Sinemanın en etkileyici yönlerinden bir tanesi gerçek hayatta söylenemeyenleri söyleyen, gösteremeyenleri gösteren tanrısal bir göze sahip olmasıdır. Karakterlere öyle şeyler söyletilebilir ki seyircinin dışarıdan bakan bir göz olarak kendi hayatındaki olayları sorgulamasına imkân tanır. Yönetmenliğini Fransız aktör ve yönetmen olan Guillaume Canet’in yaptığı Little White Lies (2010) küçük bir arkadaş grubuna yakından bakarak görülmeyeni gösterir, duyulmayanı anlaşılır hâle getirir.
Hepimizin hayatında -kaç kişi olduğu fark etmez- güvendiği ve her daim yanında olacağını bildiği insanlar, arkadaşlar, dostlar vardır; ya da en azından birçoğumuz hayatımızın bir sürecinde bir arkadaş grubuyla olmayı ve birlikte bir şeyler yapmayı deneyimlemişizdir. Yakın arkadaş ya da diğer tabiriyle dost demek, iyi ve kötü zamanlarda birbirinin yanında olabilmeyi ve destek olabilmeyi gerektirir. Bunun da ötesinde arkadaşın ya da dostunla her şeyini paylaşır ve aranda gizli ya da saklı bir şey bırakmazsın.
Little White Lies filminde yönetmen henüz açılış sahnesinde ortaya bir bomba koyar, onu patlatır ve yıkım sonucunda çevresindeki kişilerin ne yapacağını ve nasıl davranacağını izlemeyi ve izlettirmeyi tercih eder. Arkadaş grubundan belki de en çılgın olan karakterin talihsiz bir kaza geçirmesi sonucunda tüm grubu hastanede toplar ve en yakın arkadaşlarının bu olay karşısında yanlarında olup olmayacakları hakkında onları bir tartışmaya sokar. Karakterleri filmin daha en başından itibaren zor bir kararla baş başa bırakır ve gözlem yapar. Bir taraftan yaz gelmiştir ve belki de haftalar öncesinde yapılan tatil planı bu talihsiz kazayla birlikte yerle bir olacaktır. Ya da olmayacak mıdır? Bir şekilde vicdan muhasebesi yapan arkadaş grubu nihayetinde kendileri orada olsalar da olmasalar da arkadaşlarına yardımcı olamayacaklarını ve tatile kısa süreliğine de olsa çıkmalarında bir sakınca olmayacaklarında karar kılarlar. Kendilerini rahatlatan grup, içlerinden en zengin olan arkadaşlarının yazlık evine gider ve tatile başlar.
Eğlenmek ve hayata kısa bir mola vermek için yapılan tatil karakterlerin özlerine dönmeleri ve kendi aralarında arkadaşlıkları da sorgulamalarına bir fırsat tanır aslında. En iyi hikâye örgülerinden bir tanesi karakterleri uzaklaştırmak ve yeni bir ortamda gözlemlemektir. İşte Küçük Beyaz Yalanlar filminde grubun çıktığı tatil de yeni bir yolculuğun kapılarını aralar. Filmin bana göre doruk noktalarından bir tanesini arkadaşlarının yaptığı kaza sonucunda haftalardır hastanede kalmasının ardından hayatını kaybettiğini öğrendikleri sahne oluşturur. İronik olan durum ise aslında hastanenin birkaç saat uzaklıkta olmasıdır. Öyle ki grubun içerisinden Antonie ve Eric, kız arkadaşlarıyla barışabilmek için şehre gidebilecek vakti bulur. Dostları varsaydıkları Ludo’ya uğramak ise Antonie’nin aklına gelir gelmesine de o da hastaneye gittiğinde kendi derdindedir.
Tüm karakterler kendi hayatlarıyla öyle meşguldürler ki aralarındaki bağın çok da sağlam olmadığını ve birbirlerine söyledikleri küçük yalanların devasa bir kar topuna dönüştüğüne tanık oluruz. Tatil yerinde tarım işiyle uğraşan Jean-Louis karakterinin istiridyenin satışının yasaklanması üzerine işi tehlikeye girmiştir. Ev sahibi olan Max’ın kendisine “Maddi desteğe ihtiyacın olursa söylemen yeter.” demesiyle birlikte arkadaş grubunu dışarıdan gözlemleyen Jean-Louis en sonunda dayanamaz ve konuşmaya başlar. Jean-Louis, “Böyle şeyleri özel olarak teklif etmeni tercih ederim,” der ve ekler; “Üzgünüm hiçbir şey olmamış gibi davranamam.” der ve iki haftadır birbirlerine yalan söyleyen arkadaşları öylece yerin dibine sokar ve kendilerini sorgulamalarına imkân tanır.
Siz Arkadaşlığı Ne Sanıyorsunuz?
Jean-Louis, arkadaşlarının öldüğü haberini verirken aslında hem seyirciye hem de gruba büyük bir ders verecektir. İki haftalık tatil sürelerinde eş zamanlı olarak hastanede hayatıyla cebelleşen Ludo, hayatını kaybetmiştir. Jean-Louis; ‘Arkadaşlık tatil daha önemli olduğu için arkadaşınızı hastanede yalnız bırakmak mı?’ der. Bir kez dahi nasıl olduğunu sorgulamadıkları arkadaşlarının öldüğü haberini alan grup yıkılır. Ludo, hastanede tek başına ölmüştür. Cıvıl cıvıl bir tatil ortamından bir anda siyah takım elbiselerle keskin bir geçiş yapılan sahnede gerçek acıya, gerçek hayata tanık oluruz.
Yönetmen esasen dolaylı olarak tabutun başında günah çıkarmaya çalışan karakterleri bir nevi suçlar. Gözü yaşlı karakterlerin ağızlarından çıkan hiçbir şeyin anlamı kalmaz o dakikadan sonra. Birbirlerine sarılma sahnesiyle biten film, yalanlarla bezenmiş bir arkadaşlığın gerçek bir arkadaşlığa dönüşecek olmasının sinyali gibidir aslında. Film boyunca izlediğimiz Küçük Beyaz Yalanlarla birlikte seyirci de kandırılmış ve filmin bitiş sahnesiyle birlikte gerçek arkadaşlığı başlatmıştır. Çünkü esas dostluk biten bir hayatın, arkadaşlığın ardından sarf edilen sözler değil aksine nefes alınan her saniye o anın kıymetini bilebilmektedir.
Hayatta ders çıkarabilmek için sınandığımız noktalar vardır. Ne yazık ki kötü bir şey başımıza gelmeden hayatın, arkadaşlığın kıymetini bilemeyiz. İşte iyisiyle kötüsüyle özdeşim sağlayabildiğimiz filmler belki de yargılamanın da ötesinde kendi hayatlarımıza ve dostlarımıza dönüp bakmamızı sağlar. Akıllarda ise yalnızca şu kalır; “Hayat kısa bir tatilin verdiği geçici zevkten mi yoksa iyi ya da kötü anında dostunun yanında olmanın verdiği büyük bir sevgiden mi ibarettir?”