyon filmleri arasında önemli bir yere sahip olan The Snowman, yatmadan önce okuduğumuz masallarından farksız. Animasyon sanki hareketli bir masal kitabı gibi, bu sebepten dolayı nostaljik bir tat bırakıyor. Sessiz olmasıyla da bu özelliği pekiştirilmiş, zira filmin sadece açılışında bir monolog var. Filmin yaratıcısı Raymond Briggs tarafından yapılan açılışa ek olarak bir de David Bowie versiyonu mevcut. Ancak iki versiyonda da filmin geri kalanı aynı.
“Walking in the Air” şarkısıyla da hafızalara kazınan The Snowman, bir çocuk ile kardan adam arasındaki büyülü arkadaşlığı konu alıyor. Evden Kuzey Kutbu’na kadar uzanan bu arkadaşlık, maalesef sonunda yok olmaya mahkûm gözüküyor. Fakat hafızamızda yer edinen bir dostluk öylece eriyip gidebilir mi? Filmin seyirci tarafından gördüğü ilgi de aslında bu soruyu cevaplıyor.
A Christmas Carol (Yön. Robert Zemeckis, 2009)
Back to the Future, Forrest Gump gibi sinema tarihinin kült eserlerini hayata geçiren Robert Zemeckis’in yazıp yönettiği Charles Dickens uyarlaması A Christmas Carol (2009), yetişkinler için yer yer oldukça karanlık olanından bir Noel masalı.
Şehri donatan sıcak sarı ışıklar, renkli süslemeler ve karla kaplı bir Noel arifesinde tanıştığımız Ebenezer Scrooge (Jim Carrey), bir insan ne kadar aksi olabilirse o kadar aksi biri. Ne tüm şehri sarmış Noel ruhuna kapılır, ne de ufacık mutluluk kırıntısı içeren ritüellere iştirak eder. Yoksullara yüz çeviren, yardıma muhtaçlara bırakın yardım etmeyi nüfus artışına çözüm olarak ölmelerinde sakınca görmeyen, epey cimri ve iç sıkacak kadar nemrut bir karakter karşımızdaki. Hâl böyle olunca neşenin, mutluluğun tavan yaptığı Noel arifesinde, Scrooge katlanamadığı bu duyguları etrafında görmesiyle daha da acımasız biri haline gelir. Ancak, etrafına kök söktürüp mutsuzluğunu saçtıktan sonra evine geldiğinde karşılaşacağı beklenmedik ziyaretle artık eskisi gibi biri olamayacaktır.
Eski ortağı, yıllar önce yılın bu zamanlarında vefat etmiş Jacob Marley’nin fâni dünyada yaptıklarının yükünü taşıyan hayaleti, şöminesi başında oturan Scrooge’a davetsiz misafir olur. Hayattayken yaptığı kötülüklerin, ihtiyaç duyanları görmezden gelip varlık içine yaşadığı hayatının cefasını çeken hayalet, ortağına aksini yapması için telkinde bulunur ve iki farklı ruhun daha kendisini ziyarete geleceğini iletir.
Bu ruhların rehberliğinde Scrooge’un korkusunun gitgide arttığı, karanlık ve kimi zaman bir hayli tekinsiz bir yolculuğa çıkarız. Scrooge’un yalnız çocukluğundan aşık olduğu günlere, sonra da nasıl para ve zenginlik uğruna sevdiği kadını kaybettiğine tanık olurken, karakterin değişimine ve yalnızlaştıkça nasıl daha da bu hali benimsediğine tanık oluruz. Ancak peşinden sürüklendiği ruhların gösterdikleri şeyler ve verdikleri sarsıcı dersler ile günün sonunda Scrooge bambaşka birine dönüşür ve tüm bunları geride bırakıp şehrin Noel’i en şevkle kutlayan kişisi haline gelir.
Orijinal hikayenin ve animatik dünyanın bazı genel geçer tarz seçimleri sebebiyle kabul görülebilir olsa da, filmde aşırılık seviyesinde göze sokulan Noel, mutluluk, toplumsal değer mesajları yorucu bir tempo izlemekte. İzleyene herhangi bir alt mesaj düşünme alanı tanımaktansa söyleyeceklerini açık açık, tekrar ede ede söyleyen bir Noel klişesi yaratmasının en önemli sebebi de bu olarak görülebilir.
Ölüm ve kefaret gibi zor konseptleri karanlık stiller ile işleyişi ile net bir şekilde çocuklara değil yetişkinlere hitaben yaratılmış olan film; oldukça gerçekçi ve detaylı animasyonları, etkileyici müzikleri, Jim Carrey, Colin Firth, Gary Oldman gibi aktörleri bünyesinde bulunduran güçlü kadrosu ile, yüksek dozda göze sokmalı klişe Noel mesajlarına rağmen türün önemli örnekleri arasında yer almayı başarıyor. Charles Dickens’ın yıllar boyu defalarca farklı uyarlamaya malzeme olmuş ünlü eserinin yüksek estetik katkılar ile yeniden hayata geçirilmiş bir örneği olması da bu durumu destekler nitelikte.
Gremlins (Yön. Joe Dante, 1984)
Yeni yıl temalı filmler her daim insana huzur veren, içini kıpır kıpır eden, çocuklaştıran ve umutla besleyen filmlerdir. Yeni yıl filmlerinde oldukça kült olan ve hafızalarımızdan silinmeyen filmlerden bir tanesi de Joe Dante’nin yönetmenliğini yapmış olduğu eski bir yapım olan Gremlins (1984)’dir. Kocaman gözleri ve kulaklarıyla korkutucu, bir o kadar da sevimli tiplemesiyle hafızalara işlenen Gremlinler, korku-komedi filmi olarak listeye girer.
Rand Peltzer, bu zamana kadar hiçbir şey icat edememiş başarısız bir mucittir. New York’taki bir kasabaya gittiği sırada tesadüf eseri bir dükkana girer ve dikkatini çeken bir yaratığa rastlar. Yeni yılda ailesine sürpriz yaparak bu yaratığı satın alıp eve götürmek ister. Oğlu Billy için satın almak istediği yaratığı Çinli dükkan sahibi satmak istemez ancak ‘mogwai’ dediği bu yaratığı paraya ihtiyacı olduğu için satmak zorunda kalır.
Randall’ın Gizmo adını verdiği oldukça sevimli bu yaratıkla alakalı akılda kalması gereken önemli kurallar bulunur. Satıcı bu kuralları üzerine basa basa adama söyler. Bunlardan bir tanesi, bu sevimli yaratığa gece yarısından sonra ağlasa dahi yemek verilmemesi gerektiğidir. Ayrıca güneş ışığına maruz bırakılmamalı ve birkaç damladan fazla da su verilmemelidir. Bu kurallara uyulmadığı takdirde onları tehlikeli sonuçlar bekleyebilir.
Rand ve oğlu Billy, bu kuralları görmezden gelir ve dolayısıyla başları büyük bir derde girer. Gizmo’nun her biri ayrı sorun yaratacak olan beş adet kopyası oluşur. Onlar için oldukça mutlu başlayan hikâye artık korkutucu bir boyuta girer. Artık Gremlin adındaki tehlikeli ve sürekli aç gezinen birden fazla canavarla uğraşmak zorundadırlar.
Korku ve ütopik sinemada yerini alan ve 80’lerden bu yana günümüze ulaşan Gremlinler, yanlış kullanım sonucu tehlikeli bir varlığa dönüşen yaratıkları konu alır. Filmde kullanılan özel efektler ve seyirciyi tatmin edecek yılbaşı atmosferiyle birlikte Gremlinler, fazlasıyla konuşulan ve tartışmalara yol açan filmler arasına girmeyi başarır.
Ayrıca film, 1985 yılında Satürn Ödülleri’nde En İyi Yönetmen, En İyi Korku Filmi, En İyi Müzik, En İyi Özel Efekt ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dallarında da ödül kazanmıştır.
Nikolas (Yön. Gil Kenan, 2021)
Her yeni yıla girerken hepimizin tek bir beklentisi var. Umut… Yeni yılda umut ettiğimiz şeylerin gerçekleşmesini dileriz canı gönülden. Bu yüzden her yıl 1 Ocak’ı müthiş bir beklenti ile karşılar, eski yılın da bir an önce geçip gitmesini isteriz. Çünkü eski yılla ilgili daima kötü anılarımız kalmıştır aklımızda. Oysa bir önceki yıl da onu böyle heyecanla beklememiş miydik? Bu yıllar hep birbirinden kötü mü, yoksa biz biraz haksızlık mı yapıyoruz bu sayılara? Eski yılı bir an önce ardımızda bırakmayı isterken hayatın da geçip gittiğinin farkında değil miyiz? Çehov, Vişne Bahçesi’nde Firs’e ne dedirtmişti? “Hayat çekip gitti hiç yaşamamışım gibi…” Geçen gün ömürden… Yok bir farkı 31 Aralık’ın 1 Ocak’tan? Demem o ki, umut yalnızca yeni yılda değil a dostlar, umut doğan her yeni günde. O yüzden karartmayın sol memenizin altındaki cevahiri*. İnanın dünyayı güzellik kurtaracak**.
Bir Netflix filmi olan Nikolas da umudu arayan bir yeni yıl hikayesi. Soğuk bir kuzey ülkesinde kralla birlikte tüm halk umudunu yitirmiştir. Kral bir gün tüm tebaasını toplar ve içlerinde Elf ülkesine giderek umudu getirecek olana büyük bir ödül vereceğini açıklar. Küçük Nikolas’ın yoksul babası da sonunda büyük bir para ödülü olduğu beklentisiyle bu yolculuğa çıkmaya talip olur. Nikolas’ın annesi ölmüştür ve ona babasının yokluğunda dünyanın en kötü halası bakacaktır. Nikolas’ın tek tesellisi hayatına yeni giren faresidir. Bir de hatırından bir türlü çıkaramadığı, küçükken annesinin ona sürekli anlattığı bir masal kulaklarındadır. Bir gün şans eseri, annesinin ona diktiği kukuletanın içine Elf ülkesinin yerini gösteren haritanın işlendiğini fark eder ve yanına faresini de alarak hem babasını hem de bu Elf ülkesini bulmak için yola çıkar. Nikolas bu yolculuğunda pek çok arkadaş edindiği gibi çok acı tecrübeler de kazanır ancak en sonunda umut etmenin yolunun insanlara umut vermekten geçtiğini keşfeder.
Bu güzel mavi gezegendeki tüm canlılara iyi bir yıl dilerim…
*Nazım Hikmet’in Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler adlı şiirinin son dizesi.
**Dostoyevski’nin Budala adlı romanında geçen bir cümle. Zülfü Livaneli’nin Ada adlı şarkısı ile meşhur olmuştur. Ve tabii ardından gelen Sait Faik’in Alemdağı’nda Var Bir Yılan öyküsünde geçen “Bir insanı sevmekle başlayacak her şey.” cümlesiyle birlikte.