İnsanlık tarihinin ve felsefenin en kapsamlı konularından olan anlam arayışı, kendisini türlü teorilerle ve yaklaşımlarla açıklanmaya tabi kılmıştır. Hayatın anlamını “anlamsızlıkta” arayanlar ise nihilizm temsilcileri olarak felsefe tarihinde yerlerini almışlardır. Her şeyin anlamdan yoksun olduğunu savunan nihilistler, iradenin özgürlüğünü, salt doğruluğu, ahlâk ve değer yargılarını reddederler.
Birçok felsefi akım gibi nihilizmin esintilerini de sinemada, birçok karakterin tasvirinde görmek mümkün. Kasvetli ve depresif bir benliği anımsatan nihilizm, ilk karşılaşma genellikle korkunç ve kötümser olarak deneyimlenir. Çünkü nihilizm, daha önce benliğimizi temellendirdiğimiz değerli “gerçeklere” olan güvenimizi buharlaştırarak, kendisini en yüksek ideallerimiz için bir tehdit olarak ilan eder. Hiçbir şeyin kesin olmadığı, hiçbir şeyin anlamının olmadığı ve dünyanın gerçek dışı göründüğü; yabancı, tehditkâr ve gizemli bir alanın karanlığında sürüklenilen bir dünya gibi betimlenir. İnsan, daha önce bağlı olduğu yol göstericilerinin artık güvenilemez hâle getirildiği bir krize sürüklenir. Bu kriz genellikle bir umutsuzluk iniltisiyle karşılanır. Nihilizmin açığa çıkması, insanlığı amaçsız, anlamsız bırakan bir boşluk hissiyatı olarak tezahür eder.
Sinemada da nihilizm, genellikle bu tanımlamalar ışığında sergilenir ve umutsuzluğa düşmüş karakterler üzerinden tasvir edilir. Fakat nihilizm, umutsuzluğun sonsuzluğunu yinelemekten ziyade, onu kucaklamak olarak da ifade edilebilir. Bu umutsuzluk bir fırsattır, çünkü bize kibrimizin yanlış bir üstünlük duygusundan kaynaklandığını, güçlerimizi abarttığımızı ve geçmiş küstahlığımızdan vazgeçebilecek durumda olduğumuzu ifşa eder. Nihilizm, bizi cılızlığımızla, başarısızlıklarımızla ve sonluluğumuzla yüzleşmeye zorlayarak gerçek dünyaya indirir.
Dancer in the Dark (Yön. Lars von Trier, 2000)
Film, oğlunu ABD’de yetiştiren Çekoslovak bir kadının öyküsünü konu alır. Müziğe tutkusu olan Selma’nın Hollywood müzikallerine doğru giden hayalleri vardır. Fakat onun bu hayallerine taş koyacak bir rahatsızlığı bulunur. Giderek görme yetisini kaybeden Selma, oğlunun aynı kaderi paylaşmaması için tedavi parası biriktirmek zorundadır. Selma’nın yolu, kendisi için korkunç bir ikilem yaratan bir polisle kesişir. Ana karakter Selma, sadece körlüğüyle yüzleşmekle kalmayıp aynı zamanda da adalet için savaşmak zorundadır.
Von Trier, nihilizmin bir neden-sonuç süreci, bir tepki olduğunu gösterir. Bu film, kötülüğün değil, nihilizmin karşısında iyiliğin hiçliğinin resmini sunar. Nihilizm iyi ile kötü arasındaki farkı inkâr ettiği için her şey grileşir. En inandırıcı biçimiyle kozmik bir nihilizm yaratılır. Lirik ve rahatsız edici tonlar arasında dengelenmiş bu müzikal, görsel olarak fazla keskinleşmeden nihilizmin yüzeye çıktığını gösterir. Selma, parlak müzik dünyası ile karanlık gerçeklik arasında gidip gelir. Trier, psikolojik olarak heyecan verici ve felsefi olarak derinlikli bir film sunar.
Fargo (Yön. Coen Kardeşler, 1996)
Jerry, maddi sorunları olan bir adamdır ve bu sorunu çözmek için kendi karısını kaçırmak gibi bir plân kurgular. Bunun için iki kişiyi görevlendirir. Amacı fidye isteyerek zengin kayınpederinden para koparmaktır. Bu ilginç plân, çok fazla kan, çılgınlık ve sinizm için zemin hazırlar.
Fargo tamamen nihilist bir yapım olarak tanımlanamaz. Ancak iki katilden biri olan Gaer nihilist özelliklerle donatılmıştır. Filmin sonunda adalet için net bir zafer görülmez. Bu yüzden izleyici, katilin somutlaştırdığı değerlerin tamamen yokluğu nedeniyle, çaresizlik hissi ile baş başa bırakılır. İki nihilist sinemacının (Coen Kardeşler) baş yapıtlarından biri olan Fargo, biraz sert ve alaycı dokusuyla, nihilist bir tanımlamadan daha fazlasına sahip bir yapım olarak öne çıkar.
Synecdoche, New York (Yön. Charlie Kaufman, 2008)
Caden Cotard, New York’ta bir tiyatro yönetmenidir. Karısı ve kızı tarafından terkedildikten sonra kendi başına kalan Caden, bir dizi zihinsel buhranın içine sürüklenir. Giderek daha da sefil bir hâle bürünen hayatı onu kasvetli bir yaşama sürükler. Kendini önemli hissetmek adına, hayatı boyunca kaçındığı acımasız gerçeklerinin tuzağına düşmüş, gerçekleşmemiş arzularıyla ve hırslarıyla baş başa kalmıştır. Kendisini oyununa adadıkça, hayatındaki kurgu ve gerçeklik arasındaki sınırlar giderek bulanıklaşmaya başlar. Kaufman’ın ilk yönetmenlik deneyimi olan film, Caden’in romantik karamsarlığına ve duygusal nihilizmine doğru bir yelken açar.
No Country for Old Men (Yön. Coen Kardeşler, 2007)
Coen Kardeşler, filmlerinde nihilizm doneleriyle oynamayı seven bir yönetmen ikilisi olarak tanımlanabilir. Ancak bu filmde, muhtemelen nihilist bir yazar tarafından yazılmış bir romana dayanması gerçeğinden dolayı bu esintiler doruk noktasına ulaşır.
Bir adam, bir suç çatışmasından sonra büyük miktarda para bulur ve bunu kendisi için saklamaya çalışır. Sorun şu ki, bir başkası paranın orada olduğunu bilmektedir. Acımasız katil Chirugh onun peşine düşer. Bu arada şerif, ölümünü önlemek için Moss’u aramaya başlar.
İlgi çekici bir olay örgüsünün yanı sıra film, suikastçıların ve hırsızların nihilist dünyasını sunar. Özellikle Javier Bardem tarafından canlandırılan seri katil karakteri, saf nihilizmin mükemmel bir temsilidir.
Naked (Yön. Mike Leigh, 1993)
Bir tecavüz vakası işleyen Johnny, Manchester’dan Londra’ya kaçar. Gidecek başka yeri olmadığı için eski kız arkadaşı Louise’in evine gider, ancak onun evde olmadığını fark eder. Louise’in ev arkadaşı Sophie onu karşılar. Johnny onunla flört etmeye başlar. Bir süre sonra Louise eve döndüğünde ikisini sarhoş bulur. İşleri yolunda gitmeyen Johnny, anlamsızlık girdabında boğulmaya başlar. Kendini Londra sokaklarına vurur ve nihilist bir yolculuğa çıkar.
Film, hayata dair umutsuz notlarla doludur. İnsanlığın zavallı varoluşunda sonsuza kadar topallamaya devam edeceğine, dünyanın sonunun bir an önce gelmesi için yalvaracağına dair duygular iletilir. Kötümser ve kasvetli bir film gibi görünse de, bu dünyadaki herkesin acı çektiğini ve bunu kabullenmeyi çabaladığımıza dair dayanışma duygusunun varlığına dair işaretler barındırır.
La Grande Bouffe (Yön. Marco Ferreri, 1973)
Nihilist filmlerin ve karakterlerin usta yönetmeni olan Marco Ferreri’nin bu yapımında, dört zengin burjuva bir villada buluşmaya karar verirler. Plânları ölümüne yemek yemektir. Bu aldatıcı derecede basit olay örgüsü, sinematik okyanusta bir inci oluşturur. Filmi yeniden düşünen ve irdeleyen izleyiciye bu basit örgüden çok daha fazlasını verir.
Filmin ilk yarısı açıkça komik, neredeyse groteskken, ikinci yarısı kesinlikle dramatik ve üzücü hâle gelir. İçlerinden birinin ölmeye karar verdiği an geldiğinde ilginç bir sekans yaratılır. Marco Ferreri, zenginliğin nasıl sahte mutluluklar getirebileceğini gözler önüne serer. Film, birinci bölümün komik tonundan ikinci bölümün melankolik dokusuna keskin, fakat son derece dengeli bir şekilde geçiş yapar.
A Serious Man (Yön. Coen Kardeşler, 2009)
Fizik profesörü olan Larry’nin hayatı birçok talihsiz ve mutsuz olaylar zincirine maruz kalır. Eşi onu terk etmiştir, işsiz kardeşi yanına yerleşmiştir ve işiyle ilgili çalışma başvurusu reddedilmek üzeredir. Tüm bunların yanında bir yandan da kendisine gönderilen rüşvet teklifleriyle baş etmeye çalışmaktadır. Bu durumlardan kurtulmak için hahamlarda çareyi arar.
Coen Kardeşler’in filmlerinde sıkça şahit olduğumuz nihilist esintiler bu yapımda da gözlemlenir. Çizilen sinematik dünyada, olayların ve durumların hiçbir anlamı yoktur, amaçlar anlamsızdır. A Serious Man’in ana damarı da bu fikirlerle bezelidir. Larry’nin başarısız denemeleri her daim sonuçsuz, anlamsız ve değersizdir.