“Derler ki bazı hayatlar zaman içinde bağlıdır birbirine,
Çağlar içinde yankı bulan eski bir çağrı ile zincirlidir ötekine”
İnsanoğlu seçimlerinden mi ibarettir? Bizi diğer canlılardan ayıran düşünmemiz ve dolayısıyla yaptığımız seçimler midir? Eğer öyleyse yaptığımız ya da yapacağımız seçimlerde rol oynayan faktörler nelerdir? “İrade” dediğinizi duyar gibiyim. O zaman şöyle soralım: Özgür irade diye bir şey var mıdır? İrademiz, bizim dışımızda gelişen olaylardan ne derece bağımsızdır? Yoksa insanın tüm davranışları dış etkenler ve nedenler tarafından mı belirlenir? Bu konu, ilk insanın dünyaya gelişiyle beraber başlayıp günümüze kadar çeşitli yorumlarla varlığını sürdürmüştür. Özgür iradenin var olup olmadığı ve bu tartışmanın ahlak ile olan bağlantısı felsefenin, özellikle de ahlak felsefesinin, temel konularından bir tanesidir. Marx bu konu hakkında, deterministik bir bakış açısıyla: “İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değildir; tam tersine onların bilincini belirleyen şey, toplumsal varlıklarıdır” demiştir.
Rastlantılarsa bu konuda nedensellik ilkesinin karşısında yer edinir. Neden-sonuç ilişkisiyle açıklayamadığımız olayları tesadüfler olarak değerlendiririz. Bir madeni parayı havaya attığımızda yazı ya da tura gelmesini şans olarak değerlendirir, fark edilmeyecek kadar az olan hava akımını, paranın büyüklüğünü, atış şeklimizi ve daha nice hesaplayamayacağımız faktörü göz ardı ederiz. Tesadüfler açıklayamadığımız ve irademiz dışında gelişen mistik olaylar olur.
Eskimeyen ve hayatın her anında var olan bu ikilemlerin filmidir La Double Vie De Veronique (1991). Film; biri Fransa’da, diğeri Polonya’da yaşayan birbirine çok benzeyen ama birbirinden habersiz iki genç kadının hikâyesini konu alır. Veronique ve Weronika’nın aile yapıları, müzikle ilgilenmeleri, hastalıkları gibi içinde bulundukları durumu ve konumu oldukça benzeştiren ortak özellikleri bulunurken ikisini birbirinden farklı kılan olgu, seçimleridir. Bu noktada seyircinin aklına paralel evren teorisi gelir. Belki de bu iki karakterden biri diğerinin paralel evrendeki varlığını ya da hayalindeki kendisini simgelemektedir. Filmdeki, kuklacının balerinden kelebeğe dönüşen genç kadın gösterisi ve Weronika’nın ölümünden sonra diğer hikâyenin Veronique’in uykudan uyanarak başlaması da bunu destekler niteliktedir. Weronika’nın yaşamının bittiği yerde Veronique’in hikâyesi başlar. Çünkü belki Yahya Kemal’in de dediği gibi; “İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.”
Mistik anlatım tarzıyla La Double Vie De Veronique, dünyanın tersten gösterildiği bir sahneyle başlar, daha sonra da sık sık dünyayı ters gösteren küçük şeffaf küre yardımıyla sinemanın insanlara kattığı üçüncü bir göz imgelemine göndermede bulunur. Film aynı zamanda, çekildiği dönemde Sovyetler Birliği’nin dağılmasına denk gelmesi itibariyle içinde birçok siyasi simge barındırır.
Evreni, yaşadığımız dünyayı, tersinden farklı bir gözle göstermeye çalışan ve en eski zamanlardan günümüze kadar süregelmiş duyguları muazzam bir biçimde işleyen La Double Vie De Veronique, sinema tarihine adını eskimeyecek öğelerle yazdırmıştır. Müziklerini Kieslowski’nin diğer filmlerinde olduğu gibi usta müzisyen Zbigniew Preisner bestelediği film, seyirciye eşsiz bir sinema ve müzik deneyimi sunar.