Yönetmen James Cameron’un, çekmek için harcadığı zaman nedeni ile uğruna birçok hikâyeyi filmleştirmekten vazgeçtiği Avatar filminin devamı olan Avatar: The Way of Water 2022 yılında gösterime girdi. Cameron, filmi heyecanla bekleyen milyonlarca insanın beklentisini boşa çıkarmamayı bildi. Onu bu kadar merakla bekleyen izleyici sayısının çokluğu hiç de şaşırtıcı değil, zira serinin ilk filmi halen dünyanın en çok hasılat yapan filmi olma özelliğini taşıyor. Avatar serisinin beş filme tamamlanacağının açıklanması ile filmin tutkunları derin bir nefes alıp serinin ikinci filminin derin sularına daldı. İzleyici, filmin 3 saat 12 dakikalık uzun süresine karşın “Nasıl geçti habersiz…” dercesine tatmin olmuş bir şekilde IMAX salonlarını terk etti. Ancak filmi benim gibi evindeki koltuğundan izleyenlerin de IMAX kadar olmasa da yine de büyülenerek filmi izleyeceklerine garanti verebilirim.
Cameron’un suya olan tutkusu artık herkesin malumu. Titanic’in (1997) çekimleri sırasında suda geçen filmlere ve Cameron’la bir kez daha çalışmaya tövbe eden Kate Winslet, söz konusu Avatar olunca Cameron’la bir araya gelmekten geri duramamış. Winslet, iyi ki de Cameron’un teklifini kabul etmiş çünkü ikinci filmde gerçekliğe biraz daha yaklaşan CGI (Computer generated imagery/ bilgisayar tabanlı görüntü) teknolojisi ile hayat bulan karakterlerden Ronal’ı canlandırıyor ve harika bir performans sergiliyor. Winslet’in, bilgisayar efektleriyle donatılmış bir karaktere yalnızca mimiklerini ve sesini vermekle gösterdiği performansı, ustalığın ne demek olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Film, başından sonuna kadar büyüleyici bir görsel şölen yaşatıyor, bu nedenle senaryosundaki klişeler çok da rahatsız etmiyor. Güncelde memleketimizde de pompalanan kutsal aile kavramı filmde dibine kadar kullanılıyor. “Sen benim kalemsin.”, “Sully’ler omuz omuza!” gibi hamasi söylemlerle seyirciyi yükseltip “Aman şu Sully’lerin başına bi’ iş gelmeden şu film bi’ bitseydi.” diye diye, hop oturup hop kalkarak filmi heyecanla izletiyor. Hazır yeri gelmişken konusuna dair bir iki kelam edecek olursak, Sully’ler dememden anlaşılacağı üzere ilk filmde birbirine âşık olan Jake ve Neytiri geçen on beş yıl içinde çoluk çocuğa karışıyor. Hepsi birbirinden mavi ve uzun boylu dört çocukları bir de yanlarında büyüyen Spider ismindeki insan yavrusu ile mutlu mutlu yaşarlarken yıllar önce uğradıkları hezimeti içine sindiremeyen hava insanları, bu kez avatar versiyonları ile Pandora ülkesine intikam için dönüyor. Asıl hedef tabii ki Jake Sully’dir. Serinin ilk filmindeki kötü adamımız Quaritch’in cehenneme gitse bile Jake’e Pandora’yı dar etme gibi bir vasiyeti vardır. Na’vi olduğundan beri yurtta sulh, cihanda sulh ilkesini kendine şiar edinen Jake, halkının canını tehlikeye sokmamak için çareyi ailesini de yanına alarak uzak diyarlara göç etmekte bulur. Böylece filme adını veren sulu coğrafyaya giderler. Tam da okyanus Na’vilerine kendilerini kabul ettirip balıkçılık yaparak geçimlerini sağlayacaklar derken hava insanları burada da peşlerini bırakmaz. Dahası Jake’i yakalamak için Na’viler için kutsal olan tulkunları avlamaktan da geri durmazlar. Her şeyi yapacaktın ama tulkunlara bulaşmayacaktın insanlık, bu yüzden cezaların en ağırını hak ediyorsun der ve Jake ve ailesini sert bir çatışmanın içinde buluruz.
Filmin oyuncu kadrosu ilk filmde de olan Sam Worthington, Zoe Saldana, Sigourney Weaver gibi isimlerle hemen hemen aynı iken filme genç neslin eklenmesi ile Britain Dalton, Jack Champion, Bailey Bass, Jamie Flatters gibi genç oyuncular onlara eşlik ediyor.