“Bir adım daha atarsam, başka bir yerde olurum veya ölürüm.”
Sinemanın “şeyleri” kendine özgü yöntemlerle anlatışına-arayışına çok kez şahitlik ettik. Türkçeye “Leyleğin Geciken Adımı” olarak çevrilen The Suspended Step of the Stork (1991) da filozof-sanatçı Theodoros Angelopoulos’un göçebelik, hafıza, kimlik, öteki gibi mefhumlara dair yaptığı bir yoklama olarak yorumlanabilir. Sınırlar üçlemesinin ilk filmi olan The Suspended Step of the Stork’ta yönetmen birden çok konuya temas etmesine karşın tecrübesini konuşturarak hepsini bir potada eritmeyi başarır.
Film bir taraftan “çeyrek bölge” olarak adlandırılan bir sınır kasabasına sıkışmış kalmış göçebelerin “acıklı” anlatısına odaklanır görünür; diğer taraftan da yıllar önce kaybolan ünlü bir politikacının bulunması hikâyesi üzerinden tema örülür. Gazeteci Alexandre, mültecilerle alâkalı yaşanan hareketlilikle ilgili haber yapacaktır. Çektiği görüntülerde tesadüfen kayıp politikacıyı bulduğunu düşünür. Politikacı kariyerinin zirvesindeyken bir gün ansızın gaibe kaçmıştır. Filmin önemli bir bölümünü kaplayan politikacının hayaleti bir süre filmin başrolü gibidir.
Günümüzde de gördüğümüz, yazgıları denizin ortasında açlıktan yaşamlarını yitirmek olan mültecilerin sarsıcı çaresizlik görüntüleriyle başlar yapım. Anlatıda doğrudan meseleye girmek seyircinin ilgisini çekmek için olduğu kadar filmin senaryosunun vuruculuğu açısından da önemlidir. The Suspended Step of the Stork’ta geçmiş,-şimdi ve gelecek arasındaki ilişki hafıza-kimlik-yersizlik/göçebelik sorgulamaları üzerinden irdelenir. Kayıp politikacı ünü tüm dünyada bilinirken “Yüzyılın Sonundaki Umutsuzluk” isimli bir kitap yazmıştır. Sovyetler’in yıkılışının hemen ardından ortaya atılan “bilinen tarihin sonu” savına belki de gönderme niteliğindedir kitabın ismi. Ayrıca politikacı insanlığın acılarına çare olması ihtimali bir yana, dünyada var olan problemlerin başat sebeplerinden birisi olan temsili demokrasinin simgesi meclisi bir hışımla terk etmiştir. Bu da yönetmenin insanlığın kurtuluşuna dair siyasi perspektifinin tezahürü ya da kritiği olarak yorumlanabilecek bir gösterge niteliğindedir.
Bir başka nokta ise acının, yapım boyunca Türk, Romen, Arnavut, Kürt olsun çeşitli coğrafyalardan kopmak zorunda kalanların yanlarında getirdikleri tek varlıkları olarak aktarılmasıdır. Hem yıllardır arafta kalan mülteciler hem de aynı köyde yaşayan insanlar yıllardır yakınlarını göremezler, ağıtlar yakarlar. Bu minvalde filmde nehrin ayırdığı karşılıklı iki kıyıda gerçekleşen sessiz düğün sahnesi eşsiz bir sinematografi örneğidir. Filmin genelinde Angelopoulos’un tercihleri izleyicinin dikkatinden kaçmaz. Sinemasındaki şiirsel dokunuşlarıyla bilinen yönetmen, bu filmde de ağırbaşlı kamera kullanımından yanadır. Sahnelerin çoğunlukla ve “mümkünse” tek planla aktığı görülür. Kesmenin ya da yakın plana girmenin manipülatif bir yöntem olduğunu düşünür gibidir yönetmen. Fakat enteresandır ki seyirciye geniş kadrajlarda kesintisiz bir uzam vaadeden Angelopoulos, müzik kullanımında aynı ketumluğu göstermez. Bu üzerine düşünülmesi gereken bir konudur. Her ne olursa olsun Eleni Karaindrou’nun müzikleri birçok Angelopoulos filminde olduğu gibi “sınırların” ötesine yayılır. Melodilerin gücü filmle izleyici arasındaki perde/ekran sınırını aşar. Belki filmdeki karakterler sınırların ötesine erişemez fakat müzik ve özellikle yönetmenin son sahnedeki gelecek tasavvuru, filmin atmosferine hâkim puslu gri karamsarlığa karşın umudu yüceltir.
Filmde teknik anlatı açısından yer yer gazetecinin seslendirmelerini duyarız. Sanki filmdeki olayların gerçekliği üzerine bir denemedir yapılan. Yabancılaştırıcı bir etkiden ziyade gazetecinin mesleğinin haber aracılığıyla mülteciler-göçebeler açısından önemi vurgulanır gibidir. Bunun dışında köprüdeki buluşma sahnesinde kurgu açısından oldukça özgün bir teknik görürüz. İki karakter (politikacı ve eski karısı) önce geniş planda gösterilir, kamera gazeteci ve ekibinin çekim yaptığı araca girer ve araçtaki küçük ekrana odaklanarak kadrajı doldurur. Artık ekran içinde ekrandan izlemekteyizdir Ayakta duran çiftin sırasıyla ikili/tekli planları verilir. Önce kamera zoom yapar, sonra oyuncular tekli planlara girer ve mizansenden çıkarlar. Aslında kesme yapmadan, plan içerisinde yani canlı kurgu denilebilecek şekilde kesmeler yapılmıştır. Belirttiğimiz gibi mizansen ve çekim ölçekleri oyuncuların ikinci bir ekranda görülecek şekilde hareketiyle değişmiştir. Oldukça sakin kamera hareketlerinin ortasında yalnızca bir “deneme” olmayacak bir kavrayışın ürünüdür yönetmenin yaptığı.
The Suspended Step of the Stork, Theodoros Angelopoulos sinemasını anlamak için tercih edilebilir yapımlardandır. Minör olayların ya da yan karakterlerin filmin örgüsünde önemi çoğu sahnede görülür. “Gazetecinin yolculuğu” olarak değerlendirilme tehlikesine karşın film etkisini bu küçük detaylardaki ince dokunuşlardan ve yaratıcılıktan almaktadır.