Mükemmele ulaşma arzusu, insanın anlam arayışında ve kendini geliştirmesinde büyüleyici bir dürtü olmasına rağmen; hırsla birleştiğinde tehlikeli boyutlara geçebilen bir özellik. Hayatın her alanında kendini gösterebilen “en iyi”ye ulaşma, hatasız olma çabası, rekabetçi kulvarlarda kendini daha çarpıcı biçimde sergiler. Erişilmesi imkânsız olana umutsuzca ulaşma çabasına dönüşür. Lauren Hadaway’in heyecan verici filmi The Novice (2021), başarılı bir üniversite öğrencisi olan ve kürek takımına katılmayı hedefleyen Alex’in (Isabelle Fuhrman) mükemmeliyetçi dünyasını odağına alır. Hadaway’in ses editörü olarak gelişen önceki kariyeriyle ve üniversiteli bir kürekçi olarak kişisel deneyimleriyle bezenmiş yapım, yönetmenin adeta bir katarsisi, bir geçmişe yolculuğu niteliği taşır.
Üniversitede birinci sınıf öğrencisi olan Alex Dall, kürek takımına katılmaya karar verir. Hayatının her alanında kusursuz olmayı hedefleyen Alex‘in bu özelliği, söz konusu kürek sporu olduğunda da kendisini gösterir. Takımdaki en iyi çaylak olma konusundaki amansız arayışı, her geçen saniye daha da korkutucu hâle gelen psikolojik bir yolculuğa dönüşür.
Alex’in mizacı, tüm bu yolculuğunda sergilediği sessiz, fakat fark edilir eylemlerle aktarılır. Antrenman odasında ve suda geçirdiği saatlerin yanı sıra, günlük hayatındaki doneler de Alex’in karakterine dair ipuçları barındırır. Ders saatlerinin her dakikasını kullanır. Üç dört kez çalışmalarının üzerinden geçer; yine de sonuçlardan asla memnun olmaz. Okulunun kürek takımına katıldığında da aynı yaklaşımı benimser. Hayatında daha once küreğe dokunmamış olması onun için hiçbir şey ifade etmez. Ne olursa olsun bunda da başarılı olmaya kendini adamıştır. Aksi bir senaryoyu asla düşünmez.
Hadaway, çeşitli tekniklerle Alex’in çılgınca tutunduğu kusursuzluk sevdasını yansıtmayı başarıyor. Yarış veya antrenman sekanslarında dinamik ve araya giren kamera hareketleriyle, pürüzlü bir kurgu stili kullanarak, sorunlu kahramanın asla dinlenmeyen zihninin doğasını deneyimlememize izin veriyor. Bu yaklaşım, Alex’in nasıl acı çektiğini ve neden duramadığını anlamamız için hayati önem taşıyor. Hadaway ve görüntü yönetmeni Todd Martin, Alex’in yüzünün tüm açılarından yakın çekimleriyle onun iç mücadelelerini aktarmaya yardımcı oluyor. Alex’in insanüstü bir çalışma standardına ulaşmaya çalışırken tüm vücudunda hissettiği acıyı izleyiciye hissettiriyor ve yolculuğun fiziksel yönünü de bu sayede yakalıyor. Hadaway bizi Alex’in öznelliğine o kadar çekiyor ki, bazen ürkütücü ve bazen harika bir şekilde sarhoş edici olan her türlü psikolojik durumunu, işitsel ve görsel olarak yaşatıyor. Fuhrman, canlandırdığı zorlu karaktere yaklaşımında dengeli bir şekilde kararlı görünüyor. Fiziksel durumunu olduğu kadar duygusal detayları da övgüye değer bir şevkle üstleniyor ve hepsini son derece çarpıcı biçimde izleyiciye hissettirme konusunda büyük rol oynuyor. Alex, sempati duyulması zor bir karakter olsa da; Fuhrman bir oyuncu olarak izleyiciyi çelişkili duygularla baş başa bırakıyor ve onun bu ışıltılı performansı Hadway’in karakterizasyonunun en önemli parçasını oluşturuyor.
Tüm bu unsurlar ne kadar iyi olursa olsun, senaryodaki ve olay örgüsündeki bazı eksiklikler filmin kusurlu tarafları olarak göze çarpıyor. Hadaway, Alex’in neden böyle davrandığına dair bize hiçbir zaman somut bir neden vermiyor. Yoğun rekabet dürtüsü, kendini kanıtlama çabasını doğuruyor; ancak kime veya hangi nedenle olduğu asla tam olarak belirtilmiyor. Bu durum, izleyiciyi Alex’in bilinçsizliğine ve farkında olmadığı içgüdülerine yönlendiriyor. Baştan sona bazı belirsiz dokunuşlar var, ama onun geçmişine asla girilmiyor ve aile hayatınının incelenmiyor oluşu bazı noktaları bulanık bırakıyor. Anlatı ilerledikçe Alex’in geçmişi hakkında daha fazla şey öğreniyor olsak da; film, Alex’in zihninin nasıl çalıştığına dair daha fazla içgörü edinmekten yoksun bırakıyor. Böylece izleyici olarak onunla net bir bağlantı kuramıyoruz. Fuhrman’ın fantastik başrol performansı bu tip kusurların bir kısmını tolere etmeyi sağlasa bile, karakterin derinlerine inmeye engel olan eksiklikler göze batıyor.
Hadaway’in cesur, kendine güvenen yönü, Alex’in vücuduna yüklediği aşırı yükü ve neden olduğu zihinsel parçalanmayı göstermek için çeşitli teknikler kullanan saplantılı dürtüsüyle uyum sağlıyor. Gittikçe ritmi yükselterek gerilimi artırıyor ve Darren Aronofsky benzeri bir ruh hâline getirerek, filmi Black Swan (2010) veya Whiplash (2014) ile benzer bir ritme sokuyor. Film, başarıyı yakalamak için elinden geleni yapan bir üniversite birinci sınıf öğrencisinin klasik bir hikâyesine hizmet etmek yerine; günümüz çağının gereksiz kişisel rekabetlere yol açan karanlık yönüne pencere açma işlevi görüyor. Günümüzün zorlu dünyasında, çocukların ve gençlerin üzerine giydirilmiş gerçekçi olmayan beklentilere dair nüktedan dokunuşlar sergileniyor. The Novice, Lauren Hadaway’in ilk yönetmenlik denemesi olsa da; hassasiyet, görsel estetik ve saf sanatsal irade ile bezenmiş bir film olarak 2021’in öne çıkan yapımlarından biri olarak dikkat çekiyor. Zanaatında tartışmasız bir ustalığa sahip ve en önemlisi, söyleyecek sözü olan cüretkar bir film yapımcısını tanıtan, şaşırtıcı, benzersiz ve ustaca bir çıkış olarak beliriyor.