Hayat, kimi zaman insana seçme şansı sunar. İkisi de birbirinden beter iki seçenek verir. Ancak hangisini seçersen seç, düşeceğin dipsiz kuyu en başından bellidir. Çünkü sen daha iyi olanını seçemeden o, neye karar vereceğinin yörüngesini çizmiş, “Düş!” emrini çoktan vermiştir. Hayat, kimi zaman insana seçme şansı da tanımaz. Zaten doğduğunda seni bir kuyuya hapsetmiştir. Ne zaman ki kuyunun üzerinde göğü görürsün, o zaman dipte olduğunun ayırdına varırsın. Şimdi iki seçeneğin vardır: Ya ellerin kanama pahasına düz duvara tırmanacak, defalarca düşsen de ‘nefesin kesilene kadar’ yılmayıp göğe kavuşacak ya da her tırmanışında biraz daha pes edip kuyunun dibinde yaşadığını kabul edeceksindir.
2015 Berlin Film Festivali’nde ‘En İyi İlk Film’ ödülü için yarışan, yönetmen Emine Emel Balcı’nın ilk uzun metrajı olan Nefesim Kesilene Kadar (2015), “hayat” deyip geçtiğimiz bu dipsiz kuyuya tırmanan güçlü bir kadının hikâyesi. Eril bakış açısı ve dili yerine bir kadının zihninden yansıtılan filmin, Türk Sineması’na unutulmaz, sağlam bir kadın karakter kazandırdığını ve bu sebeple önemli bir yerde konumlanmayı hak ettiğini söyleyebiliriz.
Bir tekstil atölyesinde çalışan, kalacak yeri olmadığı için ablası ve eniştesine katlanmak zorunda olan Serap (Esme Madra), yetiştirme yurdunda büyümüş genç bir kadındır. Uzun yol şoförü olan babası seferden her döndüğünde onunla birlikte eve çıkma hayalleri kuran Serap; hayattan, başını sokabileceği bir ev dışında iyilik beklemez. Hatta buranın “yuva” olmasına bile gerek yoktur. Fabrikanın deposunda uyumasın, maço, şiddet yanlısı, duygu yoksunu eniştesinin evine gitmesin, ayakkabı tabanında biriktirdiği paralarını koyacak daha güvenli bir tavan arası bulsun, ona yeter.
Hayatın vitrin görselliğini sıyırıp attığımızda geride kalan gri İstanbul sokaklarına çevrilen kamera, yakaladığı sahici atmosferi samimi oyunculuklarla taçlandırır. Nefesim Kesilene Kadar, yaşamak değil, hayatta kalmak için tüm inancını adadığı babasını bir otel odasında da olsa “tutabilmek” ve ona “tutunabilmek” için direnen Serap’ın ısrarlarıyla, tek nefeste izlenecek bir ritim yakalar. Yönetmen, Serap’ı yakın planlarla sığdırdığı kadrajlarıyla nefesini ve tedirgin bakışını her daim ensemizde hissetmemimizi sağlar. Belgeselci ekolden sıyıramadığı organik anlatımı, karakterle yakın temas kurmamıza yardımcı olduğu gibi, onu süregiden yaşantımızda belirli bir kesime yerleştirebilmemize de olanak tanır.
Erdem Tepegöz’ün 2012 yapımı Zerre filminden aklımızda kalan Zeynep gibi, koşturmaktan kendisiyle ilgilenmeye ve yaşamaya vakit bulamayan bir kadını mercek altına film; kapalı mekânlarda süren durağan ritmini, sokakta da genele çıkmayarak korur. Nüvesindeki “nefes” mevzusunu da dar, eski ve köhne duvarlarla, sokaklarla, arka sokak eğlence kültürüyle hepten nefessiz bırakır. Serap’ı, küçüklüğünden beri kapana kısılmış bir karakter olarak çizdiği için ferahlamasına, salt mutluluğuna müsaade etmez yönetmen. Babasıyla bir kaçamak yapıp lunaparka gittiğinde dahi eğlenmek burnundan gelir. Gondola bindikten hemen sonra kusar, içinde depoladığı enerji ve neşe bir anda onu terk eder. Emine Emel Balcı, lunaparkta bile Serap’ı huzursuz eden karanlığı çağırır, eğlence erken biter.
“Baba-kız” olmanın tadına varmak isteyen Serap, kendisine bir çatı kuramayan babasından ancak yapmacık bir ilgi görür. Onu merak edişleri, esrar çözmek isteyen ısrarcı soruları adamı bunaltır ve geri teper. Başlarda babasına olan düşkünlüğüyle seyircinin gönlünü paralayan Serap, filmin ilerleyen kısımlarında babasının söylediği yalanları öğrendikçe, yakın arkadaşından kazık yiyip gerçeklerle haşır neşir oldukça iyi duruşundan taviz vermek zorunda kalır. Çoğunluğun kötü diyeceği, ahlâk ve değer yargılarında alt sıralara yerleştireceği yollara başvurup hırsızlık yapar, ispiyonlar, yalan söyler, entrikalar çevirir. Ancak hayat kötüleştikçe kötü olmaya itilen Serap, her “yanlış” davranışında haklı çıkar ve seyirci olarak bizi de arkasına alır. Bu anlamda, doğal akışında belli etmeden bir dönüşüme tâbi olan Serap, küçük hamlelerde bulunarak değişir. Finale doğru, sanki filmin ilk dakikalarında izlediğimiz kişiden daha olgun bir kadın durur karşımızda. Büyüyen Serap kuyudan taşmaya başlar çünkü.
Babanın, Serap’a özellikle su geçirmediğini vurguladığı montlar ve bot almasını, bir vicdan rahatlatma eylemi olarak okumak mümkün. Kızına güvenli bir çatı sağlayamadığı için onu geçici yollarla, temel ihtiyaçlarını karşılayarak ikna etmeye çalışan baba, bu tek taraflı ikna savaşında başarılı olamaz. Filmde isimleriyle değil temsil ettikleriyle öne çıkan baba, enişte, abla, işçi ve arkadaşlar; ilgisiz, susan, mecbur ve tekdüze bir çoğunluktur. Oysa Serap, bu bildik temsillerden başkadır. Ağlamayan, hesap soran, lafını esirgemeyen ve didinendir o. Aynı zamanda sorgulayan ve yenilgiyi kabul etmeyendir.
En yakın arkadaşı Dilber’i, ilgi duyduğu çocuk ile fabrikanın bir kuytusunda yakalayıp ispiyonlayarak işten attırması, Serap’ın kırılma noktalarından biri olur. Gidecek yeri olmasa da boyun eğmeden kendisini huzursuz eden her kapıyı cesurca kapatan Serap, intikamlar alarak giderek büyür ve içinde dönüp durduğu kuyuyu da genişletir. Kendince insanlara şans tanır; ancak enayi yerine konduğunu anlayınca da kırılmasına rağmen güçlü bir duruş sergileyerek problemleri yolundan kaldırır. Ağlamaz, ahuvah etmez, kendisine tokat atan babasına öteki yanağını çevirir. Güveni sarsılınca ise kendinden ödün vermeden, öz saygısını bir kez olsun yitirmeden, en çok özlediği hayallerden bile vazgeçmeyi göze alır.
Arka sokaklarda erkekten daha alt konuma yerleştirilen kadın için, yine gösterişten uzak bir çalışma alanı olan tekstil atölyesini seçen Balcı, ‘gri yaşam alanında’ bir adım geriden başlayan kadınlardan birisini alıp hayatın ortasına bırakır. Ancak Esme Madra’nın yaşatmaya çalıştığı Serap o kadar güçlü bir karaktere dönüşür ki yönetmenin varlığından da, senaryo bağlamından da sıyrılıp ayak uçlarında göğe dek yükselir. Onu bu kadar hakiki kılan ise tanıdık bakışları ve muhtemel tepkileri olur. Yenilgiler karşısındaki güçlü duruşu onu görünür kılar. Serap, yaşamak olduğu hayatın içinde, sahip olamadığı tüm değerlerle, meta ve duygularla farkında olmadan ruhunu ve varlığını güçlendirir. Bu mücadelede, rutubetli duvarlara başını yaslayıp camsız odalarda konaklamak zorunda kalır, olmayan ailesinin yerini sadece kendisiyle doldurur. Son nefesine, nefesi kesilene kadar birey olmak için çırpınır. Her an yolumuzun kesiştiği Türkiyeli kadınlardan yalnızca bir tanesi olan Serap, hayallerine tutunup yola devam eden diğer tüm kadınların ise neredeyse tamamını karşılar.