Psie Pole seyirciyi, sevmek ya da harcadığı 100 dakikaya lanet etmek arasında tercih yapmak zorunda bırakan bir film. Bir türlü yerli yerine oturmayan bir anlatı ile tek kelimeyle büyüleyici bir görsellik arasında gidip geldim tüm film boyunca. Bir yerden sonra, yarattığı atmosfere kendimi bırakıp filmden zevk aldıysam da, anlatısındaki olumsuzluk ve aşırılıklardan yola çıkarak filmi eleştirenlere sunabileceğim güçlü bir savunmam da yok.
Lech Majewski filmin anlatısını, üniversitedeki işinden ayrılıp süpermarkette çalışmaya başlayan bir öğretim görevlisinin, trafik kazası sonucu kaybettiği sevgilisinin yasını tutarken modern dünyada kaybolmasıyla sınırlasa daha derli toplu bir eser koyabilirdi ortaya. Lakin yönetmen bu kişisel dramla, ülkesinin yaşadığı bir trajedi arasında bir paralellik kurmaya çalışıyor. Çalışıyor diyorum, çünkü bu fikrin olumlu sonuç verdiğini ve filme herhangi bir katkı yaptığını söylemek güç. Buna bir de, başkarakterin teyzesinin felsefi monologu ve filmin altyazılarında Rekin Teksoy’un muazzam çevirisiyle yer alan İlahi Komedya kantoları eklenince, film iyice şişip gereğinden fazla bir yoğunluğa ulaşıyor. Fakat tüm bu olumsuzlukların ötesinde öyle görsel imgeler yaratmış ki Majewski, Psie Pole’ü katlanılır kılmakla kalmayıp, sevilesi hale bile getirmiş. En azından benim için…