Oyunlarda, filmlerde, dizilerde bolca işlenen bir kavram olan “kiralık katil” teması, Richard Linklater’ın sinemasında oldukça farklı bir yönüyle sahneleniyor. Linklater’ın baş karakteri canlandıran Glen Powell ile birlikte yazıp yapımcılığını üstlendiği film, gerilim, romantik komedi, kara komedi ve gerçek kimlik üzerine düşünme arasında, cesur ve başarılı bir geçiş oluşturuyor. Bunların her biri de yönetmenin her zamanki ironisiyle bir araya getiriliyor. Kiralık katiller gerçek dünyada yoktur; onlar sadece sinemanın bir icadıdır. En azından Richard Linklater’ın görüşü bu yönde. Before Sunrise (1996) ve Boyhood (2014) gibi filmlerin yönetmeninin bu yorumu; ayakları yere basan, komik dokunuşları olan ve özünde çok gerçekçi bir film olarak ortaya çıkıyor.
Gary Johnson (Glen Powell), üniversitede psikoloji ve felsefe dersleri veren, monoton hayata sahip, sıradan bir hocadır. Teknolojiye olan ilgisiyle birlikte polis departmanına teknik destek vermeye başlar. Bir gün, bir görevlinin açığa alınması sebebiyle yeni bir göreve atanır. Artık bir seri katil gibi davranarak, birilerini öldürmeyi hedefleyen insanların tutuklanmasını sağlayacaktır. Bu işte adeta doğal bir yeteneği olduğu ortaya çıkan Gary için işler Madison (Adria Arjona) ile karşılaştığında tersine döner. Madison, ondan istismarcı kocasını öldürmesini istediğinde Gary profesyonelliğini bir kenara atar. Genç kadını tutuklatmak yerine; yeni bir hayat kurması için ona yardım eder. Ve bu sadece bir başlangıçtır. Çünkü bir tetikçi olarak sahte kişiliği altında Madison’la tekrar karşılaştığında çalkantılı bir olaylar zinciri ortaya çıkar. Gary Johnson’ın hayatı, bir felsefe profesörü olarak sabit kişiliğinden New Orleans polisi için sahte bir tetikçi olarak değişken benliğine kadar giden döngüsel bir performatif eyleme dönüşür.
Gary, Maddy ile tanıştığında, güçlü, kendine güvenen ve çekici bir kişilik olan Ron’un kişiliğini benimser. Öyle ki iş arkadaşları bile Ron karakterini çekici bulmuştur. Ron, Gary’nin olmadığı her şeydir: maceracı, köpekleri seven, romantik, risk alan ve cinsel bir dinamo. Ron, Maddy’yi kendisini işe almaktan vazgeçirdiğinde gizli operasyonu engeller ancak kendisini Maddy ile etik olmayan bir aşk yaşarken bulur. Ray öldüğünde durum giderek gerginleşir. Çeşitli yalanlar ve bir kimlik krizi arasında kalan Gary, neşeli polis komedisi, neo-noir ve ateşli gerilim arasında gidip gelen, Hitchcock filmlerini andıran cinayet mizahıyla bezenmiş bir atmosferin merkezinde yer alır.
Konu ne kadar gerçek hayattan esinlenilmiş ve kriminal olayları odağına alan ciddiyette olursa olsun, Linklater’ın filmi komedi, romantizm ve heyecanın keyifli bir karışımıdır ve Glen Powell’a süsleyici bir performans için uygun ortamı sağlar. Hit Man (2024), Powell’ı hem başrol hem de karakter oyuncusu olarak büyük bir potansiyele sahip gerçek bir yıldız olarak öne çıkar.
Powell’ın Hit Man‘deki karakteri duruma göre neredeyse göze çarpacak kadar değişken bir kimliğe sahip. Sanki senaristler Powell’ın yelpazesini dünyaya göstermek için bu malzemeyi seçmişler, heyecan verici, komik ve çekici arasında gidip gelen sekanslarda, farklı aksanlarla çeşitli kişilikleri oynamasına izin vermişler gibi.Görüntü yönetmeni Shane F. Kelly’nin görselleri ve Graham Reynolds’ın müziği her sahneyi kayda değer bir tarz olmadan sunarken filmin teknik ögeleri Powell’ın yanında çekinik kalıyor.Linklater filmde, kiralık katil miti üzerinden gerçek benlik kavramını da sorguluyor. Linklater’in diğer filmlerindeki gibi, akademik fikirler hiçbir zaman baskın çıkmıyor ya da aşırı vaaza dönüşmüyor. Gary Johnson’ın kedilerinin adı İd ve Ego. Özellikle de sahiplerinin dünyadaki varlığının anarşik, anti sosyal dürtüleri ile bunları gerçek dünyanın taleplerine uyarlamaya çalışan ego arasında kaldığı düşünüldüğünde bu açıkça görünüyor. Richard Linklater onun süper egosu olmaya çabalamıyor. Teksaslı sinemacı, herhangi bir ahlaki örneği somutlaştırmak bir yana; karakterleri için sınırlar koymayı bile sevmez. Hit Man, aslında varoluşunun nedenini başka, başka ve sonsuza kadar başka olmanın zevkinde keşfeden, sürekli inşa hâlindeki bir kimliğin hikâyesi olmaktan zevk alıyor.
Stilin dengede tutulması Powell’ın, karakterinin kişiliği ne olursa olsun, filmin ağır yükünü çekmeden perdeye hükmetme becerisini daha da sergiliyor. Bir başka açıdan, Gary’nin ders verdiği değiştirilebilir kimlik, Linklater’ın pek çok çalışmasında olduğu gibi, “insan bilinci ve kişiliğinin ebedi gizemi” hakkında entelektüel temellere sahip olan Hit Man‘in ana temasına değiniyor. Gary’nin kimlik üzerine verdiği dersler sırasında, id, ego ve süper ego unsurlarını parçalara ayırıp ve bunların kalıcı demirbaşlar olarak kaldığını öne sürüyor. Film, insanların değişemeyeceğine inanarak başlasa da gizli deneyimleri ona kimliğin değişken olduğunu ve “kendin için istediğin kimliği ele geçirmeyi” öğretiyor.
Hikâye ilerledikçe sarmal basit bir hezeyana dönüşür. Başta sözünü ettiğimiz trajediyi en belirgin ıstıraba, aynı zamanda en yüksek sesli kahkahaya indirgemek amacıyla daralıp uzuyor. Yönetmenin dehası ve becerisi, seyirciyi çılgın bir olay örgüsüne tamamen hapsetmeyi başarırken aynı zamanda en mahrem inançlarında tökezlemesi için yol boyunca tuzaklar bırakıyor.