İsmi ile müsemma bir kasaba Selamsız. Yıllar önce otobüsü bozulan bir milletvekilinin zorunlu ziyareti dışında siyasilerin farkında bile olmadığı Selamsız’ın kabuğunu kırması için bir fırsat doğar günün birinde. Cumhurbaşkanı bir vilayeti ziyarete trenle gidecektir. Selamsız, tren yolunun üstünde bir kasabadır ve koskoca reis-i cumhurun dikkatini çekip de onlarca gazeteci ile birlikte devlet erkânını ağırlayabilirse tüm ülkede tanınacak, tanınması da kasabalıya yol, su, elektrik ve hizmet olarak geri dönecektir.
Selamsız Belediye Başkanı Latif Şahin’in (Şener Şen) bu fırsatı tepmeye niyeti yoktur. Öyle bir şey yapmalıdır ki o tren o kasabada dursun. Altmış yıllık cumhuriyet rejiminin öğrettiği devlet büyükleri eşittir resmi tören, o da eşittir bando takımı formülü ile aklına gelen bir Selamsız Bandosu fikrini başta en yakınları bile ciddiye almaz. Ancak kasabalının deyişiyle “Bay Başkan” kafaya koymuştur. Gazete ilanı ile bulduğu alkolik eski bir bando şefini de yanına alarak hayatında müzik aleti görmemiş kasabalılardan bir bando takımı yaratacaktır.
Döneminin hatta Türk sinema tarihinin en iyi “kaybedenler” filmlerinden biridir Selamsız Bandosu (1987). Madem kaybedenler dedik, finalini de tahmin edersiniz. Evet, o tren o kasabada durmaz. Oysa başta Bay Başkan ve tüm kasabalı elinden geleni yapar. Ancak tüm o çaba, Musa’nın (Uğur Yücel) durmayan trene kırmızı halıyı defalarca serip toplamasıyla, en sonunda da ağlamaklı bir ifadeyle trene bakışıyla boşa çıkar. Bu trajikomik anlar, Türk sinema tarihinin en başarılı ve unutulmaz final sahnelerinden biridir aynı zamanda.
Her ne kadar finale dair ipucu vermiş olsam da, trenin Selamsız’da durmayacağı baştan beri o kadar bellidir ki… Ama kimin umurunda? Çünkü filmin başarısı, baştan sonu belli öyküsünden ziyade kasaba insanı tasvirleri, politik göndermeleri ve müthiş metaforlarıyla satır aralarında gizlidir. Kasabalıların Godot’yu bekler gibi beklediği tren, düzen metaforudur. Tren, Godot’dan farklı olarak gelir gelmesine ama tüm hayallerin, tüm o hayalleri gerçekleştirmek üzere çekilen çilelerin, emeklerin ve çabaların üzerinden geçer gider. Filmin çekildiği dönem cumhurbaşkanlığı koltuğunda Kenan Evren olmasına rağmen, durmayan trenden halkı selamlayan bir fötr şapka görürüz. Yönetmen Nesli Çölgeçen, devleti sembolize etmek için Süleyman Demirel’le özdeş bir fötr şapkayı yeğler. Selamsız Bandosu bir farkındalık yaratmıştır: Gücü treni durdurmaya meşhur olmaya yetmemiştir ama ahali selamlanma şerefine(!) nail olmuştur.
Selamsız Bandosu’nun, Muzaffer İzgü’nün Bando Takımı (1975) adlı öyküsüne ve Bienvenido Mister Marshall (1953) adlı filmin senaryosuna olan benzerliği polemik konusu olsa da bu tartışmaların ötesinde oldukça özgün bir senaryo ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Ayrıca Nesli Çölgeçen’in özeni ve yan karakterlere ayırdığı mesai filmin irili ufaklı tüm karakterlerini yıldızlaştırırken, bu karakterlerinin ince ve derinlikli işlenmesi – mizahi ögelere rağmen – filmin sonundaki hayalkırıklığı ve hüznü iliklerinizde hissetmenizi sağlıyor. Askeri darbelerle bölünen cumhuriyet rejiminin, halktan uzak yapısının, tanrısallaştırılan, umut bağlanan ve umutları boşa çıkaran “devlet büyüğü” kavramını hiç cümle kurmadan tiye alırken, kasaba halkının bir amaç (farklı bir okumayla buna çıkar da diyebiliriz) uğruna birliğine ve emeğine de odaklanıyor.
Bandonun kurulma aşamaları, bando fikrinden vazgeçilmesi ve her kasabalının tek tek kendi müzik aletinden ilk sesi çıkarmayı başardığı an yeniden toplandıkları planlar hem oldukça iyi çekilmiş hem de mizah dozu yüksek güçlü bir senaryo ile desteklenmiş. Ali Uyandıran’ın muhteşem alkolik şef kompozisyonu, Şener Şen’in idealist başkan tiplemesi ve mükemmel performansı filme çok şey katıyor. Üstün Asutay, Uğur Yücel, Can Kolukısa ve Tuncay Akça da oyunculuklarıyla filmin başarısında büyük pay sahibi.
Alkol yüzünden görevini aksatan bando şefi Murat’a belediyenin içki satılmasını yasaklaması üzerine, Murat’ın yasaklamalarla bir şey değişmeyeceğine ve kişisel özgürlüklere ilişkin başkana söyledikleri 1987’den bugünlere mesaj niteliği taşır. Ayrıca söz bugünlerden açılmışken, başbakanı taşıyan hızlı trenin Sapanca’da durmayıp valinin Uğur Yücel gibi trenin ardından bakakalması, yirmi yedi yıl sonra Selamsız Bandosu’nun gerçek olduğu yorumlarına yol açsa da iki durum çok farklı. Birinde bir bürokratın işgüzarlığı diğerinde ise fark edilmek için başka çaresi olmayan bir kasaba halkının boşa giden emeği var…