Dünya prömiyerini 68. Berlin Film Festivali’nin Forum bölümünde yapan, 37. İstanbul Film Festivali’nin de hem ulusal hem de uluslararası bölümlerinde yarışan, Burak Çevik’in ilk uzun metrajı Tuzdan Kaide (2018), Türk sineması için yepyeni bir arayışın ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Film; zamanda sabitlenen bir kadının, hamile olduğunu öğrenmesi üzerine şehrin muhtelif yerlerinde yıllardır görmediği ikiz kardeşini aramasına odaklanıyor. Genç yönetmen, filmin adının da buradan geldiği Lut Kavmi’nin hikâyesinden çok etkileniyor. Bu hikâyeye göre günahkâr Lut Kavmi helâk edilmeden önce Lut peygamber ailesini alıp Sodom’dan uzaklaşmalıdır ve bu sırada hiçbiri dönüp arkasına bakmamalıdır. Ancak peygamberin karısı, şehre taşlar yağarken arkasına dönüp baktığı ve bu emre karşı geldiği için tuzdan bir heykele dönüştürülür. Yani aslında en büyük lanet zamanda donmaktır. Burak Çevik de ölümden uzak, zamandan azade yaşamak; “zamanda donmak” meselesine yoğunlaşırken bunu sinema üzerine düşünme pratiğine çeviriyor.
Henri Bergson’ın sinemanın ontolojik kötücüllüğü -24 kareden oluşan bir şeyi illüzyon olarak akışkan görmemiz ve böylece sinemanın gerçeği çarpıtması- üzerine söyledikleri ve Lut Kavmi’nin hikâyesi, Çevik’in dünyasında birleşince ana karakter (Zinnure Türe) de zamanda donmuş bir kadın oluyor. Bölümler hâlinde ilerleyen filmin senaryosu son derece kolay takip edilebiliyor ancak zaten filmi izlerken hikâyeye odaklanmak pek de mümkün olmuyor. Filmin yönetmen ve senaristi Burak Çevik, film üzerine yaptığı bir söyleşide kafasındaki görüntülerin/mekânların, senaryodan daha önemli olduğunu, o görüntüleri çekmek istediğini belirtiyor ve bizi birbirinden bağımsız olarak da neredeyse ayrı birer kısa film tadında çok güçlü sahnelerle buluşturuyor. Yönetmenin kendi algı dünyasına hitap eden görselleri alıp bir hikâye etrafında birleştirmesi, sinemanın alışılan anlatım biçimlerinden farklı bir perspektif sunuyor izleyicisine. Çevik, filmi akıcılık prangasından kurtararak, her planı başlı başına bir hikâyeye dönüştürüyor. Böylece görsel hazzı da artırıyor.
Filmde yaratılan atmosfer öyle güçlü ki, mitolojik ve dini ögelerle de birleşince şehirde hep bildiğimiz yerlerin içinden çok etkileyici, karanlık, masalsı bir hikâye çıkıyor. Ana karakter olan kadın bir mağarada yaşıyor. Bu mağara alegorisiyle başlayan film, şehrin farklı noktalarında bir arayışla sürüyor. Bu arayış bir ikiz kardeş için gibi gözükse de arayışın ne olduğunu sorgulamak izleyicinin kendisine bırakılmış gibi hissettiriyor. Kadının kardeşini aradığı mekânlar (televizyon tamircisi, kuş dükkânı, botanik bahçesi, masa tenisi oynanan bir bodrum katı…) ve diyaloglar izleyiciyi zaman zaman yabancılaştırırken esas amacının da bu olduğunu söyler gibi enformasyon vermekten çok uzakta konumlanıyor. Kostümler, tıpkı zamanda donan kadın gibi geçmişle bağlarını bir türlü koparamayan tarihi bir sıkışmışlığın temsili gibi duruyor. Başarılı oyunculukların filmin atmosferini oluşturmadaki payı çok büyük; özellikle Zinnure Türe’nin olabildiğince mimiksiz performansı filmden sonra bile uzun süre akılda kalıyor. Mimiksiz oyunculuklara, duygulardan arındırılmış diyaloglar eşlik ediyor ve bu da oluşturulan atmosferin tamamlayıcısı oluyor. Karakterler birbirleriyle konuşurlarken bile aslında önce kendilerine konuşuyorlar. Filmde kurulan dili bozan hiçbir öge yok; oyunculuklar, diyaloglar, mekânlar, kostümler hepsi bir arada hareket ediyor ve filmin atmosferini bütüncül bir yapıda oluşturuyor.
Prodüksiyon aşamasında herhangi bir fon ya da kurum desteği almadan imece usulü tamamlanan film, senaryodan çok sinema yapmanın kendisine odaklanıyor. Böylece film yapma pratiği açısından da ülke sinemasında önceden çok da karşılaşmadığımız bir sorgulama alanı yaratıyor. Özgün ve yaratıcı diliyle, ana akım sinemanın çoğu zaman ilgilenemedikleriyle ilgileniyor.
Tuzdan Kaide, kendine has anlatımıyla genç yönetmenlere kendi dillerini bulmaları için bir fikir verecek gibi gözüküyor.
İlgi Özdikmenli