Història de la meva mort geçtiğimiz yıl Locarno Film Festivali’nde Altın Leopar ödülünün sahibi olmuştu. 2006’da Honor de cavallería ve ardından 2008’de El cant dels ocells ile Katalan yönetmen Albert Serra tarihselliğin sinemasal izleğinde takibine farklı bir yaklaşım getirmişti, son filmiyle de bu yaklaşımı devam ettiriyor.
Història de la meva mort, etrafındakileri ve bilhassa kadınları sözleriyle, tavırlarıyla büyüleyen, belleklerde anonimleşmiş fakat tarihsel gerçeklikte de izleri sürülebilen iki “efsanevi” karakterin Casanova ve Dracula’nın karşılaşmasına sahne oluyor. Tarihsel olanın, geçmişin görkemli aktarımından ziyade 18. yy’da Casanova’nın artık son demlerini yaşadığı bir döneme odaklanan film, günlük yaşamın olağan sadeliğiyle ve dönem atmosferine müdahil olmadığı anlatımıyla minimalin görkemine imza atıyor.
Realizm ve romantizmin çarpıştığı bu dönem için itinayla -ve yönetmenin deyimiyle gerçeğe mümkün olduğunca- yakın durarak yazılan diyaloglar, günlük dile yakınlıkla birlikte dönemin felsefi tartışmalarının nüvelerini de veriyor aynı zamanda. Filmin ilk yarısı Casanova’nın şatosunda, yardımcısı ve yakınlarındaki kişilerin hayatlarını sorgulama, onları tanıma evresiyle geçiyor. Kendi varoluşsallığını deşifre eden cümleleriyle dilin büyüleyiciliğine olan inancını şöyle ifade ediyor filmde Casanova: “Bir sözlük yazmak istiyorum. Nesnelerin yahut onların izdüşümü olan kelimelerin orijini, nereden geldikleri ve neyi gösterdikleri beni ilgilendirmiyor. Benim ilgilendiğim yalnızca ve yalnızca kelimelerin kendisi.” Bahsi geçen bir peynir sözlüğü olduğu için Casanova’nın duruşunda bir absürtlük olduğu inkâr edilemez. Büyüleyici ikinci karakterin Dracula’nın sahneye çıktığı filmin ikinci yarısında atmosferin daha da karardığını, açık alanda ölümün daha rahat kol gezdiğini ve Casanova’yı da bu şekilde bulduğunu söyleyebiliriz.
Albert Serra ile bu filmin akabinde yapılan bir şöyleşide onun sinemasını takip eden izleyicilerin “sevmek” ve “nefret etmek” gibi iki zıt kategoriye ayrıldığı, bu iki kategorinin arasının mümkün olmadığı söylenir. Söyleşi sırasında bu yorumu getiren kişinin elini öpmek gerekiyor. Zira festivaldeki ilk gösteriminde filmin 30. dakikasından itibaren salonu terk etmeye başlamıştı seyircilerin büyük bir kısmı. Fakat yalnızca sinema salonunda kalanların bildiği bir şey var ki o da Casanova’nın ve belki de Serra’nın “rahatsız” olarak terk-i diyar eyleyen bu izleyicilere kahkahalarla güldüğü.