Sonne (Yön. Kurdwin Ayub)
Üç kız arkadaşın parodi niteliğinde çektikleri bir video onları nereye kadar sürükleyebilir? Gençler nezdinde İslam Hristiyanlık arası kültür çatışması ne ölçüdedir? İnsan, kültürü ve dini çerçevesinde mi değerlendirilmelidir?
Kurdwin Ayub, dünya prömiyerini Berlinale’in Encounters bölümünde yapan ilk kurgu uzun metrajı olan Sonne’de yukarıdaki sorunlara cevap arıyor; alternatif çözümler üretmek yerine iki tarafa da söz hakkı veriyor. Fakat söz hakkı dağıtımını eşit şekilde yaptığını söylemek güç. Diğer bir taraftansa ortada durmak gibi bir derdi yok, başörtüsü takan Müslüman baş karakterin tarafında durmayı seçiyor. Bu, oldukça doğal bir davranış çünkü kendisi de bir Irak Kürt’ü. Avusturya’da büyüdüğü için o kültüre de hâkim olması, düşünsel ve biçimsel olarak orijinal bir iş ortaya çıkmasını sağlıyor. Fakat bunların hiçbirini olması gerektiği kadar kurcalamıyor, eleştirilerini ve dertlerini yüzeysel biçimde ortaya koyuyor. iPhone ile çekilen ara sekansları çok fazla uzatması, bir yerden sonra kabak tadı veriyor ve filme zarar vermeye başlıyor. İlk uzun metrajında kafasındaki sorunların hepsine değinmeye çalışmış olduğu izlemini veren Ayub, sanki tek bir film çekme hakkı varmış ve onu kullanmış izlenimini yaratıyor. Çok fazla şey hakkında çok az konuşması, potansiyeli çok yüksek olan bu filmi ne yazık ki vasat bir seviyede tutuyor. Yine de, kurguda ve kamerada gösterdiği hüner, ileriki yıllarda iyi projelerle beyazperdede kalmaya devam edecek bir yönetmenin doğuşunu müjdeliyor.
Puan: 2/5
Les Passagers de Nuit (Yön. Mikhaël Hers)
Kocası tarafından terk edilen ve iş sahibi olmayan Elisabeth, çocuklarına bakabilmek için bir radyoda çalışmaya başlar. Radyoya konuk olarak gelen evsiz Talulah’ya evindeki bir odayı verir. Bundan sonraki süreçti ailenin dört yıllık hayatına konuk oluruz.
Şu ana kadar gösterimi yapılmış filmlerden Altın Ayı’ya en yakın olanı Mikhaël Hers imzalı Les Passagers de Nuit olsa gerek. Seksenler Paris’indeki ortalama gelirli bir ailenin hayatına konuk olduğumuz iki saat boyunca onların hayat mücadelelerini büyük bir keyif içerisinde izliyorsunuz. Charlotte Gainsbourg’un canlandırdığı Elisabeth’i odağına alan film, yönetmenin deyişiyle “Çocukluğunun Fransa’sını” yansıtmak konusunda oldukça başarılı. Bunu döneme ait ve günlük yaşamı yansıtan videoları da filme ekleyerek ve bazı sekansları bu videoların çekildiği teknikleri ve kameraları kullanarak gerçekleştirmiş. Antichrist (2009), Melancholia (2011) ve Nymphomaniac (2013) gibi aykırı son dönem filmlerdekinden tamamen zıt bir karakter çiziyor: Kırılgan, naif… Filmin herhangi bir probleme çözüm üretme veya toplumsal sorunlara parmak basma gibi bir kaygısı yok. Hissiyat yaratma, o yıllara geri dönme ve karakterlerin dünyasına seyirciyi dahil etme çabası var; ki bunu başarmak konusunda oldukça başarılı. Gainsbourg’un da ayrıca En İyi Oyuncu ödülünün en büyük adayı olduğunu belirteyim.
Puan: 5/5
Call Jane (Yön. Phyllis Nagy)
Gebeliğinin kendisine ölümcül olabilecek sonuçları olabileceğini öğrenen Joy, kürtaj yasak olduğu için bebeğini kaybedeceğini öğrenir. Yasadışı yoldan halletmeye çalışsa da ilk seferinde başarılı olamaz. Şans eseri numarasını bulduğu Jane’e kürtaj olmaya gider. Jane bir kişi değil, zor durumdaki kadınlara kürtaj desteği veren bir kolektiftir. Joy, hayatını buraya adamaya karar verir.
Prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapan Phyllis Nagy’nin son filmi Call Jane, gerçek bir hikâyeden uyarlanmış. Amerika’da kürtajın yasak olduğu dönemde kadınların yaşadığı sıkıntıları ana eksene alarak daha pek çok probleme değinmiş. “Yasaya uygun davranmak mı doğru olanı yapmak mı” ikileminden tutun ırkçılığa kadar geniş bir problematik yelpazesine sahip. Sorular karşısında ise seyirci ile herhangi bir tartışmaya girmeden oldukça naif bir biçimde dönemi yansıtıyor. Her ne kadar geçtiğimiz sene Viennale’de Altın Ayı’yı kazanan L’événement (2021) ile ilk yarım saatinde benzer etkiyi uyandırsa da sonrasında bu kabuktan çıkıp ayakları yere basan bir hikâyeye dönüşüyor. Film, tıkır tıkır ilerleyen bir dramaya sahip olsa da seyircinin zihninde yer edinen ustalık işi bir feminist anlatıdan ziyade tatlı bir seyirlikten olarak kalıyor.
Puan: 3.25/5
Occhiali Neri (Yön. Dario Argento)
Beyaz vanı ile hayat kadınlarını öldüren katil, son hedefini öldürmeye çalışır fakat başaramaz; kadını kör bırakır. Kadını bundan sonra zorlu bir süreç bekliyordur
Yaşayan efsane Dario Argento’nun son filmi Occhiali Neri (2022) dünya prömiyerini Berlinale’in Berlinale Special bölümde yaptı. Gerilim türündeki filmi klasik bir Argento yapıtı olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Kendisinin sinemasında gördüğümüz bütün tematik özelliklere sahip. Filmin pozitif iki yanı var: Arnaud Rebotini’nin doyumsuz müzikleri ve Argento’nun rejisi. Ancak bu olumlu özellikler ve şiddet ve kan dozu yüksek olan sahneler, filmi kurtaramıyor.
Puan: 1/5