Geçtiğimiz günlerde MUBİ’de gösterime giren Hiver à Sokcho (2024) ile kış aylarının soğuk ve ıslak atmosferinde, Güney Kore’nin deniz kıyısı turistik şehri Sokcho’ya, kısa bir karşılaşma hikâyesine konuk oluruz. Mavi ve tonlarından oluşan renk paletiyle varlık gösteren filmde, solgun ve durağan akışındaki bir yaşamın tam ortasına birdenbire bir yabancı düşer. Bu durum, durgun bir su birikintisine atılan bir taşın usulca oluşturduğu dalgalar gibi, bir konukevinde çalışmakta olan Soo-ha’nın hayatını derinden etkiler. Genç kadın, henüz kimlik ve aidiyet duygusu gibi yaşamda ne olduğuna, nereden gelip nereye gittiğine dair anlam arayışına çıktığı, bocaladığı, tutunabileceği sağlam kökler aradığı, aynı zamanda filizlenmeye çabaladığı bir yaşam dönemindedir. Soo-ha tam bu sırada beliren esrarengiz misafirin tuhaf ve mesafeli yakınlığı ile yeni bir kavrayışa doğru yol alır.
İlk gösterimini Toronto Uluslararası Film Festivali’nde gerçekleştiren Hiver à Sokcho, Kore asıllı İsviçreli yazar Elisa Shua Dusapin’ın aynı isimli romanından uyarlanmıştır. Fransız-Japon asıllı Koya Kamura’nın yönetmenliğini üstlendiği bu ilk film, 72. San Sebastián Uluslararası Film Festivali’nin Yeni Yönetmenler programına seçilerek izleyiciyle buluşmuştur.
Yirmili yaşlarının ortasındaki Soo-ha, Hiver à Sokcho’nun merkezinde yer alır. Annesi Koreli, babası Fransız olan genç kadın, babasını hiç tanımamıştır. İçine doğduğu kültürün cinsiyet kodlarıyla yetiştirilmiş, bu kültürün cinsiyet fark etmeksizin tüm bireylere dayattığı özellikle estetik normların baskısı altında yaşamını kendisi olarak sürdürmek için gayret etmektedir. Bir yandan memleketi Sokcho’da mütevazı bir konukevinde yemekler ve odalar ile ilgilenirken bir yandan balıkçı olan annesinden deniz ürünlerinin en iyi şekilde nasıl hazırlanacağını öğrenmektedir. Kore ve Fransız edebiyatı okumuştur ve iyi düzeyde Fransızca bilmektedir. Konukevine Fransız çizer ve yazar Yan Kerrand’ın gelmesiyle, aralarında yazara aradığı ilhamı bulması için eşlik ettiği bir ilişki başlar.
Yan Kerrand’ın hayatıyla ilgili, Soo-ha’nın internette yaptığı araştırmalardan öğrendiğimiz ve yazarın odasında adeta bir trans hâlinde çizim yaptığını izlediğimiz sahneler hariç çok bilgimiz olmaz. Aralarındaki ilişki bağlamında daha çok Soo-ha’nın iç dünyasında uyanan yankılar, filmin gerçeklik algısının kırıldığı animasyon çizim sekanslarıyla resmedilir. Soo-ha tanışık olduğu iki kültür arasında bir köprü kurmaya çalışırken, aslında hiç tanımadığı babasına ve onun kültürüne olan merakı, Yan Kerrand’a olan ilgisinde hayat buluyor gibidir. Söylenmesi zor sözlerin tüm doğallığıyla bir anda ağızdan çıkıverdiği nadir anları yazar ile yaşar. Beraber Sokcho’yu seyrettikleri bir anda, yazara balığın hikâyesini anlatır. Hayali bulutların üzerinde uçmak olan bu balık, sıkışıp kalmıştır: Bir zamanlar daha canlı olan bu tenha şehre, önemli bir gerçeği kendisinden yıllardır saklamış olan annesi ile olan ilişkisine, liseden beri birlikte olduğu ancak yaşamda farklı yönlere doğru büyüdükleri, model olmak isteyen sevgilisine, belki de tüm bunların içindeki yalnızlığına. Gezginleri anlatan çizgi romanlarla büyümüş yazar, yalnızlıkların karşılaşmasından bahsederken, aslında yalnızlıkların birbirlerini teselli etmesini, ya da yalnızlığın böylelikle sona ermesini değil, yalnızlık durumlarının farkına varılmasını ve kabul edilmesini ifade etmektedir. Nitekim yeni tanıştığı ama kendini birdenbire yakın hissettiği bu yabancı, Soo-ha’nın kendini daha iyi tanımasına aracılık eden bir ayna görevi üstlenir.
Filmin dingin tonu, aslında son derece duygu yüklü sahnelerde kavrayışı ve karakter ile özdeşleşimi kolaylaştıran bir işlev görür. Duyguların fark edilmesi, tanımlanması ve kabul edilmesi, duygu düzenleme işlevlerinin en önemli görevleri arasındadır. Böylesine duygu yoğunluklu bir filmde hem renk tonu ve mekânların ustalıklı tercihi, hem hayatın akışındaki sakin temposu, hem de ortaya koyulan kültürel özelliklerin etkisiyle, Soo-ha’nın yaşadığı kimlik karmaşası ve beden imajı sorunları film boyunca olduğundan daha fazla dramatikleşerek gerçekten uzaklaşmaz. Bu yönüyle karakterin annesiyle ve sevgilisiyle yüzleştiği sahneler, bariz birer ilerleme hissi uyandırarak Soo-ha’nın kendisi olma yolunda attığı önemli adımlar olarak öne çıkar. Öte yandan beden imajı, reddedilme deneyimi ve ardından gerçekleştirdiği eylemlerin psikolojik derinliği filmde yeterince ele alınmamaktadır.
Filmin odağındaki ilişkiye dair neredeyse tümüyle tek yönlü bir bakış sunulur. Soo-ha’nın penceresinden izlediğimiz bu etkileşim en başından kısa ve geçici olduğunu belli eder. Ancak Soo-ha’nın tutum ve davranışlarında arzunun ve yakınlık ihtiyacının izleri belirgin iken, Yan Kerrand’ın daha çok kendi dünyasında olma hâli ve bu yakınlığa verdiği karşılığın sınırlılığı film boyunca önemli bir kırılma anının beklentisini gittikçe tırmandırır. Soo-ha’nın duygularının çizimlerle ifade olanağı bulduğu animasyon sahnelerinin ise Yan Kerrand’ın yeni eserinin parçaları olup olmadığı film bittikten sonra dahi gizemini korur.
Mekân seçiminde de başkarakterin kültürlerarası ikilemini destekleyen bir sınırda olma, arada olma durumu göze çarpmaktadır. Sokcho, Güney ve Kuzey Kore arasında koruma altındaki askersiz ve silahsız geçiş sahasına çok yakındır. Bu bağlamda birbirinden çok farklı olan iki şeyin arasında gri bir zon olabildiği, kültürlerin ayrımlaştığı kadar ortaklaşabileceği umuduna bir gönderme yapılır. Yazar, kışın otobüslerin bile gitmediği bu bölgeyi özellikle ziyaret etmek istediğinde, aradığı ilhamı şeyler arasındaki geçişkenlikte bulabileceğine dair taşıdığı umudu dile getirmiş olur. Bu deneyim keskin yönlerin budanarak kimliğin olgunlaştırılmaya çabalandığı bir evrede olan Soo-ha için de değerlidir.
Hiver à Sokcho, dışarıdan önemsizmiş gibi görünse de bir şekilde kalıcı izler bırakan kısa karşılaşmalar hakkında hassas bir hikâye sunar. Bu sıra dışı ve geçici karşılaşma her iki bireyin de aradıkları özgürlüğü belli ölçülerde bulmasıyla sonuçlanmış gibidir. Yazar, içinde Soo-ha’nın da bulunduğu bir kitap yazarken Soo-ha iç dünyasına dair keşifler yapmış, ilişkilerini gözden geçirmiştir. Gelecek belirsizdir, ancak kendini daha iyi tanımanın, geçmişin izleriyle yüzleşmenin ve tekilliğin farkına varmanın ileriye giden yola ışık tutacağı bir gerçektir.




























