Bir koşul için rıza gösterme ile ona mecbur kalma arasında çoğunlukla göz ardı edilen bir de ‘mecburen razı olma’ durumu yer alır. Zorunluluktan, alternatifin bulunmayışından veya salt çaresizlikten ileri gelen bu durum, aslında kitlelerin yönetimi söz konusu olduğunda iktidarın temel stratejisini oluşturur. Burada yönetilen, mecburen iktidarın boyunduruğu ve/veya himayesi altına girmeyi kabul eder. Üstelik bu anlaşmada iktidarın yaptırımlarına karşı çıkma hakkını da teslim etmiş olur, zira mecburiyet kısmına rıza da kelepçelenmiştir.
İlk sezonuyla çarpıcı bir başlangıcı yakalayan Squid Game serisi (2021-2024), üç yılın ardından gelen ikinci sezonuyla ölüm dürtüsünün insan psikolojisi üzerindeki etkisi odağındaki konusunu efendi-köle diyalektiğine taşımıştır. Bu çerçevede çağdaş bir Leviathan örneği sunan Netflix yapımı dizi, Thomas Hobbes’un Orta Çağ’da şekil alan güçler ilişkisi analojisinin hemen her yönetim sisteminde ne kadar kadim bir yer edinmiş olduğunu da ortaya koyar. Diziyi efendi-köle ilişkisi ve Leviathan oluşumu bağlamında ele alan bu analizde dizinin ikinci sezonu, Hobbes’un fikirlerine çağdaş bir uyarlama sunan Val Plumwood’un yeni efendi-köle konumlandırmaları çerçevesinde incelenecektir.
İktidar Gücünü Nereden Alır?
Dizideki güçler ilişkisine daha kapsamlı bir yaklaşım sağlayabilmek için Hobbes’tan bu yana Hegel ve sonrasındaki düşünürlerin efendi-köle diyalektiğini nasıl yorumladığını açıklamak faydalı olacaktır. Politika, toplumlar ve meşru hükümet sistemleri üzerine kaleme aldığı Leviathan (1668) adlı eserinde Hobbes, kitle yönetimlerinde en eski ve etkili yapılandırmalardan biri olarak toplumsal sözleşme kuramını ileri sürmüştür. Buna göre toplumu oluşturan vatandaşlar, güvenliklerini temin etme koşuluyla sahip oldukları tüm hakları bir otoriteye teslim ederler. [1] Böylesi bir devlet, görünüşte bünyesi içindekilerin hak ve özgürlüklerini de korumakla yükümlüdür. Ancak Leviathan’ın yazıldığı dönem İngiltere’sinde devletin zamanla büyüyen gövdesi, yaşama ve mülkiyet hakkı gibi temel vatandaşlık haklarını dahi hiçe sayarak despot bir yapılanma oluşturmuş, bu da halkı mecburi bir efendi-köle ilişkisi içinde bırakmıştır.
Tarihteki bu Restorasyon dönemi İngiltere’si örneği, nitekim Squid Game 2’de oyuna katılan kitlenin nasıl oluşturulduğunun kuramsal temelini oluşturur. Dizinin ilk sezonunda olduğu gibi burada da oyunun altyapısında yer alan bir görevli, karşılaştığı yoksul insanlara bir somun ekmek ile tek seferlik bir kazı-kazan oyunu arasında tercih yapacağı bir teklifle gider. Aç oldukları hâlde maddi gelir kazanma olasılığını tercih eden çoğunluk, daima hüsranla sonuçlanan oyunu oynadıktan sonra görevliye sitemle karşı gelir. Görevli ise onlara iki seçenek arasında tercih hakkı verdiğini, dolayısıyla başlarına gelenin tek sorumlusunun kendileri olduğunu hatırlatır. Dizinin başında kuruluş/giriş niteliğindeki bu sahne; açlık ve yoksulluğun mecbur bıraktığı bir kesimin, onlara çözüm vadeden bir otoriteye nasıl zarurî bir rızayla teslim olduklarının açıklamasıdır. Kimliği belirsiz tutulan bu otoritenin oyunculara, oyuncu kimliğiyle kabul edilen yoksul insanlarınsa yiyecek, barınma ve ekonomik güvence sunacak bir güce ihtiyacı vardır. Yani hiyerarşiyi oluşturan her iki tarafın da birbirini tanıması, var olmak için birbirlerine gereksinim duyduklarını kabul etmeleri gerekir.
Bu karşılıklı gereklilik durumundan hareketle Hegel, efendi-köle ilişkisinin, bilinçlilik hâli içinde değişken bir dinamiğe sahip olduğunu savunur. [2] Ona göre böylesi bir ilişki, ancak iki tarafın da bilinci dâhilinde meydana gelir ve her iki konumun kendi içinde yaşanan güç değişikliklerinden etkilenir. Bu bakımdan her ne kadar dinamik ve değişken bir yapıya sahip olsa da Hegel’in efendi-köle diyalektiğinin temelinde ortak bir nokta yer alır: arzu -bir başka otorite/kimlik tarafından tanınma arzusu. Hem efendiyi hem de köleyi birbirine bağlı kılan bu tanım içinde arzu, aradaki ilişkinin de ana motivasyon kaynağıdır. Efendi, kölesi tarafından boyun eğilen bir güç olarak bilinmeyi arzularken köle, bir dış otorite tarafından kabul edilmeyi arzular. Ancak Squid Game 2 özelinde doğrudan Hegel diyalektiğinin temsil edildiğini söyleyemeyiz; zira dizide oluşturulan güç dengesinde köle sınıfı, efendi tarafından tanınıp güvence altına alınmayı talep etmektense her ne koşulda olursa olsun ekonomik ihtiyacının giderilmesine odaklanmıştır. Bu da bizi Hegel diyalektiğini yirminci yüzyılda yeniden yorumlamış olan Val Plumwood’un beş kategorili hiyerarşisine yönlendirir.
“Beni Sizler Var Ettiniz”
Tahakküm ilişkisinin yalnızca bireysel düzeyde değil, aynı zamanda toplumsal, ekolojik ve epistemolojik düzeylerde de nasıl sürdürüldüğünü anlamak için Plumwood, Hegel diyalektiğinin sınırlarını genişletmiştir. Feminizm ve Doğaya Hükmetmek (1993) [3] adlı eserinde hiyerarşiyi daha kapsamlı bir hâle getirerek beş temel ilişki kategorisi önermiştir: arada keskin ayrım (radical exclusion), aracılaştırma (instrumentalism), arka planda bırakma (backgrounding), aşağılama veya değersizleştirme (homogenization/devaluation) ve tekrarın doğallaştırılması (denial of dependency). Bu analiz bağlamında her bir kategoriyi incelemeyeceğiz; ancak ilişkilerin kuruluş temellerine bakıldığında Squid Game 2’de otoritenin tahakküm yöntemi olarak belirgin şekilde aracılaştırmanın kullanıldığı görülür.
Plumwood’a göre aracılaştırmada köle veya tahakküm altındaki grup, yalnızca efendinin amaçları için bir araç olarak değerlendirilir. Bu ilişki, varlıkların içsel değerlerini reddederek onları yalnızca kullanışlılık temelinde tanımlar. Nitekim dizideki ölümcül oyunun birer piyonu olmak üzere seçilen köle sınıfı ne aşağılık veya değersiz görülür, ne arka planda bırakılır ne de efendi ile araya keskin bir ayrım çizilir. Aksine oyunların yönetici koltuğunda bulunan Lider; 001 numaralı oyuncu olarak diğerlerinin arasında yer almaktadır. Kendisi dışındaki dört yüz elli beş oyuncu ise Lider’in kurguladığı aşamaları, yaşamları pahasına geçmek üzere görevlendirilmiştir.
Benzer şekilde görev-oyuncu kurgusu üzerine inşa edilen diğer senaryolardan farklı olarak Squid Game 2’de yansıtılan bu kurgunun çarpıcılığının iki temel nedeni vardır: Oyunlar, doğrudan erdem bakımından aşkın/yüce bir amaç taşımak yerine Lider’in keyfiyeti için düzenlenmiştir; buna bağlı olarak da oyuncuların ölümü, insanî değerin hiçe sayıldığı olağan bir beklenti niteliğindedir. Kendisi dışında her bir oyuncu, Lider’in takdirine kalmış bir kaderde bireysel sınavını vermek üzere birer ‘aracı’dır. Bu yöntemle Lider; despotik bir kimlik oluşturmak yerine tahakkümünü, kişisel çıkarlarını elde etmede yönettiği kitleyi birer aracı hâline getirerek kurar. Kitle ise kendisine biçilen bu kimlikten habersiz bir şekilde ona sunulan vaate, yani ihtiyacı olan paraya ulaşmak için mecburen ölümcül oyunlara razı gelir. Bu ilişkideki nüans, hiyerarşideki pozisyonların Hegelci diyalektikten farklı olarak birbirini var edip beslemenin yanı sıra efendinin bilinçli, köleninse bilinçsiz biçimde ‘aracılık’ durumunu meydana getirmesidir.
Küllerinden Doğan Leviathan
Hobbes’a kısa bir dönüş yapacak olursak 1668 yılında siyaset felsefesinde yeni bir sayfa açan eser, kapağında yer alan “Leviathan” adlı canavar görseliyle de meşhur olmuştur. Mecburiyet-rıza ilişkisi düşünüldüğünde dizide oyuncuların yerleştirildiği koğuşun tavanından indirilen, içi para dolu dev küreyi Leviathan canavarının bir temsili olarak değerlendirmek mümkündür. Zira Lider’le birlikte oyunu kurgulayan ekibin adına ve onları temsilen yerleştirilen bu heybetli, bir o kadar ulaşılmaz obje, etrafını saran dört yüz elli altı kişilik insan gövdesinin kalbinde yer alır. Tıpkı bir metabolizmanın hayatî organı gibi kitleyi ayakta tutar, sonu belki ölümle noktalanacak olsa dahi bir sonraki oyun turu için motive eder, sonrasında ekonomik refah vaadiyle insanlara bir güvence verir.
Dizinin ilk sezonundan farklı olarak yeni sezonda oyunculara, her turun sonunda bir sonrakine devam edip etmemek üzere oylama yapma hakkı sunulmuştur. Demokratik ve bağımsız gibi görünen bu oylamadan hemen önce kürenin içine, bir önceki turda ölen insan sayısı ve turun zorluk seviyesine göre para aktarımı yapılır. İnsanların gözünde adeta görsel şölene dönen bu işlemin arka planında zihinlere daha fazla kazanç elde etme olasılığı fısıldanır aslında. Bu da işlemden önce bir sonraki tura geçmeden yarışmayı sonlandırmayı düşünenler, gösterinin cezbesiyle beraber fikirlerinden vazgeçerek şanslarını denemeye karar verir.
İşte dizide gerginliği hâd safhaya taşıyan bu ikircikli karar ânı, gönülsüz de olsa Leviathan canavarının gövdesine varlığını teslim eden insanların ‘mecburi rızası’nı yansıtmaktadır. Oyuncu kitlesi, bilinçli olarak yüklü bir miktar borcun altında ezilen kimselerden oluşturulmuştur. Bu kişiler, oyunu sürdürmezlerse borçlarını belki ömür boyu ödeyemeyeceklerinin ya da alacaklılar tarafından zarar göreceklerinin farkındadırlar. Dolayısıyla onlar için bir bakıma oyunu sürdürmekle noktalayıp terk etmek arasında pek bir fark olmayacaktır: Her iki durum da bu insanlar mecazî veya gerçek bir ölümle sonuçlanacaktır. Bu nedenle oyuncular, mecburî rızalarını sürdürerek küredeki para devingenliğine tam da gerçek anlamıyla can verir. Böylelikle Orta Çağ’da dünyaya gelen Leviathan, yirmi birinci yüzyılda bir kez daha gövde bulmuştur.
Kölelikten Marksist Uyanışa Doğru
Peki, ilk oylamanın sonuna dek yavaş yavaş kurulan efendi-köle diyalektiğinin bilincine varamamış olan bu kitlede zincirin halkalarını görmeye başlayanlar olursa? Bir önceki sezonun şampiyonu Seong Gi-Hun, zaten oyun ekibini ifşa edip adalete teslim etmek üzere yarışmaya tekrar katılmıştır. Amacı, Lider’in oyun tuzağına düşen insanları ölümden kurtarmak ve ekibi çökertmektir. Bunun için de ilk oyundan itibaren herkesi oyundan vazgeçirmeye çalışır. Neyse ki her turda dev kürenin içine aktarılan yüklü miktardaki paranın etkisiyle oyuna devam etmek isteyenlere rağmen Seong, kendi tarafında bir oyun-karşıtı-kitle oluşturmayı başarır. Oyun sisteminde yer alan elemanları ve Lider’in kurgusunu gitgide daha objektif bir şekilde görmeye başlayan kitle, bu idrak ânıyla birlikte artık Marksist bir uyanışa doğru ilerler. Esasında ona dayatılan ve mecburen rıza gösterdiği, parayla süslenmiş oyun, Leviathan canavarının gizli tutulan dehşet verici yönüyle zuhur eder bu defa. Bir diğer ifadeyle Leviathan oluşumunun canavar kimliği, Marksist aydınlanmanın ışığında ifşa olmuştur.
Böylelikle birinci sezonda oyundan sağ çıkma çabası, ikinci sezondaki bilinçlilik hâliyle oyuna karşı gelme ve onu yıkma girişimine dönüşür. Bu amaçla oyun ekibinin elemanlarından silahlarını alarak onları etkisiz kılmaya çalışan yeni devrimci kitle, sezonun sonunda belirsiz bir durumda bırakılmıştır. Seong’un güdümüyle bir araya gelen oyun-karşıtı-kitle tıpkı Marx’ın bütünüyle özgürleşemeyen işçi sınıfı gibi Lider’in oluşturduğu derin devlet karşısında belirsiz bir kaderin eline bırakılmıştır. Deneyimledikleri aydınlanma ve bilinçlenme durumu, bu kitleye oyun ekibine karşı bağımsızlığını vermeye yetecek midir? Marx’a göre köle sınıfta bilincin oluşmasının ardından harekete geçme adımı gerçekleşmediği takdirde efendi-köle diyalektiği üzerine kurulu sistem, var olmaya devam edecektir. Buradan hareketle sezonun sonunda yanıtsız bırakılan soru, Marksist devrimin pratikte mümkün olup olmadığını da bir sonraki sezonda sorgulayacaktır.
Sonuç olarak Squid Game 2; siyaset felsefesinde ortaya konagelen güçler dengesi diyalektiğinin, Plumwood’un önerdiği aracılık ilişkisi temelinde yeniden yapılandırıldığı bir kurgu ortaya koymaktadır. Mecburiyetin rızayı, rızanınsa teslimiyeti getirdiği bir Leviathan bünyesini teşkil eden oyun, bu sezonda içten içe devrimin tohumlarını filizlendirmeye başlamıştır. Fakat devrimin gerçekleşmesi, aslında dizi özelinde bir senaryo kurgusu olarak izlediğimiz temsili hikâyenin bizzat içinde yaşadığımızı ve onu yüzyıllardan bu yana sürdürdüğümüzü fark etmemizle mümkündür. Bu çerçevede dizinin son yorumunu şu soruyla siz okuyucu ve izleyicimize bırakıyoruz: Bizler dışarıdan baktığımız her sistemi eleştirme hakkına talipken kendi hayatımızdaki Leviathan canavarının farkında mıyız?
Kaynakça:
[1] “Hobbes’s Moral and Political Philosophy.” Stanford Encyclopedia of Philosophy. 2002. https://plato.stanford.edu/entries/hobbes-moral/ [2] Şekerci, Mehmet Fatih. “Hegel’s Master-Slave Dialectic and The Relationship between God and Believer.” Bilgi 3.4 (2017): 148-160. [3] Plumwood, Val. Feminism and the Mastery of Nature. Londra: Routledge. 1993.