Almanya Sineması
Sinema tarihi boyunca Almaya’da görülen hareketler, belirli bir kitlenin dikkatini çekmeyi başarmıştı. Henüz ilk örneklerinden günümüze, birçok güçlü filmi merkezine almış köklü bir geçmişten söz etmekteyiz. Das Cabinet des Dr. Caligari (1920) ile başlayan kurgusal yolculuktan, Good Bye, Lenin!’e (2003) kadar birbirini takip eden süreç, kuşkusuz günümüze uzanan Alman Sineması’nı ekol hâline getirmektedir. Marksist birçok sanatçının çalışamalarına ev sahipliği yapan ülke, sistem karşıtı duruşunu ve tarih sahnesindeki anılarını sinema ile telafi etmeyi seçmiştir. Daha sonraları, toplulukları etkilemekten çok, kendini tanıma serüvenine evrilmiştir. Bu yolculuk, hangi tarihte olunursa olunsun beyaz perdenin hazzını yaşatmaya devam etmekte. Son yirmi yıllık bir zaman dilimine değinecek olursak; Die Welle (2008), Das Experiment (2006) Das weisse Band (2009), Der Untergang (2005) Lola rennt (1998) Gegen die Wand (2004) gibi örneklerle Alman Sineması’nın kronolojik gelişimini ve sinema dünyası açısından önemli mihenk taşı olduğunu görebiliyoruz. Üstelik multikulti yapısı, Alman Sineması’nın mozaiğini geliştirirken kültürün demografik çizelgesini de seyircilere takdim etmektedir.
Fatih Akın
Oryantalizmi başarılı bir şekilde temsil eden Fatih Akın, Türk kökenli göçmen bir ailenin çocuğu olarak Almanya’da dünyaya geldi. 2013 yılında yazmış olduğu Sinema Benim Memleketim adlı kitabında, sinema kavramının hayatındaki önemini, memleket terimi üzerinden destekledi. Belki de filmlerindeki karakterlerin yersiz yurtsuzluğu, kendi ruhsal yurtlarına kavuşmak için bekleyen kayıp birkaç bedenden ibaretti. Keza Akın, ait olunulabilecek bir yerin peşinde, oradan oraya sürüklemektedir seyirciyi. Zaman, mekân, neresi olursa olsun, tek arzusu zihnindeki görselleri perdeye yansıtmak ve içinde bulunduğu toplumu, insanların hayatlarını yaşanılan yalnızlık duygusunu paylaşmaktı. Onun filmleri, izleyenlere tekinsiz mekânlarda dolanıyormuş hissi verir. Üstelik, mükemmel karakterleri de yoktur, zaten mükemmel kime denir ki? Belki de cevap bulmak için sokağı, ilişkileri, dostluğu bolca işler ve herkes için birer alternatif sunar.
[1] ilk kurmaca filmi Kurz und Schmerzlos‘u (1998) yönetti. Almanya’da yaşayan farklı kökenlerden gelme gençlerin kimlik bunalımını ele alan bu filmi Im Juli (2000) izledi. Film, bir Alman öğretmenin Türkiye’ye yaptığı yolculuk boyunca iç dünyasını ve kendisine eşlik eden kadını tanımasını ele aldı. Gegen die Wand (Duvara Karşı, 2003) adlı filminde ikinci kuşak Türk gençlerinin, anne ve babalarının gelenekleriyle çatışmalarına değindi. Film, Berlin Film Festivali’nde “Altın Ayı Ödülü” aldı ve Akın filmografisinin başyapıtı oldu. Son filmi Der Goldene Handschuh (2019) ile yaratmış olduğu sinema algısına yeni bir soluk getirdi.
Valeska Grisebach
Western (2017) filmiyle dikkat çeken Grisebach, 37.İstanbul Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma kapsamında Altın Lale Ödülü’nü göğüsledi. 2018 yılında, Western filmiyle “En İyi Film Dalında Alman Film Ödülü”nün sahibi oldu. Grisebach, bu filmde aidiyet arayışı ve köklerinden kopma gibi iki zıt konuyu harmanladı. Kimlik çatışması ve bireyin çevreyle olan iletişimini işledi. Tıpkı çağın diğer yönetmenleri gibi Grisebach de yetişmiş olduğu toprakların sınırını genişletmek ve dünya vatandaşı ilkesine hizmet etmek adına icra ettiği sanatını duyurmaya devam ediyor.
Oliver Hirschbiegel
Das Experiment (2001) ve Der Untergang (2004) filmlerinin başarılı yönetmeni Hirschbiegel, günah çıkarırcasına filmlerin çoğunda Hitler’e atıflarda bulunur. Bireyin psikolojik manipülasyonunu ve insanların kobay olarak yetiştirilmesini çarpıcı bir üslupla eleştirir. Hitlerin, son birkaç günü anlatan Der Untergang filmiyle Bambi- German Film, En İyi Yabancı Bağımsız Film Dalında Britanya Bağımsız Film Ödülü, Bodil En İyi Yabancı Film Ödülü, Amerikan Yapımı Olmayan En İyi Film Ödülü gibi birçok ödülün sahibi oldu.
Kaynak:
[1] Teksoy Rekin, Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi / Cilt 2, Oğlak Yayıncılık, 2005