“(…) Ama ikimiz de ilhamın koca bir yalan, çok çalışmanın da anlamsız olduğunu biliyoruz. İnsanlar deli gibi yazıyor ama hiçbir sonuç çıkmıyor. Bir fikir bulduklarını sanıyorlar ama kurgu bir konu değildir. Kurgu bir süreci tetikleyen elemandır. (…)”
Fransa ve Belçika ortak yapımı olan Sibyl (2019), 76. Cannes Film Festivali’nde Anatomy of a Fall (2023) filmiyle Altın Palmiye kazanan Justine Triet tarafından yönetilmiştir. Cannes, Toronto ve Rotterdam Film Festivallerinin resmi seçkisinde yer alan Sibyl, psikanaliz ve sinema ekseninde kurgusallığı konu almaktadır. Romanına odaklanmak için danışanlarından bazılarını bırakan Sibyl, beklenmedik bir hamilelik yaşayan Margot ile seans yapmaya başlar. Margot’nun hayatı, kararsızlığı ve darmadağın hâli Sibyl’e kendi geçmişini anımsatır. Sibyl ile Margot iç içe geçmiş anlatıcılar hâlinde romana ilham olurken, film bu süreci merkezine alır.
Film, editör Basile’in monoloğu ile açılır. Sibyl onu dinler, arada adamın söylediklerine katılır. Basile kendini kaptırmıştır, kelimeleri hızlanır. O sırada bir restorandalar ve yemekler bir konveyör üzerinde servis edilmektedir. İstedikleri takdirde yemekleri bant üzerinden kendileri alabilir, aynı bir yazar gibi hayatın içinden ilhamı çekip çıkarabilirler. Basile, monoloğuna hızından ödün vermeksizin devam ederek son iki cümlesindeki “kurgu” kelimesini gerçek olmayan anlamında kullanmıştır, editoryal montaj anlamında değil. Fransızcanın aksine Türkçede gerçek olmayanın yanında bir filmde çekilen görüntülerin düzenlenmesi, bir araya getirilmesi ve anlatının oluşmasını mümkün kılan edime de kurgu denmektedir. Basile’in söylediklerinin aksine, anlatı sinemasında kurgu kendi başına bir konu olmasa da tetikleyenden öteye geçebilmektedir. Sibyl filminde kurgu, ana karakterin yaşadığı yoğun karşı-aktarımın formal betimlemesidir. Sibyl, konveyördeki ilhamlardan Margot’yu seçer ve aralarında klinik açıdan desteklenemeyecek tuhaf bir ilişki doğar. Margot’nun anlattıkları üzerine çağrışımlar üretmeye başlar, yaratıcı süreci tetiklenir ve hafızasında yer alan ilişkileri şimdiye sızar.
Aktarım, danışanın erken çocukluk dönemindeki ilişki kalıplarının analitik ortamda yinelenmesidir. Bu süreçte bilinçdışındaki dürtü ve savunmalar değişime uğramaz fakat dışavurum, duygu, düşünceler farklılık gösterebilir. Karşı-aktarım ise analistin eski ilişki kalıplarının, bilinçdışı çatışma ve kaygılarının danışan tarafından uyarılmasıdır. [1] Margot Sibyl ile görüşmeye başladığında onu kendi karar verme sürecine dâhil etmeye çalışır. Margot bu açıdan son derece talepkârdır. Kürtaj olmak için aldığı randevulara Sibyl’e danışmadan gitmez. Onu sevgilisi Igor’u gözlemlemeye ikna etmeye çalışır. Dolayısıyla Sibyl’in yoğun olarak deneyimlediği kendi karşı-aktarım süreci bir manipülasyon aracına dönüşür. Sibyl analiz ortamının sınırlarını korumak için bazı adımlar atar. Ancak filmdeki süpervizyon sahneleri göz önünde bulundurulduğunda Sibyl’in, Margot’nun hayatına gitgide daha fazla dâhil olmaktan çekinmediği görülür.
Terapötik ilişkilerinde Margot’nun yaşadıkları, Sibyl’in annesinin ölümüne verdiği tepkiyi ve kızı Selma’nın babası olan Gabriel’le ilişkisini gün yüzüne çıkarır. Klinik alandan gittikçe taşan bu ilişki süresinde Sibyl, kendi hayatını tutarlı ve tutkulu bir biçimde danışanı izleminde yeniden yazmaya girişir. Bu yeniden yazma edimi hem zihinsel hem de gerçektir. Hatta Sibyl, filmin ikinci yarısında (ikisinin birlikte oynadığı filmdeki) yönetmen Mika’nın yerine geçerek Margot ve Igor’a direktif verir. Kendisi bile isteye yönetmen koltuğuna geçmediği gibi Margot’yu da ta en başında reddetmiştir. Sibyl, Margot ile aynı durumdayken çocuğu doğurmayı seçmiştir. Kararını değiştirmesi mümkün değildir. Ancak Margot’nun o anda yaşadıkları ile kendi geçmişini iç içe geçirmesi geri dönüşü olmayan bu karar üzerinde bir kontrol sağlama arzusunun dinmediğine işaret eder. Bu duyguların yeniden alevlenmesi karşı-aktarımın bir göstergesidir. Artık Sibyl’in, Margot’ya karşı koruması gereken terapötik tarafsızlığı koruması için çok geçtir.
Ritim ve devamlılık açısından değerlendirildiğinde filmin kurgusu kendisine fazla dikkat çekmemektedir. Bu deyişle kurgu, natüralist olmayan ve film medyumunun gerçek olmadığını seyirciye anımsatacak herhangi bir tavırdan yoksun olduğu kastedilmektedir. Seansların yer aldığı sahnelerde yavaş, analize yer açan bir dil benimsenmiştir. Karakterlerin konuşmaları aceleye getirilmediği gibi bulundukları mekânın da algılanması için yeterli zaman tanınmıştır. Diğer sahneler de benzer bir tavırla ele alınmıştır ve böylelikle özdeşim desteklenmiştir. Başka bir önemli nokta ise filmdeki geriye dönüşlerin (flashback) ve gündüz düşlerinin ifadesidir. Dissolve veya fade-in/out gibi film diline yerleşmiş geçişler bile tercih edilmemiş, her sahne birbirine cut (kesme) ile bağlanmıştır. Dolayısıyla kişisel düşlerin ele alınması filmin şimdiki zamanı ele alışıyla karşılaştırıldığında farklı bir ifade söz konusu değildir. Ancak kurguyu öz-bilinçli hâle getiren bu manipülasyonların eksikliğidir. Çünkü karşı-aktarım sürecinde Sibyl’in düşlemleri, hikâye düzlemindeki çizgisel zamana ait olan herhangi bir sahneden daha az nedensellik taşımamaktadır. Tümüyle kurgusal olsa bile. Bu sahnelerin geriye dönüş olduğundan emin olmak da mümkün değildir; zira Sibyl, ilhamını Margot’dan aldığını ve romanını yazdığını açıkça ortaya koymuştur. Ki sinema tarihinde geriye dönüş sahnelerinin gerçeği yansıtmadığı, odaklanan karakterin iç dinamiğini öne çıkararak seyirciyi yanılttığı da çokça görülmüştür. Bu bağlamda Sibyl, kurgusuyla, bir mekânı başka bir mekâna bağlamakla ya da bir olayı başka bir olaya bağlamakla kalmaz, ana karakterin izleminde zihinsel bir bütünlük oluşturur.
Kaynakça
[1] Ardalı, C. & Erten, Y. (1999). Psikanalizden dinamik psikoterapilere. İstanbul: Alfa.