Good Luck to You, Leo Grande (Yön. Sophie Hyde)
Tekdüze bir hayat sürmüş Nancy Strokes, cinsel açıdan hiç tatmin olmamıştır. Bu isteğini gerçekleştirmek için tuttuğu jigolo Leo Grande ile tek odada geçen geceler geçirirler. Nancy’ye adeta cinsel terapist olarak yardımda bulunan Grande, hayatıyla ilgili önemli dersleri ise Nancy’den alır. İkili dostluk ve arzu arasında salınır durur.
Festivalde gösterilen komedi türündeki filmler arasında şüphesiz en iddialısı Good Luck to You, Leo Grande olsa gerek. Tek mekânda geçen ve yalnızca iki oyuncudan oluşan kadrosu ile biçimsel olarak da farklı bir deneyim vadediyor. Filmin asıl başarısının ise nüktedan dili ve absürtlüğün alt metnindeki zenginliğin olduğunu söylemek zor değil. Kadınların toplumsal konumu ile alakalı çok önemli şeyler söylüyor yönetmen Sophie Hyde. Bunların yanında Emma Thompson, kusursuz ve etkileyici performansı ile ışıldıyor. Ona eşlik eden Daryl McCormack’in ise ondan aşağı kalır yani yok. Hikâye içinde seyircinin duygularını yönlendirmeyi çok iyi başaran senarist ve yönetmeni tebrik etmek gerek.
Puan: 4.5/5
Un Ano, Uno Noche (Yön. Isaki Lacuesta)
Bir konser esnasında teröristlerin saldırısına uğrayan mekânda bulunan Ramon ve Céline’in ilişkisinin dinamikleri, yaşadıkları şokun ve korkunun etkisiyle farklılaşır. İkilinin kişiliklerindeki gözle görülür değişim, bir sene boyunca takip edilir.
72. Berlinale’in iddiali yapımlarından olan Un Ano, Uno Noche, başarılı oyuncular Noémie Merlant ve Nahuel Perez Biscayart’ın kusursuz performanslarından güç bulan yapımın rejisinde Isaki Lacuesta bulunuyor. Daha önce Goya ve San Sebastian’da ödüller toplamış Lacuesta’nın aslında uluslararası çaptaki en büyük projesi olan film, çok yakın bir tarihteki, 2015’te 90 insanın ölümü ile sonuçlanan Bataclan saldırısını merkezine alarak ikili ilişkilerin “shellshock” sonrası dinamiklerindeki olası değişimleri sorguluyor. Merlant’ın canlandırdığı Céline daha ağırbaşlı bir duruş sergilerken anksiyetesiyle başa çıkmaya çalışan Ramon’un kusursuza yakın ilişkisini gün geçtikte aşağıya çekilişini izlemek seyirciye aslında biraz acı veriyor. Çünkü herkesin hayatında çok iyi giden bir ilişkisi aniden kötüye evirilmiş ve mutsuz sonla bitmiştir. Tek bir ülkenin etkisi altında kaldığı bir terörist saldırıyı bu şekilde evrenselleştirmiş oluyor. Filmin gücü aslında çok basit olan bu formülden geliyor. Cast seçiminin ve oyunculukların başarısı, senaryoyu olduğundan bir gömlek daha yukarı taşımış ve bu sayede hafızalarda yer eden bir anlatıya dönüşüvermiş.
Puan: 3.25/5
Aşk, Mark ve Ölüm (Yön. Cem Kaya)
Aynı adlı şarkının dizeleri ile başlıyor belgesel. Ardından saykodelik ve epileptik görüntülerle birlikte Almanya’ya göçen Türklerin aşırı kaçan eğlence anlayışlarını görüyoruz. Geri kalan doksan dakikada ise “misafir göçmen” Türklerin oradaki müzikal çalışmalarına yer veriliyor.
Festivalin Panaroma bölümünde yer alan Aşk, Mark ve Ölüm ismini aynı adlı şarkıdan alıyor. Gerek kurgusu, gerek arşiv kullanımı, gerek olay örgüsü ile Berlinale’deki en önemli ve özgün çalışmalardan biri olarak öne çıkıyor. Ayrıca, saklı kalmış bir kültür hazinesinin de böylece kapağı açılmış oluyor. Bu zengin belgeselin vadettiği yalnızca müzik değil; ırkçılık, milliyetçilik, işçi hakları ve daha birçok şey hakkında derin okumalar da sunuyor. Bunların yanında belirtmemiz gerekir ki Türk milletinin kültürel kodlarına tam oturan bu film, uluslararası arenada önemli bir yolculuk vadetmiyor. Fakat Türkiye ve Almanya’yı kasıp kavuracağı kesin. Yönetmenin Motör’den (2014) sonra bu filmle de önemli bir sükse yakalayacağı kesin.
Puan: 5/5
Baqyt (Yön. Askar Uzabaev)
Bir kozmetik markasında röprezant olarak çalışan kadın, kocasından şiddet görmektedir. Başkalarına markasının vadettiği mutluluğu (Kazakçası: Baqyt) hayatında da bulmaya çalışır, kocasından ayrılmayı dener; fakat önüne zorlu bir yol çıkar.
Kazak yönetmen Askar Uzabaev’in iddialı çalışması Baqyt, Panorama Seyirci Özel Ödülü’nün sahibi oldu. Ülkesinde kadının toplumdaki ve aile hayatındaki yerini ve kadın cinayetlerini çarpıcı ve korkusuzca anlatan bir yapıya sahip. Aynı temayı işleyen filmlerin düştüğü politik kaygıları korkusuzca yıkan Uzabaev, şiddete ve ataerkil dile seyircinin gerçeklerle yüzleşmesini sağlamak amacıyla başvuruyor. Hikâyeyi güçlendirmek için oluşturduğu yan hikayeler, her ne kadar senaryoyu güçlendirse de kâğıt üzerindeki potansiyelini tam olarak perdeye yansıtamıyor. Yine de Berlinale’in en güçlü yapımlarından biri olarak öne çıkıyor.
Puan: 4.5/5