29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metraj kategorisinde yarışan Bana Karanlığını Anlat filmi hakkında yönetmen Gizem Kızıl ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. İyi okumalar…
Bu yıl Adana Altın Koza Film Festivali’nde 8 ulusal yarışma filminin 4’ü kadın yönetmenlerin imzasını taşıyor. Yarışma seçkisinde cinsiyet eşitliğinin sağlanmasını da göz önünde bulundurarak sinemamızda kadın konulu hikâyelerin kadın bakış açısıyla anlatılmaya başlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben açıkçası bu söylemin de değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü buradaki varlığımın cinsiyetim üzerinden değerlendirilmesinden mutlu değilim. Siz sordunuz diye söylemiyorum, bunu hepimiz yapıyoruz aslında. Madem bu yola girdik, burada söylemimizi de değiştirip “Ben yönetmen olarak buradayım” demek, olaya kadın yönetmen-erkek yönetmen olarak bakmamak gerekiyor. Ben bir film yaptım, demek ki bu film birilerine dokundu ve festivale bu yüzden seçildi diye düşünüyorum. Kaç tane kadın seçildi, kaç tane erkek seçildi, bununla ilgilenmedim bile. Tam tersine, girdiğim filmleri kendi bakış açımla değerlendirirken bana hitap edip etmemesine bakıyorum.
Aslında şunu söylemeye çalıştık: Uzun yıllar eril bakış açısıyla kadın hikâyeleri izledik ama bu artık kırılıyor. Bu hikâyeyi kadınların anlatması bambaşka, erkeklerin anlatması bambaşkadır. Haliyle bu tarz örneklerin artmasından çok mutluyuz.
Tabii, bu soru üzerinden bunu dile getirmeyi çok istiyorum. Çünkü bu hepimizin yaptığı bir hata ve hemen düzelecek bir şey de değil. “Biz söylemimizi değiştireceğiz ve hemen ertesi gün her şey değişecek” demiyorum ama bence bu durum yavaş yavaş evrilecek.
Bana Karanlığını Anlat, prömiyerini 41. İstanbul Film Festivali’nde gerçekleştirdi ve festival yolculuğuna Adana’da devam ediyor. Sizin bu süreçte seyirciyle kurduğunuz iletişim nasıldı? Söyleşilerde aldığınız etkileşimleri de düşündüğünüzde beklentilerinizi karşılayan ve/veya karşılamayan noktalar neler oldu?
Özellikle Adana seyircisi beni çok mutlu etti. İstanbul’da da öyle olmuştu. İstanbul’da ilk defa seyirciyle buluşmuştuk. Benim filmim kara komedi. Burası komik olsun diye yazmadım ama yazarken eğlendiğim sahneler vardı. Sizi hiç tanımayan birinin izlerken bu sahnelere tepki veriyor, gülüyor olması bambaşka bir şey. Birileri seninle aynı düşünüyor, demek ki evde kendi kendine saçmalamamışsın diye düşünüyorsun. İstanbul’da çok mutluydum. Adana’da çok çok daha mutlu oldum çünkü gerçekten seyircilerin soru-cevap kısmında sordukları sorular, söyledikleri sözler; bana evde tek başıma düşündüğüm her şeyin karşılığı varmış gibi hissettirdi.
Film bir cenaze ortamında geçiyor. Herkes hüzünlü ama bir yandan da hayat devam ediyor. Herkesin aklına alakasız şeyler takılıyor ve bunu dillendirmeden duramıyorlar. İnce detaylar çok güzeldi gerçekten.
Hayatın kendisi zaten komik bir şeydir. Kara komedinin olayı o. Burada dönen dramatik bir olayı yarın kendi aramızda gülerek konuşacağız.
Aslında son derece gündelik sayılabilecek bir yüzleşme hikâyesini “gasilhane” gibi sıra dışı bir mekân üzerinden anlatıyorsunuz. Senaryonun yazım süreci nasıl başladı? Hikâyenin çıkış motivasyonu neydi? Karakter ilişkilerini kurarken size ilham olan filmler/karakterler var mıydı?
Senaryoyu yazarken bu bir film olsun diye yazmaya başlamamıştım. Hikâyeyi daha çok o dönem yaşadığım durumlarla alakalı bir iç dökme olarak kurguladım. O dönem dedemin vefat etmesi, sonrasında gasilhane üzerine izlediğim bir belgesel, gasilhanenin o gerçekliği, yalınlığı, cenaze evinde yaşanan o aile durumu gibi etkenler en önemli motivasyon kaynağımdı. Bir filmden veya kitaptan değil de yaşadıklarımdan, etrafımdakilerden etkilenerek başladım yazmaya.
Gasilhanede yapılagelen şey, aslında bir gassal için çok sıradandır. Ama bizim için alışılmadık bir eylem. O nedenle insanlar sürekli “Şimdi ne olacak?” diye soruyor. Gassal, filmin absürtlük dozu açısından etkili bir karakterdi. Siz bu konuda neler söylersiniz?
Gassalda dikkat etmeye çalıştığım şey, Selim Can’la birlikte ete kemiğe büründü. Şöyle bir şey var, cenazede bir kadın ve bir erkek baş başa kalıyor. Selim Can karakterinin sürekli Nermin’le ilgileniyor olması ters tepki de yaratabilirdi ama o kadar cinsiyetsiz bir karakter ortaya çıktı ki hiçbir gerilim oluşmadı. O anlamda şanslıydım. Selim Can tam istediğim gibi bir oyunculuk sergiledi.
Tam tersi, yoldaşlık bile yaptılar.
Yoldaşlık yaptılar aslında evet. Fehmi karakteri oradaki saf melek gibi aslında, her şeyi söylüyor. İyi veya kötü de değil, kadın veya erkek de değil. Öyle olunca da diğer karakterleri bize yansıtan, aynalayan karakter oldu.
Tek bir bina etrafında birden fazla yüzleşmeye tanık olduğumuz, yer yer bir tiyatro oyununu andıran filme tek mekân filmi demek sanırım yanlış olmaz. Bu, senaryo fikri ortaya çıkmadan önce tasarladığınız bir şey miydi? Mekân seçimi ve organizasyon sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?
Aslında tek mekânın içinde birçok mekân gibi kurguladık. Sanat yönetmenimiz Atilla Çelik sayesinde şahane bir dekor yaptık. Hayal ettiğim her şeyi fazlasıyla verdi. Öncesinde Atilla’yla da çok konuştuk. O da benim isteklerime çok heveslendi. Devamında onun katkılarıyla süreç devam etti. Haliyle mekânı öyle bir hale getirdik ki aslında tek mekân içinde birkaç mekân yarattık. Bahçe, arka alan ve içerisi var. Zaten içeriyle ilgili hep istediğim şey, orasının sıkışık ve karanlık olmasıydı. Bütün sorunların yaşandığı yer orası çünkü. Dışarısı yaşamı da temsil ediyor. Haliyle dışarıda konuştukları meseleler de daha maddi şeyler. Öyle ikiye ayırmak istedim. Mekân bulmak konusunda da ilk başta gerçekten gasilhanede mi çeksek diye düşündük ama bu sefer benim istediğim trafiği sağlayamayacaktık. Görsel ve lojistik olarak da istediğimiz gibi olmayacaktı. Bu mekânı bulmamızda prodüksiyonun da büyük emekleri var. Şansımın yaver gittiğini düşünüyorum. Senaryoyu yazarken düşlediğim mekân tam olarak buydu. Ondan sonrası zaten sanattaydı.
Film boyunca karakterler kapının iki kenarında oturuyorlar, sanki taraf gibi. Anne bir tarafta, Nermin bir tarafta… Diğer gelin biraz daha ara bulucu; bir orada oturuyor, bir diğer tarafta. Hesaplaşmalar kapı hizasında yapılıyor ama herkes kendi dünyasındaysa kenarlarda duruyor.
Çok mutlu oldum bunu fark etmenize. Çok doğru. Terazinin dengesi gibi… Orada o terazinin dengesini sağlamaya çalıştım. Yüzleşme yaşandıktan sonra karakterlerin sakinledikleri anlar, dengede durdukları anlar. İyi ve kötü karakter diye bir şey yok, çünkü öyle bir insan da yok. Nermin’i de ben burada dünyanın en iyi insanı olarak konumlandırmıyorum. Sonuçta onun da hataları var. Satı’ya da dünyanın en kötü insanı diyemeyiz çünkü o da öyle görmüş. Onun hayatı da o. Yine diğer karakterlerden Ahu için de saf ve temiz diyemeyiz. O yüzden karakterleri bütün objektifliğimle çizmeye çalıştım.
Film tek mekânda geçtiği için ağırlıklı olarak diyalogların hâkim olduğunu görüyoruz. Bu süreçte neleri gözlemlediniz? Oyuncuların doğaçlama yapmasına müsaade ettiniz mi? Senaryo metniyle ortaya çıkan iş arasında ne gibi farklılıklar var?
Senaryoyla çıkan iş arasında neredeyse hiç fark yok. Şunu yaptım ama: Oyuncu bir diyalogda anlatmak istediğim şeye uyduğu, A noktasından çıkıp Z noktasına vardığı sürece, onun ağzına uyacak şekilde senaryodaki diyaloğu değiştirmesine alan tanıdım. Bu benim de işime geldi çünkü bazen yazarken daha didaktik olunabiliyor. Prova sırasında “Tamam, o kelimeyi öyle söyleme, böyle söyle” ya da “O hareketi oturarak yapma; belli ki yürüyerek daha iyi olacak” diyerek bazı yerleri değiştirdik. Ama günün sonunda her şey anlatılması gerekeni anlattı.
Tekrar kısaya dönüş düşünüyor musunuz peki?
Şöyle, ben sette olmayı çok seviyorum. Set olduğu sürece kısa olabilir, reklam olabilir, film olabilir, dizi olabilir; hiç ayırmıyorum. O hali seviyorum çünkü. Çok hoşuma giden ve çekmek istediğim bir şey olursa kısa da olabilir.
Bunu genelde yönetmenlere soruyoruz. Çoğu kariyerine kısayla başlıyor, sonra ilk uzununu çektikten sonra bir daha kısaya dönmüyor. Çok nadir örnekleri var bunun.
Çünkü bence Türkiye’de özellikle kısanın değeri daha yeni anlaşılmaya başladı. Kısaya ilk defa bu kadar prodüksiyon ayrılıyor. Gerçekten çok güzel ve özendiğim işler çekiliyor. Şu an bunun ayrı bir sektörü oluşmaya başladı. Haliyle o da prodüksiyona ve çıkan işlere yansıyor. Tabii ki yazdıklarım uzun metraj olduğu için uzun çekmek istiyorum ama şahane bir kısa film fikri gelirse hayır demem.
Pandemi döneminin başında Uyku Öncesi: Karanlık Masallar isimli bir podcast dizisine başladınız. Sinopsiste de belirttiğiniz gibi, bu masallar kimi zaman kasvet kimi zaman korku barındırıyor. Bana Karanlığını Anlat’ı da dâhil ederek düşündüğünüzde, nedir bu karanlık metaforu?
Öncelikle çok mutlu oldum. Karanlıkla ilgili, gerilimle ilgili soru geliyor ama podcast için bunu ilk kez cevaplayacağım. Uyku Öncesi: Karanlık Masallar Mine Söğüt’ün hikâyelerinden baz aldığım bir seri. Hatta Mine yeni kitabı Gergedan’ı da verdi ve “Hadi, bununla da podcast yapalım” dedik. Benim asıl oyun alanım podcast. Tamamıyla hayal ettiğim, kimseye hesap vermediğim, istersem yaptığım istemezsem yapmadığım, içine dâhil olan oyuncu arkadaşlarımın da hep çok severek yaptıkları bir iş. Hatta uzun zamandır orayla ilgilenmediğim için kendimi kötü hissediyorum. Bu karanlık mevzusuna gelince, ben korku yazarak başladım. İlk kısa filmim korkuydu. Ondan öncesinde de yazdığım senaryolar korku, çektiklerim gerilimdi. Bir de türün çok iyi izleyicisiyim. Ben kahvaltıda bile korku filmi izlerim. Dışarıdan birazcık daha eğlenceli ve parlak görünürüm ama içerisi daha karanlıktır. Orası iyileşmeye başladıkça yazdığım şeyler de yumuşamaya başladı bence. Bu daha çok psikolojimle alakalı bir durum. Kendi terapi metodum gibi. Haliyle, karanlıktaysam yazdıklarım çok karanlık oluyor. Şimdi yumuşuyorum ama. Kara komedi hoşuma gitti. Daha da yumuşatarak devam etmek
istiyorum.
Prömiyerini gerçekleştirmeden önce merakla beklediğimiz, senenin iddialı yapımlarından Bana Karanlığını Anlat’ı festivaller dışında sinemada görebilecek miyiz? Filmin belirli bir vizyon tarihi var mı?
Evet, filmimiz 23 Eylül’de vizyonda olacak. Filmi festival haricinde birileri daha izleyecek diye heyecanlıyım. Ama festival sürecimiz de devam ediyor.
Nazlı Esen Albayrak
Hilal Önal