1974 yapımı, Héctor Olivera rejisörlüğünde ve Osvaldo Bayer’in (Fernando Ayala’yla birlikte) kendi romanından adapte ederek senaryolaştırdığı Rebellion in Patagonia (1974), 1920’li yılların hemen başında tarihi yaşadığımız coğrafyanın belleğiyle kesişimsel yaralar barındıran Arjantin’in ihtilaflı bölgesi Patagonya’da yaşanan anarşist bir halk hareketini işliyor. Film önce o zamanki başkan Juan Domingo Perón tarafından sansürleniyor, akabinde sansür kaldırılıyor fakat; Juan Perón’un ölümünden sonra Isabel Perón hükümeti tarafından bir kez daha yasaklanıyor. Yapımın 24.Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ödülü aldığını belirtmekte de fayda var.
Filmde işlenen hikâyeyi anlamak açısından tarihe kısaca bir göz atmak gerekirse Arjantin, 19. yüzyıl sonlarında ve 20.yüzyıl başlarında sırtını tarım ve hayvancılığa dayayarak sanayileşmeye başlamış “zenginleşen” bir coğrafyaydı. Tabii bu varsıllık aşırı kalabalık ikametlerde konaklamak zorunda bırakılan, aydınlatmasız mekanlarda sağlıksız koşullarda yaşayan, yetersiz beslenen ve ücretleri kısılmış işçilerin emeklerinden birikiyordu. Nitekim Birinci Paylaşım Savaşı’nı takiben koşulların peyderpey kötüleşmesi, halk hareketlerinin dünya ölçeğinde kazanımlar elde etmesi, Patagonya’daki çeşitli topluluklardan ve meslek dallarından olan işçilere itki vererek onları hak arama mücadelelerinde harekete geçiriyordu. 1902’de kurulan FOA (daha sonra FORA adını alacaktı) Arjantin coğrafyasında halk tarafından benimsenen ve geniş ölçekte üye sayısı 700.000’lere ulaşan bir işçi federasyonuydu. İtalyan ve İspanyol kökenli işçiler aracılığıyla anarşizm hâli hazırda 1890’lardan itibaren özellikle Enrico Malatesta gibi isimler vasıtasıyla hem Latin Amerika’da hem de Arjantin bölgesinde kök salmaya başlıyordu.
Anarşizmin ilkelerinden etkilenen Arjantin ve Patagonya’daki işçiler çalışma koşullarında, ücretlerde iyileştirme talep ediyorlardı. Hali hazırda fırın işçilerinin öz örgütlenmeden aldıkları güçle başlattıkları eylemleri yüzyılın başında oldukça ses getirmişti. Rebellion in Patagonia böyle bir ambiyansta 1923 senesinde bir suikast sekansıyla açılıyor ve ardından bizi üç yıl öncesine filmde geçen isyan olaylarının fitilinin ateşlendiği noktaya götürüyor. Otel işçilerinin çok düşük paralara uzun saatler çalıştırıldığı bir uzamda federasyondaki örgütlü işçiler neler yapabileceklerini tartışıyorlar, farklı meslek alanlarından arkadaşlarıyla beraber grev kararı alıyorlar. İşçilerin talepleri ilk başta burjuvazi tarafından kabul ediliyor görünse de zaman içerisinde mesnetsiz keyfe keder işten çıkarmalar ve baskılamalar neticesinde çalışma koşulları eski hâline dönüyor. Bu noktada işçiler ellerindeki en etkili güç olarak tekrar genel greve gidiyorlar. Patronlar ise grevin kırılması için bürokrasiyi kullanarak hem polisten destek alıyor hem de de grev kırıcı işçileri bölgeye sevk ediyor.
Filmde, bölge valisi ve merkezi hükümetin işçilere yönelik tutumları, çıkar dengesi, kendi iktidarları ve burjuvazinin mevcudiyetinin aleyhine evrilmeye başladıkça şiddete doğru radikalleşmeye başlıyor. Paramiliter unsurlar ve Héctor Varela yönetimindeki ordunun devreye girmesiyle işçiler mücadeleden vazgeçmeleri için birçok kez kuşatılıyor, kurşunlanıyor veya katlediliyorlar. Rebellion in Patagonia’nın olay örgüsü büyük ölçüde isyanın kendisiyle tarihsel olarak paralellikler kurarak ilerliyor. Örneğin; Antonio Soto karakteri filmde gösterildiği gibi gerçekte de birleştirici ve direngen kişiliğiyle bilinen İspanya kökenli bir anarko-sendikalist devrimciydi.
Öte yandan süreç boyunca işçiler arasında mücadele etme kararlılığıyla teslim olma seçeneği arasında bir dilemmanın varlığından söz etmek mümkün. İşçiler arasında ordudan ve burjuvaziden af dilenmesini savunanlar olduğu görülüyor. Pepe Soriano’nun canlandırdığı Alman karakterinin yaptığı gibi işçilerin en olumsuz durumda dahi beraber hareket etme paydaşlığı anarşizmi bireycilikle ya da kaotik birtakım yüzeysel yakıştırmalarla itham eden indirgemeci yaklaşımlarla algılama biçimlerine bir cevap niteliğinde yorumlanabilir.
Patagonya, diğer adıyla “ateş toprakları” Arjantin’de hem diktatörlük döneminde uçaklardan gözleri bağlı bir şekilde atılarak katledilenlerin hem de önceki yüzyıllardan başlayarak günümüze değin bölge yerlilerin yıllarca asimile edildiği bir coğrafya olarak hafızalara kazınmış durumda. Rebellion in Patagonia, işçilerin burjuvaziye ve erke karşı anarko-sendikalist öz örgütlenme biçimiyle mücadele edebileceği farklı metotları gösteriyor. Yaşanmış olaylardan yola çıkarak da tarihsel süreçler boyunca ortak sömürüden muzdarip insanların bir araya geldiklerinde nelerle karşılaştıklarını ve neleri yaratabileceklerini perdeye yansıtıyor ve dünyanın algıladığımızla sınırlı olmadığını değişmez veya sabit gelen olumsal tarihi dönemlerin de sona erebileceğini ince telden çıtlatıyor.
1920’lerin başındaki olaylar esnasında yaklaşık bin beş yüz kişinin katledildiği ve çok daha fazlasının yaralandığı veya tutsak edildiği kaydediliyor. İronik olarak, gençliğinde sendikal hareketlerde aktif olarak yer alan Hipólito Yrigoyen’in başkan olduğu bir dönemde gerçekleştirilen kanlı katliamların da gösterdiği gibi iktidar kavramının devlet ve kapitalistler aracılığıyla ezilenlerin üzerinde tehdit unsuru oluşturacağı filmde aktarılmak istenen esas meselelerden birisi gibi görünüyor. Katliamdan sonra ise işçilerin lehine kazanımların olduğu anlaşma bir kez daha feshediliyor ve ücretler düşürülüyor.