İnce detaylarla, nitelikli imgelerle savaşı değil, savaşın getirdiği belaları anlatan Nabat (2014), Azeri yönetmen Elchin Musaoglu’nun, öz toprağını terk etmeyen tüm insanlara temas eden yönüyle 34. İstanbul Film Festivali’nin belki de en haklı filmlerinden.
Oğlunu Karabağ Savaşı’nda kaybeden Nabat’ın, hasta kocasıyla birlikte tahliye edilen köyde tek başına verdiği mücadeleyi anlatan film, bir ana ve babanın elindeki biricik umut olarak yeşeren evlat kavramını, özlük ve ait olma üzerinden yeniden kurar. Köyün çetin toprak yolları savaşın harap edici etkisini ve zorluğunu anlatırken; farklı köşelerinde göze çarpan her daim dalları yemiş yüklü ağaçlar, tükenmeyen umudun bir başka tasvirini gerçekleştirir. Durağan temposu, koşmak yerine akmayı tercih eden uzun planları, bir resim estetiğine sahip kadraj düzenlemeleriyle İran Sineması’ndan izler de taşıyan film, seyircinin her bir kareye nakşolmasını umar.
Gece köye inen vahşi hayvanları kaçırmak için bir erkek gibi tüfekle ateş eden, hasta kocasına bakmak için sahip olduğu tek ineğin sütünü her sabah sağıp satmak üzere uzun ve engebeli yolları kateden, en önemlisi de ne olursa olsun köyünü, öz vatanını terk etmeyen cesur ve mücadeleci Nabat, derinlikli kadrajlarla filmin açılış planından itibaren katman katman büyüyerek bütün bir köy halkına dönüşür. Karabağ Savaşı sırasında boşaltılan köyden geriye dağınık sofralar, gölgeler, yere saçılmış sütler, henüz diriyken dökülen hurmalar kalsa da Nabat umudunu yitirmez. Karanlık çökmeden sırayla köydeki evleri dolaşarak gaz lambalarını yakar ve kendisine aydınlık bir dünya kurar.
Yalnızca mevsim geçişleriyle, dökülen yapraklarla, yağan yağmurla, şiddeti artan rüzgârla filmin ritmini tırmandıran Musaoglu, geceleri Nabat’ın evinin önünde ulumaya başlayan bir kurtla birlikte, kapıda kol gezip Nabat’ın hasta eşini almak için direnen zamansız ölüm figürünü belirginleştirir. Doğanın bir parçası olarak seçtiği kurtla ölüme vurgu yapan yönetmen, Nabat’ın, eşinin ölümüyle bile yitmeyen ümidinin altını çizerken “analık” kavramını da görünür kılar. “Anavatan”, filmde ana olan Nabat ve vahşi olmasına rağmen analık içgüdüsüyle yavrularını koruyup kollayan dişi kurt üzerinden “öz” mefhumunu yeniden inşa eder.
Filmin, geç gelen finalini, seyircinin ilgisini düşürme tehlikesi taşıyan uzun ikinci yarısını ve sarkan ritmini görmezden gelip kendimizi Elchin Musaoglu’nun özgün anlatımına, insana savaşın kaosunu yaşatıp tekinsizliği vurgulamak yerine sebebi belirsiz bir huzur sunan dinginliğine bırakabiliriz. Neticede Nabat, anaların filmidir ve ana, bakan da olsa, üzerinde yaşatıp bastığın yeri vatan kılan da olsa terk edilmez, yarıda bırakılıp gidilmez, sabretmezsen yemiş vermez.