Kelebek uçtuğunda ne bırakır ki geriye? Nasıl bir izdir görmediğimiz ama hissettiğimiz?
Kelebekler iz bırakmaz ama hep hatırlanır. İşte Mina da o kelebeklerden bir tanesi. Mısır’da patlak veren, halkı mevcut yönetime karşı seferber olmaya çağıran sokak gösterileri, protestolar ve sivil itaatsizliklerin tümü “Kelebeğin İzi”nde harmanlanarak karşımıza çıkıyor.
Kelebeğin İzi, Mısır’da Ekim 2011’de gerçekleşen Maspero katliamıyla açılıyor. Katliamda hayatını kaybeden 27 Kıpti Hıristiyan gösterici arasında “Mısır Devrimi’nin Guevera’sı” diye anılan Mina Daniel de vardı. Daniel’in kız kardeşi Mary bizi devrimin hüsran ve zaferlerinden, bitmeyen ölümlerinden, tükenmeyen eksiklik hissinden ve ölmüşlerin hatıralarından oluşan iki yıllık bir yolculuğa çıkarıyor.
Kendisi de Hıristiyan bir aileden gelen yönetmen Amal Ramsis, bir kadın olarak çıkıp televizyonda açıklama yapmanın ne kadar zor olduğunu bildiğinden, Mary’nin cesareti onu şaşırtıyor. Kardeşini kaybettiği gün Mary’nin askeri cuntaya karşı çıkması Mısır’da görülmesi imkânsız bir olay. Yönetmen, bu imkânsız gibi görülen olayı izleyiciyle paylaşmak adına belgesel için yola koyuluyor.
Gözlemci bakış açısıyla her anı kaydederken kimi yerde hâkim bakış açısıyla izleyiciyi bilgilendiriyor. Belgesel, izleyicinin aklında soru işareti bırakmamak adına olabildiğince net veriler sunuyor. Mina Daniel’in aile hayatı, neler yaptığı, nerelere gittiği, nelerden hoşlandığı bile aktarılıyor. Olayın patlak vermesi, ardından yaşanan süreç, Mary’nin dimdik ayakta durup kardeşinin anısını her an yaşatmaya çalışması tüm şeffaflığıyla gözler önüne seriliyor. Bunun bir Müslüman-Hıristiyan kavgası olmadığı, tek çabalarının Mısır’ı özgür ve yaşanılabilir bir ülke haline getirmek olduğu mesajı da veriliyor.
Yazan: Ayşenur Çelimli