Amerikalı yazar Andre Dubus’un aynı adlı romanından uyarlanan filmin yaratıcısı Ukraynalı yönetmen Vadim Perelman. Dram türündeki film esasen içinde barındırdığı kültürel ve politik çelişkilerle seyirciyi şöyle bir soluklanmaya ve düşünmeye iter. Bir eve sahip olabilmek uğruna yiten yaşamların öyküsüdür filmde seyirciye sunulan. Hayalleriyle yaşar herkes ama bu hayallerin çakıştığı noktada hayatlar tüketilir.
Filmde hayallerin çakıştığı hayatları sürenlerden birisi, eşi tarafından terk edilmiş ve içine kapanmış olan Kathy’dir (Jennifer Connelly). Filmin başladığı ilk karede sisler arasından bize görünen Kathy’e polis memurunun yönelttiği bir soru ile başlar film: “Bu ev sizin mi?” İşte bu sorudan çıkılan yolda nice duyguya ve düşünceye bürünür seyirci. Hemen ardından karakterlerimiz sırasıyla belirir. Kathy’nin, eşinin çekip gitmesiyle yapayalnız kaldığı hayatında tutunduğu tek şey babasından kalmış olan evidir. Babasının dişinden tırnağından artırarak aldığı bu ev artık onun emanetindedir. Eşi tarafından terk edilen Kathy’nin dış dünyayla bağını kopardığından dolayı ihmal ettiği vergi ödemeleri nedeniyle evine el konur ve ev satışa çıkarılır. Hem eşini hem de evini kaybetmek, Kathy için katlanılması imkansız bir durumdur. Evin boşaltılması için gelen memur Lester (Ron Eldard) Kathy’den etkilenir ve evini geri alması için ona yardım etmeye karar verir. İşte tam da bu noktada bir yandan aile değerlerine önem verir görünse de Lester da kendi çıkarları doğrultusunda ailesini geri plana atarak Kathy ile yakınlaşır ve ne pahasına olursa olsun Kathy’nin evini geri almak için savaşa o da dâhil olur. Amerikalı olmasının da verdiği yasal haklarla sonuna kadar gitmeye hazırdır Kathy. Bunun yanında, bir yandan aile olgusu vurgulanırken Lester’ın kendi karısını bırakıp Kathy ile beraber olması ahlaki, değerleri de sorgulatıp çelişkileri gözler önüne sermektedir.
Diğer ana karakterimiz ise Amerika’yı kendisine yeni yurt edinme gayesinde olan Massoud Amir Behrani’dir (Ben Kingsley). Filmin başlarında seyirciye ilk göründükleri haliyle Behrani ailesi Hazar kıyılarında bir eve sahip oldukça varlıklı bir ailedir. Amir Behrani albay üniformasıyla görünür ve böylece seyirciye güçlü bir karakterin sinyalleri verilmiştir. Ardından kızının düğününde örf ve adetlere bağlı baba figürüyle bir konuşma yapar. Her baba gibi kızından beklentisi ona torun vermesi ve aileyi genişletmesidir. Daha sonra Amir Behrani’yi bir işçi olarak Amerika’da çalışırken görürüz. Siyasi nedenlerden dolayı ülkesinden sınır dışı edilip ailesini yanına alarak Amerika’ya gelen Behrani için gazetede gördüğü bir ilan sayesinde sonunda bu rüya ülkesinde bir ev sahibi olma ve de çocuklarına yeni bir yuva sağlama fırsatı doğar. İki farklı işte çalışarak ailesini geçindirmeye çalışırken onlara İran’dan Amerika’ya gelmelerinin daha iyiye doğru bir adım olduğuna inandırma çabası gütmektedir. Bu yük Behrani’yi kimi zaman hırsa ve saldırganlığa dönüşen bir çıkmaza iter. Hem ailenin reisi olmak hem de İran’da bir zamanlar askeri görevde bulunmuş olmak liderlik vasfını yükler Behrani’ye. Korumak zorunda olduğu saygınlığı ve ayakta tutmak durumunda olduğu bir ailesi vardır nihayetinde. Yeri gelir bu saygınlıktan bile şüphe edilir. Oğluna kendi yaptıklarını asla yapmamasını bile öğütler Behrani. Her fırsatta da Amerikalılardan ne kadar farklı olduklarını anlatır oğluna. Amerikalılar doyumsuzdur ve eğlencede kaybolurken hayattaki fırsatları görmezler. Kendileri ise yaratanın onlara sunduklarını göz ardı etmez ve buna şükrederler. Oğlu ise babasını model alan bir evlat olarak değerlerine sahip olmak adına canını tehlikeye atmaktan bile sakınmaz.
Evin filmde temsil ettiği sayısız değer vardır. Kathy için ev, çocukluğuna, masumiyetine ve ailesine olan bağdır. Alkolle verdiği savaşta pek de başarılı olmayan Kathy için onu özlediği hayata bağlayan, elinde tek kalan bu evdir. Onu da kaybetme riskini göze alamaz. Behrani için ise ev, öncelikle aile demektir. Kendi ülkesinden sınır dışı edilmiş bir ailenin sığınağıdır ev. Değerlerini bozulmadan saklayabildiği tek yerdir. Ailenin reisi olarak koruması gereken karısı ve çocukları kendilerine ait olan bir evde huzurla yaşamalıdır.
Filmde evin içinde geçen sahnelerde kültürel farklara sayısız göndermeler vardır. Bu kimi zaman misafirperverliği ve yardımseverliğiyle karakterler üzerinden verilir. Behrani’nin eşi kırık İngilizcesiyle diğer karakterlerden çok daha fazlasını anlatır izleyiciye. Kimi zamansa yerde yenen pizzadan, gelen misafire tepsiyle ikram edilip kıtlama şekerle içilen çaya ve evin dekoruna kadar buram buram Orta Doğu kültürü kokar.
Filmin başından itibaren uğruna savaşılan ev, her insanın içinde bir yerlere ittiği aitlik duygusunun ne kadar baskın olduğunu hatırlatır bizlere. Ev uğruna verilen mücadelede herkes kendine yolculuk yapar bir nevi. Hikâye aslında basit bir Amerikan rüyası kavgası değildir. Hırsların çevrelediği yaşamda kendini dahi tanımaz hale gelebilmenin verdiği sızıdan hissedilmeyen duyguların dışavurumudur.
House of Sand and Fog’u izledikten sonra ona dair yüreğimde etkisi daim olup derinleşen duygulardan en baskın olanı; bir karakterden nefret ederken bir o kadar da aynı karakteri haklı görüp duygudaşlık edebilmekti. Hemen her filmde rahatlıkla tanımlayabildiğim iyi ve kötü burada birbiri içine geçmişti. Filmin adı tam da işte bu “iyi” ve “kötü”ye çizilemeyen keskin sınırların ifadesiyle anlam buldu belki de. Bir ad koymaya çalışırken değerlere aslında hepsi bulanık ve hepsi sisliydi. Her bir karakteri tek olarak ele alıp kafa yorduğunuzda her biri kendi şartları içinde haklı çıkıyordu. Behrani’nin Kathy’i kapı önünde arabası içinde intihar etmek üzereyken bulup kucağında eve getirmesi ve ona gösterdiği şefkat tıpkı bir baba şefkatiydi. Duyulan ağır nefret duygusuna rağmen yüreğiyle vardı Behrani. Kathy ise özlemini duyduğu korunma duygusunu arıyordu aslında. Herkes gerçek ve herkes olduğu gibiydi. Bunda filmin kurgusu yanında sergilenen oyunculuğun da etkisi büyük şüphesiz. Bu başarılı oyunculuk sayesinde seyirci hem affetmeyi, hem delicesine öfkelenmeyi, hem de üzülmeyi dolu dolu yaşamakta.
Aynı dünyada yaşasa da herkes, gerçeğimiz aynı değildir. House of Sand and Fog’un her bir karesinde, dini, kültürel ve sosyal açıdan farklı dünyaları olan her bir karakterin temelinde tek bir gerçeği olduğu ve bunun da sadece “insan” olmak gerçeği olduğu hatırımıza geliyor. Hayatta anlam aramaya çalışırken ya da bizler için anlam ifade eden olguların ardından koşarken nasıl da yitiveriyoruz. Kimisi filmin ardından tüm bu duygu ve düşünce yoğunluğunda ağırlaşsa da filmin izlenmeye değer olduğu aşikâr.