Hayatımı yazsam roman olur diyene, “olmaz” demeyi çok isterdim. Eğer bir roman yazıyorsan, nasıl yazdığın -ne kadar ilginç olursa olsun- ne yazdığından daha önemlidir. Yapıtın sanatsal değeri, içeriğinden değil, kelime seçimi ve kurgusundan geçer. Sinema da biraz böyle değil mi? Kelime seçiminin yerini sinematografik seçimler alıyor bu sefer. Hikâyeni anlatabilmek için doğru kadraj seçimlerine muhtaçsın. Bu da sinema sanatının ilk ve zorunlu dersi. Mavi Dalga (2014), işte bu en önemli ve zorunlu dersten kırık not getiriyor. Bazı diğer derslerden iyi notlar getirdiği halde, bu sınıfını geçmesi için yeterli olmuyor.
Mavi Dalga’nın yönetmenleri Zeynep Dadak ve Merve Kayan. Zeynep Dadak, sinema eleştirmenliğinden gelen bir isim. Belki de o yüzden hikâyesinin merkezine oturttuğu Deniz ve arkadaşlarının ergenlik hallerini anlatırken, yıllarca izlemekten bıktığı klişelere düşmüyor.
Kayan ve Dadak; Deniz, Gül, Esra ve Perin’den oluşan dörtlü arkadaş grubunun beşinci üyesi olarak konumlandırmışlar kameralarını. Çok hareketli olmadan, hep yanlarında ve gözü hep arkadaşlarının üzerinde. Öyle tek başıma kasabada bir dolaşayım, uzaklara bakayım gibi bir derdi de yok bu beşinci arkadaşın. Anlıyoruz ki bu bir yönetmen tercihi. Sabit genel planlar yerine klostrofobik kareler, ergenliğin o sıkıntılı atmosferine biçemsel bir yardım. Bu beşinci arkadaşın meraksız olmasına da tarz diyelim hadi. Sevgili kameramız, orada olmasına rağmen zahmet edip de yerinden kalkmıyor çoğu zaman. Buz patenindeki çocukların toplanma sebebinin buzun erimesi olduğunu ancak birkaç sahne sonra –sağolsunlar- kendi aralarındaki sohbette öğreniyoruz. Gül’ün yeni yaptırdığı dövmesini, Fransız gobleninin nasıl tutuştuğunu merak etmeyen kamera için yönetmenlerimizin tarzı der geçerdik, birçok yerde de yanlış açı ve ölçeklerde olmasaydı eğer. İşte buna tarz demek için kendimizi bayağı bir zorlamamız lazım. Çünkü kamera bir süre sonra sizinle inatlaşmaya başlıyor. Deniz, gece gizli gizli hocasının evine gittiğini sevgilisine itiraf ediyor, Kaya “Biliyorum” diyor. Deniz’in tepkisini, mimiğini merak ediyorsunuz ama kamera Deniz’in amorsunda. Yine başka bir sekansta, daha ehliyeti bile olmayan Deniz, komşusunu doğuma yetiştirmek için araba kullanıyor. Ama kamera sahnenin etkisini minimuma indirecek bir açıda. Tüm bu zaafiyet (Tarz mı demeliyim?) dalga dalga filmin tamamına sirayet ediyor.
Peki, Altın Portakal ödüllü senaryo, filmin ne kadarını kurtarıyor diye sorarsak, söze öncelikle filmin hikâyesinden başlamak gerek.
Son bir kez denize girilen, halıların toplanıp, şehre dönmek için hazırlıklar yapılan yazın son günleri ile başlıyor Mavi Dalga . Biri ilkokula giden diğeri ergenlik dönemimde iki kızları ile maddi manevi büyük dertleri olmayan sıradan bir aile, Deniz’in ailesi. Lise 2’ye geçen Deniz için ise üniversite telaşı başlamak üzere. Deniz’in dertleri de öyle ciddiye alınacak şeyler değil. Bir çok liseli kız gibi uzaktan uzağa hocasına âşık, her ergen gibi annesinin hayatına karışmalarından rahatsız ve pek çok taşra genci gibi üniversiteyi büyük şehirde kazanıp gitme hayalinde. Dört kişilik kız arkadaş grubu ise hemen hemen aynı kafada. Buz pateni sahası olan bir alışveriş merkezinden ve ev partilerinden ibaret Balıkesir’deki sosyal hayatlarında, ergenlik sıkıntıları, dersler, sınavlar, üniversite planlamaları, eski sevgililer ve yeni sevgili adayları dışında pek bir şey yok. Evet, filmimizin tüm hikâyesi bu. Pardon, bir de yan hikaye var filmimizde. Kışın gelmesiyle baş gösteren doğalgaz kesintisi.. Paltoyla oturulan evler.. Elektriksiz karanlık akşamlar.. Eriyen buz pateni sahaları.. Elbette bu yan hikâye bir mesaja hizmet ediyor, ancak filme hiçbir katkısı yok. Katkısının olmaması bir yana, oldukça özensiz, inanılmadan yazılmış ve çekilmiş bir öykü bu. Amerikan felaket filmlerinden kaçmış bir market alışveriş sahnesinden sonra, yan hikâyenin güçleneceğini düşünüyorsunuz, sonra yine kimse umursamıyor, unutuluyor. Ne finale bir yarar sağlayabiliyor, -hadi onu geçtim- ne de filme fon olmayı başarabiliyor.
Peki, bu hikâyeden nasıl bir senaryo çıkmış olmalı ki Mavi Dalga 50. Antalya Altın Portakal’da En İyi Senaryo Ödülü’nü aldı? Eminim filmin öyküsünü okuduktan sonra filmi izlemiş birisine ilk sorulacak soru bu olmalı.
Ülke sinemasındaki senaryo sıkıntısı ve yıllardır müthiş bir senaryonun çıkmamış olması, sıradan senaryoların, kötünün iyisi mantığıyla ödül almasına neden oluyor. Artık bu durumu kanıksadık ve fazla şaşırmıyoruz. Ancak Mavi Dalga’nın senaryosunun ise bu nedenlerden bağımsız bir önemi var. İddiasız bir öyküyü sonuna kadar izlettiren bir senaryo başarısından söz edebiliriz. Bu başarıdaki en büyük pay ise diyalog yazımında. Günlük hayattan, doğal diyalog yazımı, basit gibi gözükse de son dönem Türk Sineması’nda çoğu filmin beceremediği bir nokta. Mavi Dalga, en azından bu konuda takdiri hak ediyor.
Mavi Dalga’da olumlu olarak söz edeceğim ikinci nokta ise oyunculuklar. Ayris Alptekin, Nazlı Bulum, Albina Özden, Barış Hacıhan ve Begüm Akkaya’dan oluşan genç oyuncu kadrosu, işlerini çok iyi yapıyorlar. Yanlış kamera açıları, özellikle Ayris Alptekin’in yıldızlaşmasına izin vermese de potansiyelini anlamamızı engelleyemiyor.
Sonuç olarak, Mavi Dalga’dan damağımda sinemasal bir tat kalmadı. Ancak, doğal diyaloglarıyla, anlattığı öykünün hayatımıza olan aşinalığıyla ve kötü adamların, trajik olayların olmamasından mütevellit naifliğinin, tüm filme sinmesinden doğan atmosferiyle size küçük bir şehirde gençlerle geçirilmiş, pek de pişman olmayacağınız iki saat sunuyor.
Ve Mavi Dalga bu hâliyle sınıfını geçemeyen, sevimli bir öğrenci olarak hatırlanacak Türk Sinemasında.