İkinci Bölüm
Gün :2
İkinci günümde Liberty ve Ellis Island’a giden bir tur yapmaya karar veriyorum. Adalar oldukça küçük ama görmeye değerler. Her ne kadar Miss Liberty’i görmek için en iyi açıyı tekneyle yanından geçerken alsanız da adada heykelin hemen altından ona bakmak da ilginç bir deneyim. Zira eğer heykelin tacına çıkmak gibi bir isteğiniz varsa altı ay önce rezervasyon yaptırmalısınız aksi takdirde çıkmanız mümkün değil.
Önce Battery Park’ta biraz vakit geçirip sonra tur biletini alıyor, tekneye geçiyorum. Tekne kalabalık, ancak ada çok yakın. Geçerken bolca Manhattan ve Özgürlük Anıtı fotoğraflıyorum. Turun en güzel yanı bana göre Manhattan’ı uzaktan izlemek.
Önce Liberty Adası’nı turlayıp, sonraki tekneyle Ellis Adası’na geçiyorum. Ada yaklaşık 60 yıl boyunca New York’a gelen göçmenlere transit merkezi olarak hizmet ettiğinden tarihi öneme sahip. Adada bir göçmen müzesi var ki tam bir hayal kırıklığı. Fakat bunu Ellis Adası’nın Sandy Kasıgası’nda en çok tahribata uğrayan yerlerden olmasına bağlayabiliriz. Yine de New York’u New York yapan insanların büyük bir kısmının ilk ayak bastığı yer olması açısından ilginç bir ada.
Eğer tura para vermek istemiyor ancak Özgürlük Anıtı’nı şöyle bir uzaktan görmek istiyorsanız, Governer Island’a giden ücretsiz feribotlardan yararlanabilirsiniz.
Tur bitiyor, şimdi de Financial District’i gezmeye koyuluyorum. Önce Wall Street’e gidiyor, Federal Hall, Museum of American Finance, NY Stock Exchange gibi yapılara göz atıyorum. Burası bildiğimiz üzere şehrin ekonomi merkezi, dolayısıyla turistler dışında da telaşla akan, bolca takım elbiselinin koşuşturduğu bir hayata set olmuş durumda. Minik bir Pariş kilisesi olan yapı da görmeye değer.
Bu kez tekrar nehre doğru iniyorum ve etrafındaki kalabalıktan ikonik Boğa Heykeli’ne geldiğimi anlıyorum. İnsanların bir kısmı Boğa’nın kafasıyla fotoğraf çekilirken bir kısmı da –ironiktir- testisleriyle çekilmek için sırada bekliyorlar. Bu sırada National Museum of Indıan American Museum’un önünde bir konser olduğunu farkediyorum. Kahvemi alıp kendimi merdivenlere atıyor, konser bitene kadar orada dinleniyorum.
New York’ta ücretsiz etkinlik imkanı her zaman karşınıza çıkabilir, yine de önceden bir bakmanızda fayda var. Ben son gittiğimde Central Park’ta dev bir su savaşı vardı. Bryant Park’ta açık havada film gösterimleri ve müzelerin ilginç etkinliklerine denk gelmeniz her zaman olası.
Biraz dinlenip 9/11 Memorial’ını ziyaret ediyorum. Her ne kadar her gün bir başka felaketin yaşandığı Türkiye’de yaşadığım için yeterince empati kuramasam da etrafında ölenlerin adının yazdığı iki dev havuz biçimdeki mimari beni oldukça etkiliyor.
Yeni rotam yürüyerek Tribeca’dan SoHo’ya geçmek oluyor. Tribeca güzel restoranları ve cafeleriyle oldukça hoş bir muhit. Broadway’den yukarı doğru yürüyor, SoHo’ya varıyorum. Sanat galerileri, güzel butikleri ve şirin kaldırım taşlı yollarıyla Soho’da her zaman keyifle vakit geçirilebilir. Üstelik alışveriş yapmak isteyenler için de birçok mağaza seçeneği mevcut. Artık günün yorgunluğuyla güzel bir akşam yemeği yemek istiyorum. Bunun için Chinatown’in içinde diyebileceğimiz Little Italy bölgesine gidiyorum. Buradaki restoranların standardı hemen hemen birbiriyle aynı. Birkaç sokak boyunca bir sürü İtalyan restoranı ve dondurmacı sıralanıyor, size de en çok hoşunuza gideni seçmek kalıyor. Ben Da Nico’yu seçiyorum, lezzetli de bir seçim oluyor. Ancak bence restoranların kalitesinden çok, Little Italy’i güzel kılan sahip olduğu renkli ambians.
Artık ikinci günümün sonuna geliyor, güzel bir yemekten sonra otele dönüyor, enerji topluyorum. Ve bir kez daha New York’u ne kadar sevdiğimi farkediyorum.
Gün : 3
Bugün keyfim yerinde, zira planım önce Chelsea’ye daha sonra da West Village’a gitmek. Uyanıyor, bir şeyler atıştırıp Chelsea Market’a doğru yürüyorum. Chelsea Market şu an oldukça hip bir pazara dönüştürülmüş eski bir fabrika. Oldukça güzel yiyecek seçeneklerinin yanında genç tasarımcıların işlerine de ulaşabileceğiniz pazarda, şaraptan tutun vintage giysi ve kitaba kadar geniş yelpazede bir çeşitlilik mevcut. Burada oldukça hoş zaman geçiriyorum. Hint usulu Meksika yemeği tadıyor, ilginç takı tasarımlarına göz gezdiriyorum. Kendime bir bileklik alıp, buradaki gezimi sonlandırıyorum.
Chelsea Market’tan çıkınca Meetpacking District’te turluyorum. Burası eskiden et paketleme tesislerinin bulunduğu, şimdi ise gece kulübü ve bardan geçilmeyen, Stella Mccartney, Alexander Mcqueen gibi tasarımcıların magazalarını barındıran bir muhit. Gece hayatı oldukça hareketli ve keyifli.
Biraz gezindikten sonra şimdiki durağım High Line Park oluyor.West Village’a yürüyor, eskiden tren hattı şimdi ise park olan High Line’a çıkıyorum. High Line Park yaklaşık 22 blokluk, yerden 10 metre yüksekte inşa edilmiş yük treni hattının kalıntılarından meydana getirilen ince uzun bir yol. Bana kalırsa New York’un en ilginç yerlerinden olan parkta yürüyüş yapmak oldukça keyifli.
Parkı boydan boya yürüyorum. Ardından West Village’dan Greenwich Village’a yürüyorum. West Village Friends, Sex and the City gibi dizilere ve birçok kült filme set olmuş gerçekten çok hoş bir bölge. New York’un geri kalanına göre –Soho’yla birlikte- daha Avrupai. Sanat yönü ağır basan biraz da hipster bulunabilecek muhit hem gurme restoranları hem de gece hayatıyla oldukça hareketli. Şahsi fikrim şehrin en güzel bölgelerinden biri olduğu.
Burada hafifçe acıkmam neticesinde daha önce de sıkça geldiğim Corner Bistro’ya uğrayıp Happy Hour’un güzelliklerinden faydalanıyorum. Burası lokal ve bohem bir bar, kendinizi evinizde hissettiriyor. Buradan çıkınca doğrudan şehrin en sevdiğim parklarından olan Washington Square Park’a gidiyor, hep olduğu gibi oldukça iyi müzik yapan bir sokak müzisyenine denk geliyorum. Burada biraz dinlendikten sonra harika bir ambiansa sahip, Amerika’da ilk kez Cappuchino yapmakla övünen güzel İtalyan Cafesi Café Reggio’ya gidiyor, kahve içiyorum. Burası yalnızca güzelliği değil içindeki tarih sebebiyle de görülmeye değer.
Greenvich Village -meraklıları için- çok fazla vintage store’a sahip bir bölge. Genellikle oldukça uygun fiyatlara tasarımcı çantaları, giysiler bulabilmek mümkün. Buradan çıkınca yakınlardaki birkaçına göz atıyorum, rengarenk göz alıcı mağazalardan keyifle ayrılıyorum.
Daha önceden planladığım üzere Union Square’e doğru yola alıyorum. Burası şehrin hareketli bölgelerinden, meydanda belirli günler oldukça büyük meyve-sebze ve çiçek pazarı kuruluyor. Eğer denk gelirseniz bu organik meyvelerden bir tane kapın derim.
Union Square’in hareketli olmasının bir sebebi de Midtown ve Lower Manhattan’ı birbirine bağlaması.
Karşısında tüm şehirde en sevdiğim süper market olan Trader’s Joe var. Burada organik ürünleri oldukça uygun fiyata satılıyor ancak özellikle iş çıkışı saatlerinde inanlılmaz bir sıra oluyor. Öyle ki girer girmez kasa sırasına geçmeniz, alışverişinizi sıradayken yapmanız gerekebiliyor. Bunun yanında marketin bir de ayrı şarap bölümü var ki oldukça büyük. Nefis şaraplar bulacağınızı garanti edebilirim. Burası NY’da uzun sure kalanların alışverişi için çok doğru bir adres.
Union Square Park’tan büyük bir kitapçı/kırtasiye diyebileceğimiz Barnes and Nobel’a uğruyorum. Bu çevre alışveriş yapmak isteyenler ideal, etrafta her ihtiyaç için birçok mağaza bulunuyor.
Artık yemek yemek istediğimden hemen karşıdaki Five Napkin Burger’da güzel bir veggie burger siparişi veriyorum. Biraz geç gelse de memnun kalıyorum. Bu civara gelenler için tavsiyem, yine 14th street üstündeki ilginç bar ve lezzetli atıştırmalıkları denemeleri. Benim favorim olan Joe’s Pizza ve Artichoke Basille’s Pizza’nın nefis pizzaları muhakkak denenmeli. Bunun yanında Martini aldığınızda size oracıkta manikür hediye eden ilginç ‘Beauty Bar’, Bira siparişinize fırından çıkmış sıcacık pizza fişi aldığınız ‘Crocodile Lounge’ ve 7/24 pancake yapan IHOP gidilmeye değer mekanlar.
Yemek sonrası biraz yürüyor ve bir an önce uyumak üzere otele dönüyorum.
*Daha fazlası “Dünya Kaç Bucak?“ta!