Nuri Bilge Ceylan, Bir Zamanlar Anadolu’da (2011) filminde bir katil üzerinden tüm ana karakterlerin ve hatta izleyicilerin suçluluğunu açığa çıkarır. Herkes kendi içinde yaptığı birtakım şeylerden dolayı suçluluk duyar ve bu da ister istemez bir iç hesaplaşma yaratır. İşte bu noktada film karakterlere ve izleyiciye şu soruyu sorar: “Hangimiz daha suçlu?”
Filmde göze çarpan önemli noktalardan biri yaratılan kadın imgesidir. Filmde neredeyse hiç kadın oyuncu kullanılmamıştır (sadece iki tane); fakat bu sahnede bir kadın, ana karakterler üzerinde beş farklı kadın yaratır. Filmin ortalarında, karakterler bir mola vermek ister ve bir köyde dururlar. Köyün muhtarı onları evinde ağırlar ve onlara çeşitli ikramlarda bulunur. Yemekler yenirken elektrikler kesilir. Karakterler başka başka köşelerde sessizlik içinde kendi iç hesaplaşmalarını yaşarken muhtarın küçük kızı gelir ve karakterlere çay ikram eder. Her bir karakter, muhtarın kızına oldukça anlamlı bir şekilde bakar. Bu bakış yine kızın getirdiği gaz lambası sayesinde izleyiciye karakterlerin yüzlerini göstererek vurgulanır. Buradan anlaşılan, yaşadıklarının sadece küçük parçaları bilinen bu karakterlerin her birinin hayatlarında kadınlarla bir sorun yaşadığıdır. Savcının karısı savcının yüzünden kendini öldürmüştür ve savcı bunun farkındadır. Polislerden birisi dominant bir kadının altında ezilir; diğer polis karısının köyünden ilginç bir şekilde nefret etmektedir, “suçlu” ise bir kadın yüzünden cinayet işler. Doktor hakkında çok şey bilinmese de yönetmenin bazı sahnelerde karısıyla birlikte çekilen fotoğrafları gösterdiği göz önünde bulundurulursa onun da benzer bir durumun içinde olduğu anlaşılabilir.
Filmde buna benzer hesaplaşmalar çokça görülür ve bu hesaplaşmalar karakterleri yabancılaşmaya, Deleuze’ün ifadesiyle bir tür yersiz yurtsuzlaşmaya götürür. Her bir karakter, yaşamını ve yaşadıklarını sürekli reddeder. Bu reddediş, içinde barındırdığı hesaplaşmayla birleşince karakterlerin kendi benliğiyle birlikte ait oldukları zamanı ve mekânı da yitirmelerine neden olur. Karakterler, geçmiş ve şimdiki zaman arasında kaybolurlar, tatminsizlik ve memnuniyetsizlik onları sürekli bir kaçış aramaya iter. Her karakter sürekli gitmek ister, fakat nereye gideceğini bilemez. Arzuladıkları şey sadece kaçma eyleminin kendisidir. Bu eylem karakterlerin zihinlerinde bir anlamda kaybolmayı, unutulmayı ve yeni bir kişilik oluşturmayı da çağrıştırır. Akıllara, Edip Cansever’in Umutsuzlar Parkı şiirindeki şu dizeleri gelir:
“Hep böyle diyordum işte, çıkalım çıkalım çıkalım / Çıkalım diyordum, çıkalım diyorduk, hadi çıkalım! / Nereye, ama nereye?”
Teşekkürler, geröekten etkileyici bir sahne idi. Bu sahne, Çehov’un bir öyküsünden uyarlanmıuş. Öykünün adı Güzeller, bir Ermeni’nin kızını anlatıyor. Linkte bir çevirisi var.