Wedding in Galilee, İsrailli bir vali tarafından yönetilen küçük bir Filistin kasabasında geçen bir düğünü konu alır. Köyün muhtarı, oğlunu görkemli bir kutlamayla evlendirmek ister, ancak köyde gece sokağı çıkma yasağı vardır. Bu sebeple, düğünü yapabilmek için validen izin alması gerekmektedir. Film, valinin ofisindeki bu tartışmayla başlar. Vali, muhtarın düğünü yapmasına tek bir koşulla izin verir: Davetliler arasında İsrailliler de olacaktır.
1987 Cannes Film Festivali’nden ödülle dönen film, adeta İsrailli ve Filistinli iki tanrının, muhtar ve valinin, çekiştiği modern bir trajediyi andırır. İsrail-Filistin sorununun gittikçe politize olmaya başladığı bir dönemde çıkan görücüye çıkan filmle Khleifi, izleyiciye başka bir Filistin sunmayı amaçlamıştır. Bu sebeple yönetmen, düğün süresince yaşananları “tanrıların” tekelinden alır ve kamerayı yörenin insanlarına çevirir. Böylece, Filistin toplumunun cinsellik ve gelenek ikileminden tutun kuşak çatışmasına ve toplumsal cinsiyet rollerine varıncaya kadar tüm özelliklerini mercek altına alır ve alışılmışın aksine politik ve militer olmayan, sosyal ve insani bir Filistin sunar izleyiciye.
Filmde, düğün sadece İsraillileri ve Filistinlileri buluşturan bir olay olmaktan öteye geçer, aynı zamanda birçok iç çekişmeye sahip, birbirinden bir hayli farklı olan Filistinlileri de buluşturur. Böylece filmin karnivalesk düğün mizanseni, Filistin toplumunu irdeleyen bir cümbüşe dönüşür. Khelifi, Filistinlilerin politik sorunlarını ve sosyal çıkmazlarını, kadınlık, ataerkillik ve geleneksellik perspektifinden kişilerin gerçekliğiyle incelemiştir.
Filmde, en eski jenerasyonu temsilen muhtarın babasını görürüz. Tawfik dede, filme komik ancak aynı zamanda tarihi bir içerik sağlar. Yavaş konuşur, geç anlar ve her söylediğini tekrar eder. Aralarında kendi torunları da olmak üzere, köydeki tüm çocuklar onunla dalga geçer. Dede, aslında Şekspiryen bir delidir. En büyük sırrı ise aslında deli olmamasıdır. İsraillilerden yakınan gençlere, geçmişte bu topraklarda hüküm süren ve en az İsrailliler kadar acımasız olan Türkleri ve İngilizleri hatırlatır. Tewfik Dede, Türkçe şarkı söyler, Arapça konuşur ve İbranice anlar. Kısacası, tam anlamıyla Filistin’in aidiyet krizini temsil eder. Deliliğine rağmen o, gerçeğe en yakın durandır.
Muhtar, düğünün sorunsuz geçmesini istemektedir. Düğüne gelecek olan İsrailliler onun için artık ne işgalci ne de askerdir, onlar sadece misafirdir. Ancak, Abu Adel düğünde olacakları tam olarak kontrol edememekten de korkar. Kendi onuru ve İsraillilerin baskısı arasındadır ve bunları dengelemek zorunda kalır. Tüm bu karmaşanın içinde muhtar, gece yatmadan önce küçük oğlunun odasına gider, onu şiir okuyarak uyutur:
“Ne düşlüyorsun çocuğum? Senin de düşlerin, benimkilerle aynı mı? Neden benim hikayemi ezbere bilmeni istiyorum? Senin için en korktuğum şey, kendi varlığım.”
Muhtarın küçük oğlu Hassan bu sahnelerde yarı uyur haldedir. Buna rağmen muhtar ona doğru eğilir, saçlarını okşar ve dizelerini tekrarlar. Bu karanlık sahne, Abu Adel’in lirik seslendirmesiyle düşün ta kendisi gibi gözükür. Khleifi, böylece milli kimliğin hayali yapısını ortaya koyar. Babalarla çocukları bir olmak zorunda bırakan milli birliği sorgular. Oysa bu birlik bir düş olmaktan öteye gidemez.
Film, Arap toplumundaki toplumsal cinsiyet rollerini de ele alır. Gerdek gecesi, muhtarın oğlu cinsel birliktelikte başarısız olur. Oysa, düğün ahalisi dışarıda sallanacak olan çarşaf için beklemektedir. Gelin, durumu kontrol altına alıp kendi bekaretini kendisi alır ve sorar: “Kadının onuru bekaretindeyse, erkeğinki nerededir?” Film, böylece kadın bedeninin ikilemine de değinir. Samia, düğün öncesinde hamama götürülmüş, yıkanmış ve kocası Adel için hazırlanmıştır. Adel’in başarısızlığı, onun kendi onuru olarak gördüğü bekaretini kendisinin almasına sebebiyet verir. Samia bunu Adel’in onurunu korumak için yapar,çünkü Adel’in de bu başarısızlıktan en az kendisi kadar yargılanacağını bilir. Böylece bedeni ona ait olmaktan çıkar, üstelik bu beden, henüz eşinin de değildir. Samia’nın bedeni böylece özel olmaktan çıkar ve toplumun geleneklerinin, kurallarının ve adetlerinin bir parçası haline gelir. Adel ise bu başarısızlığından babasını sorumlu tutar. Aslında Adel’in babasında bulduğu toplumun kendisidir. “Onun hayallerinin kurbanı olmak istemiyorum.” der ve üstündeki tüm sosyal baskıları reddeder. Adel babasından, toplumdan ve çoktan tek tipe indirgenmiş Filistin insanından başka bir şey olmak ister. O, babasının hikayesini ezbere bilir, ancak babasının düşleri onun değildir. Bu sebeple, Samia ve Adel gerçek bir çift olamazlar, çünkü önce köydeki toplumcu yapıdan sıyrılıp birey olma mücadelesi vermeleri gerekmektedir. Çift olmadan önce, tek olmayı öğrenmelidirler.
Khleifi’nin filminde toprak, kadın bedeniyle özdeşleştirilir. Wedding in Galilee’de vatan, dış etkilerden korunmuş bir kadın bedenidir. Bakiredir, doğurgandır ve güzeldir. Samia’nın bekaretini kaybetmesi, bir işgali simgeler. Oysa ki, bu işgal İsrail askerlerinin işgali değildir. Onun bedeni, kendi toplumunun gelenek ve göreneklerinin bir sığınağı olmuştur. Böylece, postkolonyal sistemin işgal söylemi bir kez daha sorgulanmış olur. Khleifi, Wedding in Galilee’de iç ve dış sorunları birbirinden ayırmayı reddeder. Filistin toplumunun tüm sorunlarını bir düğün mizanseninde buluşturur. Böylece, Abu Adel’in şiirinde hayali olan Filistin kimliği düğünle birlikte Samia’nın vücudunda somut hale gelir.
Filistinli kadınlar bir yana, düğüne gelenler arasında İsrailli kadın bir asker de vardır. Hava o kadar sıcaktır ki, kadın asker Tali bayılır. Filistinli kadınlar, Tali’nin etrafına toplaşır ve yardım etmek isterler. Askerler ve vali birden gerilir, ancak kadınlar Tali’yi onların arasından alır ve üst odaya çıkarırlar. Asker baygın halde yatarken, kadınlar Tali’nin üstünü değiştirir, esanslı yağlarla şakaklarını ovarlar ve ona masaj yaparlar. Durumdan şüphelenen askerler kapıda bekleşirken, Tali İsrailli bir asker olarak girdiği kapıdan Filistinli bir sivil olarak çıkar. Bu sırada kapıda bekleşen İsrail askerlerineyse, muhtarın küçük kızı Sumaya sataşmaktadır. Sumaya, İsrailli askeri dansa çağırır, ancak askere bir koşul koyar. “Dans etmek istiyorsan, üniformanı çıkarmak zorundasın!”
Sumaya, Arap toplumunun geleneksel kadın rolüne hiç uymayan bir şekilde çıkar karşımıza. Diğer kadınların geleneksek kıyafetlerinin aksine, Sumaya kot pantolon giyer ve erkeksi tavırlarıyla dikkat çeker. Hapisten yeni çıkmış olan Ziad’la açıkça flört eder. Sumaya, Ziad’ın düğün için bir şeyler planladığını sezer ve onun adına korkar. Bu sebeple, onu uyarmaya çalışır. Ziad’sa düğünün İsraillilerden intikam almak için kaçırılmaz bir fırsat olacağını düşünür. Saldırı tehditi düğün boyunca sürer. Kimi zaman İsrailliler eğlenir, Filistinliler gergindir. Kimi zamansa Filistinlilerin eğlencesi İsraillileri tedirgin eder.
Düğün, Filistin halkını ve İsrail yönetimini bir araya getirmiştir. Ancak evdeki hesap çarşıya uymaz ve düğün ne muhtarın ne de valinin istediği gibi geçmez. Film, olayların liderlerin-vali ve muhtar- kontrolünden çıkıp, çığ gibi büyümesini anlatır. Khleifi, hiçbir karakteri merkeze almaz ve tüm halka söz hakkı verir. Herkes, bu cümbüşe bir şekilde katılır. Ziad İsraillileri alt etmeyi hesap ederken, İsrailliler casusluk peşindedir.
Wedding in Galilee, Filistin sinemasını dünya çapında tanıtan ilk uzun metrajlı film olmuştur. Filmle birlikte, Filistin gerçekliği, karşıtı İsrail gerçeğinden bağımsız olarak, kendi varlığı, kimliği, gelenek ve görenekleriyle tartışılır hale gelmiştir. Eisenstein, bazen dünyanın tüm karmaşasının küçük bir su birikintisinde bulunabileceğini söyler. İşte, Wedding in Galilee’de böylesine bir dünya karmaşasını, Ortadoğu sorununu, İsrail-Filistin çatışmasını ve Arap toplumlarının baskıcı patriarkal yapısını bu küçük kasaba düğününde anlatmayı başarmıştır.