Hayatımızın her alanına gittikçe daha fazla dâhil olan dijitalleşme ve teknolojik gelişmeler, doğal olarak beyazperdede de kendine büyük oranda yer buluyor. Son dönemde özellikle yapay zekâ uygulamalarının günlük hayat rutinlerimize kadar girdiği düşünüldüğünde bu, beklenmedik bir durum değil. Diğer yandan söz konusu bu yenilikler biz insanlar için yalnızca hayatımızı kolaylaştıran gereçler olmaktan öte, tanıdığımız, ilişki kurduğumuz, bize öğreten ve bizi öğrenen olgular hâline geliyor.
2011’den bu yana yayın hayatına devam eden Black Mirror, teknoloji ile kurduğumuz bu ilişkinin kimi zaman son derece ümit vadeden, kimi zaman provokatif, kimi zamansa felaketleştiren ve endişe uyandıran yönleriyle bizleri buluşturmayı ustalıkla başaran bir dizi. Canlı olmayan, yapay beyinler ile birlikte yaşamanın çok farklı tasarımlarını genellikle geleceğe yansıtılmış bir pencereden gösteren dizi, dünyanın dönüşümüyle birlikte giderek daha gerçek ve daha mümkün izlenimler uyandırıyor. Yedinci sezonunda bu etkileşimin bir çeşit zirve yaptığı, dizi eleştirmenleri tarafından dile getirilmekte.[1,2] Nitekim diğer sezonlardan farklı olarak ağırlıkla insan ilişkilerinin insan-yapay zekâ etkileşiminden nasıl etkilendiğine odaklanılması sezonun neredeyse tüm bölümlerinde dikkati çekiyor. Common People adlı bölüm yaşam için mücadele veren bir çiftin çaresizlik ve bağımlılığına eğilirken, Eulogy bölümü yaşadığı kaybın ardından donakalan bir adamın yas sürecine öyküsel terapi ile eşlik ediyor. Bölümler arasında insan-yapay zekâ etkileşimiyle öne çıkan bir diğeri ise Hotel Reverie (2025). “Düşler Oteli” anlamına gelen bu bölümde, eskilerin siyah-beyaz kült bir filmi Hollywood’da deneysel bir teknolojik yöntem ile yeniden canlandırılıyor. Bir çip aracılığıyla sanal gerçekliğe dâhil olan ünlü oyuncu Brandy Friday dışında, film setinde bulunan herkes bu programın ürünüdür. Film içinde film fikri ile gerçek veya sanal olmanın birbiriyle iç içe geçtiği bu bölüm, hazin bir aşk hikâyesinin ötesinde, zihnin işleyişine ve var olmaya dair pek çok düşündürücü söylem de barındırıyor. Bu analizde yapay zekânın zihin modeli incelenirken insan beyninin çalışma prensiplerini kavramsallaştıran; birbirinden hem tarihsel hem de yaklaşımsal olarak farklı ancak günümüzde nöropsikanaliz adı altında birlikte çalışılan ayrı bir bilim alanı hâline de gelmiş iki kuram ele alınacaktır: Nörobiyolojik model ve psikanalitik yaklaşım.
Sürükleyici Sanal Gerçeklik
1940’ların favori romantik filmlerinden Hotel Reverie, sürükleyici yapay zekâ tabanlı sanal prodüksiyon teknolojisi ile “Hotel Reverie Reborn” olarak çekilir. Bu teknolojide, filmin orijinalinde rol almış karakterlerin başrol Dr. Alex Palmer hariç hepsinin dijital replikaları yer almaktadır. Brandy Friday’in canlandıracağı Alex Palmer karakterinin filmin akışı içerisinde bu sanal karakterler ile etkileşime girmesi, film anlatımının ve olay örgüsünün inşasının eşzamanlı olmasına olanak tanır. Yapımcılar, film simülasyonunu çalıştırdıktan sonra filmin içindeki Brandy ile iletişim kurarak ona yapması gerekenleri anlatır. Büyüleyici ve zamansız bir yapım arayışındaki Brandy için heyecan verici bu deneyim ilk başta zorlanmasına sebep olur. Etrafındaki sanal ortamda her şey o kadar gerçektir ki, gerçekten dokunabilir, gerçekten tadabilir, gerçekten hissedebilir. Günümüzün sanal gerçeklik teknolojisinin elvermediği ölçüde bir orada bulunma hissi yaşar.
Öte yandan simülasyonda bulunan diğerleri için burası tek gerçekliktir. Onları tanımlayan tüm bilgiler, orijinal filmin içeriğinden alınmış ve ne yaptıkları, ne söyledikleri, neye benzedikleri tamamıyla önceden belirlenmiştir. Bu belirlenimin bir başlangıcı ve bir sonu vardır. Dahası, gerçek insanlar olduklarını ve gerçek bir dünyada yaşadıklarını düşünmektedirler. Nitekim programın sağladığı sınırlı otobiyografik bellekleri sayesinde, filmin akışında yer almayan olaylar tüm örgüyü ciddi anlamda değiştirmektedir. Örneğin Brandy’nin piyano çalmayı bilmemesi, Clara’nın müzikten etkilenerek Dr. Palmer’a ilgi gösterdiği sahnenin tamamen değişmesine neden olur. Diğer yandan film çekilirken aynı anda kullanılan bir teknoloji sayesinde olay örgüsünün gidişatının ne kadar ilgi çekeceği, izleyicide nasıl hisler uyandıracağı da ölçülebilmektedir. Böylelikle tüm filmin dinamik bir şekilde istenen özelliklere uygun olması mümkündür.
Pek çok uzun ve karmaşık bilgisayar kodunun ürünü olan bu program, insan beyninin nasıl çalıştığını açıklayan nörobiyolojik model ile benzerlikler içermektedir.[3] Buna göre beyin, milyarlarca sinir hücresinin farklı şekillerde bir araya gelerek oluşturduğu çeşitli elektriksel ve kimyasal bağlantılar sayesinde bir yandan vücutta bulunan tüm işlevleri yönetirken, bir yandan da düşünme, mantık, bellek, dil ve dikkat gibi bilişsel süreçleri yürütmektedir. Zihnin en önemli işlevlerinden biri olan öğrenme, yine bu sinirsel ağların özelleşmiş mekanizmalarla çalışmasıyla gerçekleşir. Son dönemin popüler başlıklarından üretken yapay zekâ (generative artificial intelligence) programlarını diğerlerinden ayıran başlıca özellik öğrenme yetisidir. Nörobiyolojik modeldeki sinir ağlarının çalışma prensibini temel alan bu programlarda insan müdahalesi olmadan yeni içerikler oluşturulabilmektedir. Hotel Reverie’de de başta belirli bir formatın dışına çıkamayacağı öngörülen yapay zekâ, Dorothy Chambers’ın bellek süreciyle birlikte öğrenme ve ilişki kurma işlevlerini görür hâle gelerek, kendisini kodlayarak “yaratan” insanları hayretler içinde bırakır.
Bölümde her ne kadar ekranların önünde yazdıkları kodlar ile simülasyonu yöneten insanlarla dolu bir odada, yapay bir atmosfer yaratılmış olsa da üretilen filmin nostaljik havasıyla uyum içerisinde bir kaza – programcılardan birinin kahvesinin bilgisayarın üzerine dökülmesi – sonucu tüm program kapanır. Bir romantik komedi filminde sokakta çarpışan baş karakterler misali, gerçeklikle tüm bağlantısı bir anda kopan simülasyonda Brandy ile Clara’yı canlandıran Dorothy Chambers baş başa kalırlar. Film atmosferinde yaşantılara eşlik ederek duyguları güçlendiren tüm müziklerin ve efektlerin bir anda kesildiği, gerçeklik hissini veren keskin bir sessizlik içine girdiklerinde Brandy ne yapacağını şaşırır. Burada sanal ve gerçeklik arasındaki ayrım artık silinmiştir çünkü Brandy’nin iletişim kurabileceği tek kişi Dorothy’dir. Burası, bir tiyatro sahnesinde veya büyükçe bir salonda sıkışıp kalmışçasına seslerinin boşlukta yankılandığı ve bir süre sonra yitip gittiği, ne olduğunu ikisinin de bilmedikleri bir zaman ve mekândır.
Kodlarımızdaki Hatıralar
Dorothy’nin filmin diğer karakterlerinin aksine donmamış olması, bölümün var oluşa dair söylemlerine önemli katkı sunmaktadır. Simülasyon arızalanmadan önceki sahnelerin birinde, Brandy, Clara karakterini canlandıran Dorothy Chambers’ın yaşamı ve ölümüne dair bir yorumda bulunur. Bu yorum, Dorothy’nin kodunda Clara karakterinin ötesine geçen, kilit bir anının aktifleşerek “Dorothy” olmakla ilgili bir şeylerin tetiklenmesine sebep olur. Bu anı doğrudan içindeki hüzün ve acıyla ilişkilidir ve aynı insan zihnindeki gibi güçlü bir bellek yanıtı oluşturur. Nörobiyolojik modele göre de duygularla kurduğumuz ilişkinin hatırlanması çok daha hızlı ve belirgin olmaktadır. Öyledir ki Dorothy Chambers, kariyerinin zirvesinde bir yıldız iken, beklenmedik şekilde intihar ederek yaşamdan ayrılmıştır.
Burada değinilebilecek diğer bir nokta, yapay karakterlerin bilgisayar “kodlarında” yer alan bazı örtük anılarının, göreceli gerçekliklerini nasıl değiştirebileceği ve onlara kendilerine dair farkındalık kazanmaları için nasıl yardım edebileceğine dairdir. Bizler de insanlar olarak beynimizin henüz tüm açıklığıyla aydınlatılamamış kimyasal bağlantılarında ve genetik kodlarımızda kendi yaşamadığımız ancak önceki kuşakların yaşadığı psikolojik zorlanmaların ve travmaların izlerini taşırız. Kimi zaman bu izlerin bugünkü düşünce yapımızı ve davranışlarımızı etkilediği durumlarda uygun bir yöntemle yapılacak psikoterapi çalışmalarının bunları anlamlandırmak ve kendimize dair farkındalığımızı artırmak üzere faydalı olabileceği bilinmektedir.[4] Dorothy’nin hikâyesi elbette ki birkaç yaşamöyküsel bilgiden ibaret olsa da kimliklerinin iç içe geçtiği Clara rolünün ötesinde Dorothy olduğunu hatırlamasına uzanan süreci anılarıyla kurduğu bağ sağlamaktadır.
Brandy ile kurduğu ilişkide Clara değil, Dorothy olması yine bu farkındalığın tetiklendiği “gerçek” bir etkileşim ile ilgilidir. Filmin temel konusu olan bu ilişki akıllara bir insan ile yapay zekâ arasında duygusal bir bağ kurulmasının mümkün olup olmadığını getirir. Bu bağlamda Hotel Reverie’nin, bir yapay zekâ programıyla derin bir bağ kuran Theodore’un hikâyesini içtenlikle ekrana taşıyan Her (2013) filmini çağrıştıran pek çok yönü vardır. Günümüzde öğrenme ve kendini geliştirme kapasitesine sahip bu tür programların tümüyle insanlar tarafından kontrol edilerek şekillendirildiği görüşü yaygın olmakla birlikte, yakın gelecekte (belki de şimdiden) yapay zekânın farkındalık ve otonomi kazanmasına dair artık pek de bilim-kurgu olmayan endişeler dile gelmektedir.
Düş mü, Gerçek mi?
“Ben de en az senin kadar gerçeğim.” derken Dorothy, yalnızca bir rolü canlandırmanın sözde gerçekliğinden öte kendi varlığının sınırlarını ve bu sınırların belirsizliğini vurgular. Nitekim Brandy’den “gerçekte” olan biteni öğrendikten sonra varlığına dair arayışında simülasyon ile gerçeklik arasında karanlık bir yerlerde anılarının ve kimliğinin sıkışıp kaldığı bir alana çıkar. Bu alanı sembolik açıdan baktığımızda Freud’un topografik kuramının bilinç öncesine benzetebiliriz.[5] Zihnin işleyişinin indirgemeci bir şekilde farkındalık düzeylerimize göre çeşitli bölmelere ayrıldığı bu kurama göre bilinç uyanıklık, ayırt edebilme ve farkında olabilme durumunu ifade eder. Bilinç dışı ise kişinin özel bir çabası ile bilince çağrılamayan, ayırdına varılamayan yaşantıların bulunduğu ruhsal süreçlerdir. Bu tür zihinsel işlemler zaman ve yer tanımazlar, aralarında neden-sonuç bağlantıları yoktur ve haz ilkesine bağlı olarak doyum ve boşalım ararlar.[6] Bu iki kavram arasında yer alan bilinç öncesinde ise bilincimizde o anda bulunmadığı hâlde özel bir dikkat çabası ile bilince çağrılabilen düşünceler, anılar, istekler ve duygular bulunmaktadır. Örneğin, bir süre önce yaşadığımız bir olayı artık anılarımızdan tümüyle silmiş gibi olabiliriz. Bilinçten silinmiş gibi sanılan ve çağrışımlar ya da hatırlatıcılar ile bilince dönebilen anılar, duygular, dürtüler bilinç öncesi niteliği taşır. Dorothy, gerçek bildiği dünyanın bir simülasyon olduğunu öğrendiğinde kendiliğine dair bazı anıları bilinç öncesinden bilincine uzanarak ona hayatının son dönemlerinde yaşadıklarını anımsatır. Burada yapay zihnin bilinç öncesini somutlaştıran mekân tasvirinde sadece karanlığın olduğu bir uzam kullanılmıştır. Buradan çıkmanın bir yolunu aradıktan ve bulamadıktan sonra var oluşun anlamsız bir pantomim olabileceği yorumunda bulunur.
Brandy’ye göre olan biten “sadece bir rüya”dır. Rüyalar bizi gerçekten ayırır, gerçeklik hakkındaki olağan anılarımızı siler ve bizi başka bir dünyaya, gerçek hayatımızla ilgisi olmayan bir hayatın içine yerleştirir.[6] Brandy’nin rüyası, sanal gerçeklik içerisine girmesiyle değil, gerçeklikle bağlantısının tamamen kesilmesiyle başlar. Bu noktadan itibaren rüyanın gerçek olmamasıyla yüzleşmeye çalışırken, onu hatırlamasını isteyen Dorothy’ye veda etmesi gerekir. Aynı çok sevilen bir rüyanın bitmesini istememek veya onu unutmamaya çalışmak gibi. Ancak tüm bunlara rağmen rüyalar malzemelerini gerçeklerden ve bu gerçekler boyunca oluşan zihinsel dünyadan sağlar. Dolayısıyla Brandy’nin sevme kapasitesi ve bağ kurduğu ötekiyi içinde taşıma yetisi, gördüğü rüyanın ötesine geçerek onunla birlikte gerçekliğe geri döner.
Sinemanın geleceği ile ilgili yenilikçi yaklaşımları da ele alan bölümde yenilik istencinin, ancak – yapay ya da değil – zihinler arasındaki etkileşimin olanaklarının ve sınırlarının gözetilmesi ile mümkün olacağı vurgulanmaktadır. Gerçeklikle kurduğu bağ çok kuvvetli olmasa da bu etkileşimin anlam taşıdığına dair bir umut filmin son sahnesinde dile getirilir.
Kaynaklar:
[2]https://www.standard.co.uk/culture/tvfilm/black-mirror-season-7-review-charlie-brooker-b1221100.html
[3] Belleğin Peşinde: Yeni Bir Zihin Biliminin Doğuşu. Eric R. Kandel. 2. Baskı, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2016.
[4] Kostova Z ve Matanova VL (2024). Transgenerational trauma and attachment. Frontiers in psychology, 15, 1362561. https://doi.org/10.3389/fpsyg.2024.1362561
[5] Rüyaların Yorumu. Sigmund Freud. 5. Baskı, Say Yayınları, İstanbul, 2019.
[6] Psikanaliz ve Psikoterapi. M. Orhan Öztürk. 1. Baskı, Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları, Ankara, 2016.