Bir baba-evlat ilişkisini Aftersun gibi de işleyebilirsiniz, Babam ve Oğlum (2005) gibi de. Birinde yüreğiniz ince ince sızlar, diğerinde ise daha önce Manchester by the Sea (2016) film eleştirimde Çağan Irmak filmlerini betimlediğim gibi suyu sıkılmış sünger gibi hissedersiniz kendinizi. Biri derindir, diğeri vıcık vıcık duygu seli. İşte bütün mesele bu…
90’lar Türkiye’si, Fethiye… Aslında nerede olduğumuzun bir önemi yok. Çünkü filmde mekân yer kaplamıyor. Tur otobüsünde Türkiye yazmasa ve otelin lobisinde Atatürk resmi olmasa Türkiye’de olduğumuzu anlamayacağız. Filmin Fethiye’de geçtiğini ise İngiliz turistin çokluğundan ve gökyüzündeki paraşüt sayısından ancak tahmin edebiliyoruz. Bunun bilinçli bir tercih olduğu açık. Zira odak noktamız baba ve kızı. Film, birlikte tatile çıkan on bir yaşındaki Sophie ile babasının anılarını kaydettikleri video ile başlıyor. Sophie, iki gün sonra otuz bir yaşına basacak olan babasına “Benim yaşımdayken, şimdi ne yapıyor olacağını düşünmüştün?” diye soruyor. Sophie’nin babasına yüz otuz bir yaşına basacaksın demesi, aslında hepimizin çocukken otuzlu yaşlarındaki insanları çok yaşlı görmemizi naif bir şekilde hatırlatıyor. Filmin ilerleyen sahnelerinde, gerçekle ruyanın birbirine girdiği karelerde Sophie’nin belli ki babasının o videodaki yaşına geldiğindeki duygularına benzer duygular içinde olduğunu görüyoruz. Belli belirsiz bir melankoli. Sophie babasını çok özlüyor…
Calum eşinden boşanmış ancak hem onunla hem de kızıyla iletişimini koparmamış. Sophie ile geçirdikleri tatil anılarında da görüyoruz ki kızıyla gıpta ederek izlediğimiz bir ilişkisi var. Ancak Calum’da garip bir hüzün var. Sanki bir iç hesaplaşma içinde. Belki biten evliliğiyle belki de kendi babasıyla bu hesaplaşması. Kızıyla başka her şeyin önemsizleştiği harika anların yanı sıra yalnız kaldığında içine girdiği bir karanlık görüyoruz. Ve Sophie şimdi babasının yaşındayken, onu daha iyi anlıyor. Ve onun girdiği karanlığı… Aynı karanlık şimdi baba özlemi olarak gelip buluyor Sophie’yi.
Film adeta sıradanlığa bir övgü niteliğinde. Sanki bir kurgu değil de birbirini seven baba ile kızın güzel geçen bir yaz tatiline ait video görüntülerini izliyoruz. Olağandışı hiçbir aksiyon yok, yalnızca elle tutulurcasına maddeleşmiş durağan bir gerçeklik var. Bu duygu boşuna değil tabii ki çünkü filmin İskoç yönetmeni Charlotte Wells verdiği bir röportajda filmde kendi babasıyla olan ilişkisine benzer otobiyografik ögeler olduğunu söylüyor. Ve bu durağanlık film bittiğinde ya da belki de birkaç gün sonra insanın zihninde taş gibi tuğla gibi somut bir kıvama bürünüyor. İşte o zaman Sophie’nin bu tatili hatırlamasının nedeninin babasını çok özlemesi olduğunu anlıyoruz. İşte o zaman filmin değeri ortaya çıkıyor. Filmi izlerken ağlamaktan gözlerimiz şişmiş bir halde şu anda olmayan babanın yasını tutmuyoruz. Ancak film bittikten sonra yavaş yavaş gelen o his, sanki bir çatlaktan süzülür gibi damla damla sızan o acı. Sanırım bu duyguyu verebilmek, izleyici duvardan duvara vurup ağlatmaktan daha kıymetli. Hani Âşıklar Bayramı (2022) filminde geçiyor ya “Baba dediğin zaten yarım kalmış bir kelimedir. Babalar hep yarım kalır.” diye. Aftersun bu yarım kalma duygusunu çok iyi işleyen bir yapım. Filmin başrollerindeki Paul Mescal ve genç oyuncu Frankie Corio da olağanüstü performanslarıyla filmde kusur bırakmıyorlar. Filmin 2022’nin en çok ses getiren yapımlarından biri olması boşuna değil. Herkese iyi seyirler…