30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü’nün yanı sıra En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Kurgu ödülleriyle dönen Cam Perde (2023) filminin başrol oyuncusu Selen Kurtaran ile kariyeri ve sinema yolculuğu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Keyifli okumalar.
Röportaj: Nazlı Esen ALBAYRAK & Hilal ÖNAL
Sizi çok yakın zamanda tanıdık ama aslında yıllardır aktif bir şekilde oyunculuk yapıyorsunuz. Kısa ve uzun metrajlı filmler, dizi ve tiyatro gibi pek çok alanda farklı projelerde rol almışsınız. Tekrar çalışmayı çok isterim dediğiniz bir alan var mı?
Oyunculuğa Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Sanat Yönetimi okurken amatör tiyatroyla başladım. Bütün hayatım bir anda tiyatro oldu. Ardından eğitimini aldım ve dizi projeleri başladı. Bir dönem ara versem de genel olarak tiyatro yapmaya devam ettim. Özellikle üniversite tiyatrosunda çok fazla oyunda oynamıştım. Sorumluluğu daha yüksek bir rol olan Nesrin karakteriyle beraber daha çok sinema yapmak istediğimi anladım. Bir şeyleri denemeden neleri yapabileceğinizi ya da yapamayacağınızı bilemiyorsunuz ya, onları görmüş oldum. Yeniden ve sürekli olarak sinemada yer almak istiyorum. Dizi ve tiyatronun da hayatımda her zaman var olmasını isterim.
Üniversitede Sanat Yönetimi okumuşsunuz. Küçük yaşlardan itibaren aklınızda olan bir meslek miydi oyunculuk? Bu yola çıkmaya nasıl karar verdiniz?
Herkes söyler ya, çocukken taklitler yapıyordum diye. Öyle şeyler vardı tabii. Sınıf sınıf gezip taklit yapan çocuktum. Ciguli taklidim çok meşhurdu. Ama oyuncu olacağım, tiyatrocu olacağım gibi bir isteğim yoktu. Onu biraz üniversitede keşfettim. Çocukluğumdan beri çok fazla resim yaptığım ve kolajla ilgilendiğim için biraz daha plastik sanatlara kaydı bölüm seçimim. O zamanlar da yetenek sınavıyla giriliyordu Sanat ve Tasarım bölümlerine. Ressam olmak istemiyordum ama resimle ilgili bir şeyler yapmak istediğimi biliyordum. Sanat Yönetimi çok mantıklı ve güzel bir bölüm olarak göründü gözüme. O yüzden orayı seçtim. Üniversitede Tiyatro Kulübü’ne girdikten bir süre sonra tamamen kendimi kaptırıp “Evet, ben oyunculuk yapmak istiyorum” dedim.
Sanat Yönetimi okumanın da artıları olmuştur herhalde.
Tabii. Estetik algınızı geliştirmek zorunda olduğunuz bir bölüm çünkü. Müzelerle, resim ve heykellerle iç içe olduğum dönemlerdi. Oyunculukla birlikte biraz geri planda kalsa da sanatın bu tarafı hayatımda her zaman yer ediyor. Kendinize kattığınız her şey oyunculukta işinize yarar diye düşünüyorum.
Geçtiğimiz yıl sahnede olan bir oyununuz var, Babamın Doğum Günü Partisi. Burada da oyunculuğunuz çok başarılı bulunmuş. Tiyatronun iyileştirici bir gücü olduğu söylenir. Siz de kariyeriniz boyunca ne yapıyor olursam olayım sahnede olmaya hep devam etmek istiyorum diyor musunuz?
Babamın Doğum Günü Partisi çok sevdiğim bir oyundu. Metnini de arkadaşım Berkay Aygör yazmıştı. Ben metni çok başarılı buluyordum ve uzun yıllar boyunca bu oyunu yapmalıyız diye baskı yaptım. İki sezon oynadık fakat artık devam etmiyor. Geçen sezon bitirdik. Tabii ki tiyatronun çok iyileştirici bir gücü olduğu söylenir, ben de buna her zaman katılırım. Roman okumak gibi geliyor bana gerçekten. Tanımadığınız insanları tanımanın, anlamanın yolunu açan bir şey tiyatro. Oyunculuk tarafında da başka bir hazzı olduğunu düşünüyorum. Sahnede olmak başka bir yaratık gibi hissettiriyor bana kendimi. Normaldeki hâlimden daha zekiymişim gibi hissediyorum. Çünkü kafamda açık olan bir sürü sekmeyi aynı anda görebiliyormuşum, her şeye hâkimmişim gibi düşündüren bir yanı var. Bana çok keyif veriyor. Oyuncuysanız, hâlihazırda izlenebilecek bir oyununuzun olması, sizi sıcak tutması açısından da çok büyük bir artı.
Bir de tiyatroda geri dönüşleri çok çabuk ve anlık alabiliyorsunuz. Sinemadaki gibi değil.
Evet, sinemada filmin kurgusu, sesi derken gerçekten uzun bir süre geçiyor. Yıllarca beklediğiniz bir alan aslında. O sürede oyuncu olarak sen de değişiyorsun, karaktere yabancılaşıyorsun, belki başka birine dönüşüyorsun. Geçmişten gelen bir hikâyenin bütün güncelini kaplaması da çok güzel ama tiyatroda her şey o kadar anlık ki, lafınızı söylediğiniz anda seyirciyle bir ilişki kuruyorsunuz. Gelip size övgüsünü söylemesine gerek yok, zaten salonun enerjisini sahne üzerindeyken hissediyorsunuz. Bu tabii ki çok etkileyici bir şey. Umarım karşıma güzel fırsatlar çıkar ve tiyatro yapmaya devam ederim.
Batlır’ın (2018) oldukça mizahi bir senaryosu var. Siz de filmde Duygu karakterini canlandırıyorsunuz. İlk profesyonel işlerinizden biri olduğunu düşünürsek, filmin ortaya çıkış sürecinden bahsedebilir misiniz?
Batlır ilk sinema deneyimim. Stare Yıldırım hem yönetmeni hem de yapımcısıydı. Sinema olunca tabii ki çok heyecanlandım. Artık sinemaya adımımı atabileceğim galiba diye heveslendiğim bir iş olmuştu o zaman.
Gelelim 30. Adana Altın Koza Film Festivali’ne. Fikret Reyhan imzalı Cam Perde ulusal uzun metraj seçkisindeki filmler arasında yer aldı. Bu süreçte herkese sorduğumuz soruyu size de soralım: Festival nasıl geçti?
Festivalleri zaten genel olarak çok seviyorum. Yapıldığı şehirleri yukarı taşıyorlar, bu nedenle de sinema adına çok önemli hepsi. Kişisel anlamda da çok değerli buluyorum çünkü birçok insanla birbirinizi bulabiliyorsunuz, sohbet edebiliyorsunuz. İzlediğiniz filmden çıkıp hemen oyuncusuyla, yönetmeniyle, yapımcısıyla konuşup fikir alışverişi yapabiliyorsunuz. Kendi filminizle ilgili insanlarla diyalog kurabiliyorsunuz. Her ne kadar utanıp sıkılsam ve gerilsem de söyleşiler de hoşuma gidiyor. İçten içe keyif alıyorum çünkü izleyicilerin eleştirilerini, yönetmenin anlatmak istediğini, oyuncunun vermek istediğini alıp almadıklarını anında duymak iyi bir lüks. Çeşit çeşit insan var, sayısız duygu var. Her film, belirli bir çerçevede herkeste başka etki uyandırıyor. Onları duyabilmek çok hoşuma gidiyor. En güzel kısmı ise söylediğim gibi, insanlarla tanışmak, sosyalleşmek sanırım. Tek sıkıntım, film izlemekten Adana’yı yeterince gezememek oldu.
Nesrin karakteri kocasından ayrılmış, çocuğuyla kendi başına ilgilenen, iki işte birden çalışan ve hem sevgilisi hem eski kocası hem de toplum tarafından örselenen bir kadın olarak karşımıza çıkıyor. Senaryonun bir erkek tarafından bu şekilde ele alınmasını biz çok kıymetli buluyoruz. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?
Filmin, bu toplumda büyümüş ve bu kodları çok yakından tanıyan bir erkeğin elinden çıkması beni çok etkilemişti. Bu toplumsal kodları belki de farkında olmadan üreten, bu baskıları sürekli yaşayan insanlar olarak hepimizin bu meseleleri konuşması, irdelemesi gerekiyor. Böyle bir senaryoyu bir erkeğin yazması tabii ki önemli. Fikret Reyhan’ın Nesrin gibi bir kadını anlamaya çalışarak bu senaryoyu çıkarması benim için önemli. Çünkü bu konulara belirli hassasiyetlerle yaklaşmadan işin içinden çıkmamız mümkün değil. Bunu kadın-erkek ayrımı olmaksızın toplumun her bireyinin yapması gerekiyor. Bu kodlara hâkim olan bir insanın, kendini de işin içine katarak, eleştirel bir biçimde böyle bir meseleye yaklaşma cesareti göstermesi ve bunu sinemaya yansıtması önemsiz görülemez.
Senaryonun da karakterlerle olan mesafesini iyi koruduğunu düşünüyorum. Benim Fikret Hoca’da beğendiğim özelliklerden biri de karakterin iç dünyasının kelimelerle değil, his olarak ekrana aktarılmasını istemesi. Her şey karakterin gözünden anlaşılsın istiyor. Hayatın gerçeklerinde kalmak isteyen bir yönetmen. Ne hissettiğimizi tanımlamak çok zordur ya, bir sürü şey geçer aklımızdan ve bir sürü şeyi aynı anda hissederiz. Oyuncu olarak Nesrin’i katmanlaştırmak için üzerinde durduğum bir taraftı burası.
Filmde tek bir ağlama sahnesi var ve onu da direkt olarak değil; arkadan, Nesrin’in sırtından görüyoruz.
Evet, katarsisi çok seven biri değil Fikret Reyhan. Benim de sevdiğim bir tarz açıkçası, o nedenle senaryoyu okuduğumda bu yalınlık da hoşuma gitmişti. Fikret Hoca’nın tercihi, Nesrin’in duygularını biraz daha içinde yaşayan, tepkisini gösteren ama çok fazla dışavurumcu olmayan bir karakter olmasıydı. Böylece Nesrin, benim için de oynaması daha keyifli bir hale geldi. Bir şeyleri küçültmek, içimde tutmak beni hem zorladı hem de ciddi bir deneyim kazanmamı sağladı.
Nesrin’in ne yaşadığının farkında olması da çok kıymetli bir yandan. Sevgilisi olan Selim karakteri aslında birçok insan tarafından ideal erkek olarak algılanabilir. Ama Nesrin bu tarafta da ciddi bir baskıya maruz kalıyor.
Bahsi geçen şiddet fiziksel olmadığında, kadınların şiddete uğradığını anlatabilmesi gerçekten büyük bir dert. Birilerini ikna etmeye çabalamak durumunda kalıyoruz çünkü. Biz filmde çok büyük fiziksel bir şiddet görmüyoruz. Ama filmin, psikolojik şiddetin de şiddet olduğunu gösteren bir yerde durması hoşuma gidiyor. İlla birinin öldürülmesi mi gerekiyor bunun şiddet olduğunu kanıtlayabilmemiz için? Hayır. Birinin seni takip etmesi, sürekli mesaj atması, aşağılaması, habersiz bir şekilde kapına gelmesi ve seni sürekli arkana bakacak vaziyete getirmesi de büyük bir şiddet.
Bariz bir sınır ihlali var gerçekten.
Filmde Ömer karakteri şiddeti sırtlanmış gibi görünen bir yerde. Tabii ki durum biraz da böyle ama Selim’in “Sanki ne olacak, mesleki kariyerin mi bitecek?” diyerek Nesrin’i aşağılaması da bir şiddet. Cam Perde’nin bu anlamda şiddetin ne olduğunu gösterebilmiş bir film olduğunu düşünüyorum. Toplumun genelinde gri alan olarak duran bu kısma dair net bir sözü var.
Ayrıca filmdeki hiçbir şey de doğrudan Nesrin’le ilgili değil. Nesrin’in diyalogda kalması gereken eski kocasıyla, ilişkisini belirli bir seviyede tutmak zorunda olduğu ailesiyle, çevresindeki insanlarla, tüm bu kişilerin hadsizlikleriyle baş edişini görüyoruz. Nesrin dâhil tüm karakterlerin defolarını görmenin de iyi bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum.
Cam Perde festivalden üç ödülle döndü. Bir tanesini de En İyi Kadın Oyuncu ile siz aldınız. Ödül almayı bekliyor muydunuz? Tören nasıl geçti, neler hissettiniz?
Bizim için çok güzel bir törendi gerçekten. Ödül almayı bekliyor muydum, bilmiyorum; ama böyle bir ihtimalin olduğunu bilerek gidiyorsunuz tabii ki törene. Diğer yandan, ödül almamanız gibi bir ihtimal de var. Adaylar arasında çok beğendiğim başka oyuncular da vardı. Tabii ki olsa çok güzel olur diye hep hayalini kurduğunuz bir şey. İnsan büyük heyecan duyuyor. Bir de bu gibi mesleklerde motivasyon bulmak bazen çok zor olabiliyor. Seyircisiz ve eleştirisiz yapılabilecek bir meslek olmadığı için insan zaman zaman o onayı bekliyor sanırım. Ama bu tabii ki ödül almadığınız zaman kötü bir oyuncusunuz demek değil. Ödüllerin oyuncular için çok güzel bir motivasyon kaynağı ve iyi bir yakıt olduğunu düşünüyorum. Görünür olmak için de güzel bir fırsat. Bir yandan da mutlu olmak için sebep bulmaya çok çabaladığımız bir dönemdeyiz. O yüzden böyle şeyler insana çok iyi geliyor. Ödül için jüriye tekrar teşekkür ederim.
Ödülle birlikte hayatınızda son birkaç ayda değişen şeyler oldu mu peki?
Şahsi olarak benim kendi içimde değişen bir şey olmadı. Güzel duygular getirdi, biraz daha ferahladım ve motive oldum tabii ki. Ama Selen aynı Selen. Ne kadar çok insanla buluşabilirsem ve ödül de buna vesile olursa ne mutlu bana.
İzlemeyi en çok sevdiğiniz yönetmenler desek?
Aklıma ilk olarak Paweł Pawlikowski’nin Cold War (2018) filmi geldi. Céline Sciamma, Ruben Östlund, Fatih Akın.
Herhangi bir yönetmenin filminde oynamayı seçme şansınız var ve yanınıza da üç oyuncu arkadaşınızı alabiliyorsunuz. Kimleri seçerdiniz?
Ben kendi oyuncu arkadaşlarımı mı alabiliyorum yoksa Marion Cotillard arkadaşımmış gibi yapabiliyor muyum?
İki türlüsü de kabulümüz.
Cennetteki Gölgeler‘deki (Shadows in Paradise) (1986) Matti Pellonpää’nın rolünü oynamak isterdim. Yanıma da Adèle Exarchopoulos, Babamın Doğum Günü Partisi’ndeki partnerim Yasin Bardakçı ve eşim Murat Düz’ü alırdım.
Peki önünüzde belli olan projeler var mı?
Yakın zamanda Alireza Khatami’nin son filminde oynadım ama sürecin nasıl ilerleyeceği henüz belli değil. Şu an kurgu aşamasında. Onun dışında net bir proje yok.
Bitirmeden önce, son zamanlarda izlediğiniz ve çok etkilendiğiniz bir film bir de tiyatro oyunu soralım.
Yakın zamanda Joyland‘i (2022) izledim. Pakistan yapımı bir film. Yönetmeni Saim Sadiq. Cannes’da Belirli Bir Bakış Ödülü’nü kazanmış. Hikâye ve oyunculukları çok beğendim.
Tiyatro oyunu olarak, okulun ilk yıllarındayken Erdem Şenocak, Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar‘ını oynuyordu. Uzun yıllar da devam etmişti. Ben de her sezon izlerdim. Etkilendiğim ve çok sevdiğim bir oyundu.
Bir de seneler önce Münchner Kammerspiele tiyatro topluluğunun oynadığı Kafka’nın Dava’sından çok etkilenmiştim.