Feminizm, en genel anlamıyla kadınların eşit haklara sahip olmasını amaçlayan bir harekettir. Ancak yalnızca bu tanımdan yola çıkanların dimağında kavram, bugün ‘erkek düşmanlığı,’ faşistliğe varan ‘aşırı kadın ayrımcılığı,’ veya tek bir tarafın savunuculuğuna indirgenerek yaygın şekilde kullanılmaktadır. Dikkatlerden kaçan, oysa dikkati en çok çekmesi gereken nokta ise feminizmin farklı dönemlerde, farklı konularda, farklı türleri olan bir tanımı kapsamasıdır. On sekizinci yüzyıla kadar uzanan feminizm, o zamandan beri kadınların eşit haklara sahip olması için mücadele eden birçok farklı hareket ve organizasyon şeklinde karşımıza çıkmıştır.
Feminizmin gelişimi, birçok farklı türde ve dalga boyunca gerçekleşmiştir. İlk dalgası, kadınların oy hakkı ve eğitim hakları için mücadele ettiği on dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirminci yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. İkinci dalgası ise 1960’ların ortalarında başlamış ve cinsiyet eşitliği için mücadele etmiştir. Üçüncü dalga feminizm 1990’ların ortalarından bugüne kadınların toplumsal rolleri ve cinsiyet kimlikleri hakkında daha geniş bir tartışma konusu hâline gelmiştir. Böylesi geniş bir panorama içinde liberal feminizm, radikal feminizm, kültürel feminizm, pop feminizm gibi birçok alt tür ortaya çıkmıştır. Bu türler, çeşitli konulara farklı perspektifler sunar ve kadınların eşit haklarını sağlamak için alternatif yaklaşımlar benimser. Bu listemizde feminizm kavramını daha özel bir mercekle küçülterek alt türlerinde tanımlanmış filmlerde kavramın nasıl kullanıldığına göz atacağız. Nihayetinde ‘kadın’ı ve adını duyurmadaki girişimini daha iyi anlamak ümidiyle.
Radikal Feminizm: A Question of Silence (1982)
Radikal feminizm, kadınların bedenlerine, doğurganlığına ve cinselliğine yönelik baskıları eleştirir ve bu baskıların kadınların toplumsal statüsünü etkilediğini savunur. Radikal feministlere göre kadınlar, kendi bedenlerinin ve cinsel tercihlerinin kontrolünü ellerinde tutmalıdırlar.. Ancak radikal feminizmde diğerlerinden farklı olarak erkek egemenliğinin kökten ve radikal bir şekilde ortadan kaldırılması gerektiğine inanılır. Bu nedenle radikal feminizm, eleştirilere maruz kalmış ve tartışmalı bir akım olarak bilinmiştir.
Hollanda yapımlı A Question of Silence (1982), erkeklerle kadınların farklı evrenlerde yaşadığı bir bağlamda geçer. Filmde dilsiz bir ev hanımı, geveze bir kafe çalışanı ve bir sekreter, çevrelerindeki erkekleri ölesiye dövmek üzere bir araya gelir. Kendi değer yargılarını oluşturan ve yalnız bu kanunlara göre hareket eden üç kadının akıl sağlığını değerlendirmek üzere kadın bir psikiyatrist görevlendirilir. Hastalarını yakından tanımak için onlarla empati yapmaya başlayan doktor, zamanla her biriyle özdeşleşerek bir nevi gruba dâhil olur. Sert cinsiyet ayrımları ve erkek cinsiyetine hem fiziksel hem kavramsal saldırılarla yaklaşımı dolayısıyla film, radikal feminizmin bir örneğini teşkil eder. Nitekim yayınlandığı sırada izleyiciler de cinsiyet tercihlerine göre net çizgilerle ayrılmıştır: “Kadınlar anlamış, erkekler nefret etmiştir.”
Marksist Feminizm: A Streetcar Named Desire (1951)
Materyalizm ve kapitalizmin devleşmesiyle ortaya çıkan Marksist feminizm akımı, kadınların ekonomik, sosyal ve politik eşitliği için mücadele verir. Hem feminist hem marksist teorileri birleştiren akımda kadınların özgürleşmesi için sınıf mücadelesine dayanan bir yaklaşım benimsenmiştir. Marksist feminizmde kapitalizmin kadınları nasıl sömürdüğü ve eşitsizliği güçlendirdiği vurgulanır. Düşük ücretlerle çalışan kadınların durumu, ev işlerinin ücretsiz yapılması, bunun temelinde yer alan cinsiyet ayrımcılığı ve benzer sosyal sorunlar, marksist feminizmin başlıca gündemini oluşturur.
Elia Kazan’ın yönettiği, Tennesse Williams’ın klasik eserinden uyarlanan A Streetcar Named Desire (1951) da kadınların kapitalist toplumda nasıl yaşayıp yalnızlaştığını, özgürlüklerine yönelik sınamaları ve sınırlandırılmalarını anlatır. Filmin ana karakteri Blance Dubios ve Stanley Kowalski arasındaki çatışma, sınıf farklılıkları ve kadınların toplumdaki konumlarına ilişkin temaları çarpıcı ve gerçekçi biçimde irdeler. Blance, zengin bir aileden gelen biri olarak konforlu bir yaşam sürerken Stanley işçi sınıfını temsil eder. İkisi arasında bir manifesto niteliği taşıyan çatışmada kadınların cinsel olarak istismar edilmesi ve maruz kaldıkları ayrımcılık, beyazperde üzerinde masaya yatırılan diğer konulardandır.
Amazon Feminizmi: Mad Max: Fury Road (2015)
Radikal feminizm felsefelerinden birini taşıyan amazon feminizmi, kadınların erkek egemen toplumun kuralları ve normlarına karşı çıkarak kendi özgürleşmelerini sağlamak için kadın dayanışması ve özerkliğine dayalı bir yaklaşımdır. Kadınları erkeklerden bağımsız şekilde kendi güçlerini keşfetmeye ve kullanmaya davet ederken erkeklerden ari bir toplum oluşturulmasını hedefler.
Mad Max’in post-apokaliptik dünyasında yaşayan Furiosa da amazon feminizmini temsil eden figürlerdendir. Furiosa, kadınların özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadele eden güçlü bir karakterdir. Köleleşmiş kadınların özgürlüğü için mücadele eder ve girdiği acımasız savaşta diğer kadınların desteğiyle erkek egemen toplum kurallarına karşı çıkar. Bu süreçte her kadın, kendi potansiyelini keşfederken birbirini yeniden ve ‘kadınca’ yaratır. Böylelikle kadınların erkek karakterlerle eşit güç ve yeteneklere sahip oldukları, özerk bir hayatta kendi kaderlerini pekâlâ tayin edebilecekleri anlatılır.
Sosyalist Feminizm: North Country (2005)
Sosyalist feminizm, kadınların bir yandan cinsiyetçilik, diğer yandansa kapitalizm ile mücadele etmeleri gerektiği fikrine dayanır. Bu akım, kadınların yalnızca cinsiyet ayrımcılığından değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal eşitsizliklerden de muzdarip olduklarını vurgular. Ancak bir tarafın savunuculuğunu yapmanın ötesinde, tüm insanların eşitliği ve toplumsal adalet için bir çağrı hareketidir. Bu yaklaşım, hem kadınların özgürlük mücadelesine hem de işçi sınıfının mücadelesine odaklanır.
Bunun yansıtıldığı North Country’de (2005) de Minnesota’daki Eveleth Madeni’nde çalışan bir grup kadın madenci, son derece zor koşullar altında çalışarak tarihe geçecek bir başarıya imza atmışlardır. İlk kadın madenci olarak bu işi yapmak için mücadele etmek zorunda kalmışlar ve iş hayatında karşılaştıkları düşmanca tavırlara rağmen bu zorlu yolda ısrarcı olmuşlardır. Sürekli hakaretlere maruz kalmalarına rağmen kadın olmalarından kaynaklanan fiziksel temaslarla da mücadele etmek zorunda kalmışlardır.
Lezbiyen Feminizmi: La belle saison (2015)
Diğer feminizm türleriyle aynı amaç üzerine temellense de lezbiyen feminizmi sadece cinsiyet eşitliğine değil, aynı zamanda heteroseksizmin baskısına ve ayrımcılığına karşı da mücadele eder. Akımın başlıca argümanı, heteroseksüel erkek egemenliğinin ataerkil bir toplumda kadınları ayrımcılığa maruz bıraktığıdır. Dolayısıyla lezbiyen feminizm, heteroseksüel evlilik, aile yapısı ve cinsiyet rolleri gibi geleneksel toplumsal normları sorgulayarak eleştirir.
La belle saison (2015) da bir İspanyolca öğretmeni Carole ile çiftçi sınıfından Delphine arasında geçen tesadüflerle dolu aşk ilişkisini anlatır. Film, 1971 yılının Paris’inde geçer. Farklı sınıflara mensup olmalarından ötürü birbirine yabancı gibi görünen hayatlar sürseler de iki kadın arasındaki tutkulu aşk, başta diğer tüm engelleri geride bırakır. İki kadın, birbirlerini âdeta yeniden doğururken zamanla tüm benliklerine işlemiş olan sınıf ayrımının, hayatlarını da ayırmaya başladıklarını fark ederler. Lezbiyen feminizm türünün bir örneğini teşkil eden film, bunun yanı sıra marksist feminizim, liberal feminizm gibi diğer alt türlere ilişkin unsurlar da taşır.
Bireysel Feminizm: Precious (2009)
Bireysel feminizm akımı, bireylerin kendi yaklaşımlarında ve ilişkilerinde cinsiyet eşitliğini, ayrıca kadın hakları konusunda bilinçli ve aktif olmalarını savunan yaklaşımdır. Genellikle bireylerin kişisel deneyimlerine dayanan bir felsefe üstüne inşa edilmiştir. Bireysel feminizmde öne çıkan, kadınlara kendilerine karşı sorumlu olmalarını, kendilerine değer vermelerini ve yetebilmelerini teşvik eden bir çağrıdır.
Bu çağrının sesine kulak veren Precious, Amerika’da birçok genç kız gibi aile içi şiddete maruz kalmış, üzgün bir çocuktur. Ayrıca, fazla kilolu olması da onun içine kapanık bir genç kız olmasına neden olmuştur. Ancak, tüm bu sorunlara rağmen Precious, yaşadığı durumu kaderinin bir parçası olarak kabullenir ve bir çıkış yolu bulmak için umut taşır. Hayal dünyasında dolaşarak sorunlarından kaçarak umut kapısını aralar. Film, hayatın umutla bakılması gereken bir hediye olduğunu vurgularken aynı zamanda, umutsuz durumdaki insanların yalnız olmadıklarını ve yardım için her zaman hazır kurumların varlığına işaret eder.
Pop Feminizm: Charlie’s Angels (2000)
Geleneksel feminizm hareketlerinden farklı olarak pop feminizm, popüler kültürde yer alan feminist mesajları ve fikirleri benimseyen bir harekettir. Yaklaşım, feminist felsefeyi toplumda daha geniş bir kitleye yaymak ve kabul edilebilirliğini artırmak için popüler kültürü kullanır.
1970’lerin popüler televizyon dizisi Charlie’s Angels’a başlığıyla doğrudan atıfta bulunan filmde müzik, moda ve döneme özgü unsurlar, kültürel birer referans olarak kullanılmıştır. Filmde erkek patronlarına bağlı çalışan bir grup kadın dedektifin başından geçenler anlatılır. Başrolde yer alan güçlü kadın karakterler, dayanışma ve erkeklerle mücadele gibi feminist temelli eylemler içindedirler. Ancak film, popüler kültür ögelerinin yanı sıra kadın karakterlerin nesneleştirilmesi ve cinsiyet tiplemeleri ile mücadele etmemesi gibi yönleriyle kimi eleştirmenlerce feminizmi desteklememekle suçlanmıştır.
Ekofeminizm: Clara Sola (2021)
Ekofeminizm, feminizm ve çevre hareketleri arasındaki bağlantıyı ele alan bir teori olarak ortaya çıkmıştır. Ekofeministler, kadın ve doğanın uğradığı muamele arasında bir bağlantı olduğunu varsayar ve aynı ataerkil kontrol mekanizmaları tarafından sömürüldüklerini ileri sürer. Buna göre çevre sorunları kadınları daha fazla etkilemekte, kadınlar da çevrenin korunmasında daha hassas davranmaktadır. Doğum ve annelik gibi süreçler de kadınlarla doğal çevre arasında ayrı bir ilişki kurulmasını destekler.
Ekofeminizmi en iyi yansıtan filmlerden Clara Sola, köyde tek başına yaşayan Clara’nın doğa ve Tanrı’yla ilişkisini anlatır. Dokunduğu her bitkiye can veren Clara, başta ailesi olmak üzere köylüler tarafından azize ilan edilmiştir. Fakat bu sıfat, Clara’yı izole bir yaşama da mecbur bırakır. Bir yandan şifacı kimliğiyle nam salmaya başlarken diğer yandan at bakımı konusunda köye yardım için gelen bir sezonluk işçi gence âşık olmaya başlar. Bu aşk, Clara’yı kendi bedenine doğru bir keşfe davet ederken kadın, doğa, doğum ve ölüm kavramları aynı toprakta mayalanır. Clara’nın bedeninde gerçekleşen değişimler, köyün doğal ekosisteminde de yankısını bulur. Peki, ya Clara ölüme doğru yürümeye başlarsa ne olur? Doğaya karşı bambaşka bir bakış açısı ve bilinç uyandıran film, kadın dili ile doğanın dilini birleştiren gizemli bir izlek sunar.
Liberal Feminizm: Erin Brockovich (2000)
Liberal feminizim bireyci bir yaklaşıma sahiptir ve kadınların özgür iradesi ile seçimlerine odaklanır. Liberal feministler, kadınların herhangi bir ayrımcılık veya engellemeye maruz kalmadan eşit fırsatlara sahip olmasını vurgular. Bununla birlikte kariyer, evlilik, aile konularında kadınların kendi seçimlerini yapmaları gerektiğine inanır. Kadınların uğradığı ayrımcılığa hukuki çözümler arayan akım; seçme ve seçilme hakkı, eğitim, işgücüne katılım, maaş eşitliği, cinsel taciz ve şiddet gibi konularda yasal düzenlemelerin yapılması ve doğru şekilde uygulanması için mücadele eder.
Erin Brockovich de nitekim liberal feminizmi temsil eden güçlü bir kadın karakter olarak karşımıza çıkar. Erin, çalıştığı avukatlık bürosunda, bir kasabadaki su kaynaklarının kirlenmesi sonucu ortaya çıkan sağlık sorunlarıyla ilgili bir davayı takip etmeye başlar. Bunun için girdiği mücadeleyi de başarıyla kazanır. Ancak bu süreçte kendini ve ailesini geçindirmek için çalışmak, üstelik patronunun aşağılamalarına katlanmak zorundadır. Erin tüm bu engellere ‘rağmen’ hem bir kadın hem de hukukçu olarak varlığını kabul ettirse de film, ataerkil toplumsal yapıların temellerine dair bir değerlendirme sunmaması nedeniyle eleştirilmiştir.