“Alyoşa yanıt vermedi; orada, mutfak masasının dibinde, anlamı çözülemeyen simsiyah bir sözcük gibi öylece yattı. Ben de, gözlerimi ondan ayırıp sahibine çevirdim o sırada; elindeki şişeyi bir köşeye fırlatıp masaya oturmuş, bir yandan şarabını yudumluyor, bir yandan da ağzındaki peynir dilimlerini geveleye geveleye önündeki kâğıda bir şeyler yazıyordu. Elleri, şarap şişesinden süzülen gün ışığının altında, kana bulanmış iki yaratık gibiydi. Sonra, o yaratıklardan biri, masadaki poşeti alıp öfkeyle yere fırlattı. Poşet havada yeşil bir balon gibi şişti önce, hafifçe sallandı ve gelip Alyoşa’nın üzerine düştü.” –Hasan Ali Toptaş, Ölü Zaman Gezginleri, 16.
Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev’in beşinci ve son filmi Loveless, temelde bir arayış hikâyesi. Soğuk ve ölgün olanın, sıcak ve canlı olanı; dışarının içeriyi, içerinin dışarıyı; kinin ve öfkenin, sevgiyi ve mutluluğu arayışı… Zvyagintsev, tıpkı başyapıtı Leviathan’da (2014) olduğu gibi yine Rusya’yı mercek altına alsa da Loveless, izleyiciye hiç yabancı olmayan, hatta izleyiciyi bu kanıksama üzerinden de eleştiren bir film. Ülkemizdeki sinemaseverlerle ilk kez geçtiğimiz Filmekimi’nde buluşan Loveless, 26 Ocak’ta vizyona girecek.
Birbirlerinden nefret eden -hatta tiksinen- ve boşanmayı dört gözle bekleyen Boris (Alexey Rozin) ve Zhenya (Maryana Spivak), yeni eşlerinde geçirdikleri bir gecenin ardından evlerine döndüklerinde, on iki yaşındaki çocukları Alyosha’nın (Matvey Novikov) iki gündür kayıp olduğu haberini alırlar. Alyosha’nın kaybolmasından hemen önceki gece, ondan satmak üzere oldukları evin içindeki değersiz bir eşya gibi bahseden, çocuklarının hayatta olmamasını dileyen Boris ve Zhenya, çocukları kaybolduğunda belki de ilk defa anne ve baba olduklarını hatırlarlar; fakat anne ve babasının onun hakkında söylediklerini duyan ve o geceyi sessiz çığlıklar eşliğinde ağlayarak geçiren Alyosha, onlardan ümidini çoktan kesmiştir; o gecenin sabahında okula gitmek üzere evden çıkar ve bir daha geri dönmez.
Alyosha, Dostoyevski’nin üç yaşında ölen oğlunun adıdır. Aynı zamanda da, Karamazov Kardeşler’de sevgiyi temsil eden bir karakter olarak göze çarpar. Zyvagintsev’in filmin odağındaki karaktere bu ismi vermesi, bu açıdan bakıldığında daha da anlamlanır. Filmdeki bütün karakterler nereden geldiği belirsiz, bir tür öfke ile dolup taşmışken, Alyosha evde bulamadığı sevgiyi dışarıda bulmanın umuduyla evden kaçar. Bu bağlamda anne ve babanın kayıp oğullarını arayışı da, gitgide hissizleşen sevgiden yoksun bir toplumun pişmanlık içinde sevgiyi yeniden bulma çabasına dönüşür.
Filmdeki son sahne, hem filmin kapsamlı mesajını hem de yönetmenin imzasını içerir. Zhenya, üzerinde büyük puntolarla “RUSSIA” yazılı bir eşofman takımıyla bir koşu bandının üzerine çıkar ve hızını yavaş yavaş artırarak koşmaya başlar. Zvyagintsev, bir süre bekledikten sonra, izleyiciyi Zhenya’nın mutsuz ve ölgün bakışlarıyla karşı karşıya bırakır. Zhenya’nın bu koşusu, hiçbir yere gitmeden, nereye gideceğini bilmeden, çarkının içinde anlamsızca koşup duran bir fareyi anımsatır.
Zvyagintsev, ruhsal bir çöküşün soğuk ve kaskatı duran yansımalarını izleyici karşısına çıkartıyor. Loveless; statü, seks ve paranın temel ihtiyaçlara dönüştüğü, tüketmek ve zevk almak üzerine kurulu bir dünyada, narsist ve hazcı “modern” insana bugüne kadar getirilmiş en sert eleştirilerden biri.
Zvyagintsev, merkezine sevgiyi koyduğu bu son filminde, içimizdeki yabancılaşmanın en çok bizi bizden uzaklaştırdığını da o derinlikli sessiz çığlıklarla göstermiş. Kendisine yabancılaşan, başkasını bulsa da ilaç olamıyor maalesef. Teşekkürler Atakan
Loveless; sevgisiz…Sevgınin imkansızlığı…Filmlerde işlenen temalar gerçek hayatla pek uyuşmuyor…