“Ölümü evcilleştirebilmek için, hayattan zevk almayı tümüyle reddediyorlar. Önceden yarı yarıya ölü onlar.”
Tom Robbins
Bir önceki filmi Golden Shot ile ulusal ve uluslararası birçok festivalde ödüle layık görülmüş ve tüm övgüleri sonuna kadar hak etmiş Gökalp Gönen’in 2018 yılı yapımı Avarya kısa filmi bu yıl 18. İf İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde seyirciyle buluşuyor. 3D animasyonun ülkemizde de güzel örneklerin çıkabileceğini kanıtlayan Gökalp Gönen, Avarya filmi ile kısa ve sembolik bir bilim kurgu filmi örneğini ortaya koyuyor. Yazıya devam etmeden önce sevgili okurları spoiler konusunda şiddetle uyarıyorum.
Film, bilim kurgunun başarılı örneklerini veren Isaac Asimov’un robotların tasarlandıkları yapı gereği olması muhtemel üç kuralla açılıyor. Bu açılış dolaylı olmadan bize film hakkındaki ilk fikri sunuyor. Robotlar başarılı bir şekilde işledikleri takdirde, insanlarla olan ilişki ve iletişimleri için olumlu ve hatta kurtarıcı olması beklenen bu üç kuralın bir robot tarafından koşulsuz şartsız uygulanmasının nasıl bir sorun doğurabileceği sorusunu ele alıyor. Gökalp Gönen, insan elinden çıkan robotların haliyle mantık ve duygulardan yoksun bir şekilde bir görevi yerine getirmesi durumunda biz insanlar tarafından tam da takıntılı ve aşırı olarak yorumlanabilecek eylemler sergilemelerini kaçınılmaz buluyor. Burada belki de robotların insanlarla olan benzerliği vurgulanıyor ve hatta günümüzde ‘robot’ misali yakıştırması yapabileceğimiz insanlara da bir eleştiri oluyor. Bir başka eleştiri olarak da teknolojinin insan için faydalı olması tasarlansa da kusursuz olmayan insanın, kusursuz olmayan teknolojisi uğuruna ve her şeyin sonunda bunla yalnız kalması gerçeğini düşündürüyor. İnsanların giderek yalnızlaşması sorunu bu filmin en çok eleştirdiği başlıklardan biri oluyor.
Bir şekilde beklenen o nihai sonla karşılaşan Dünya’dan, kendi tasarlamış olduğu teknoloji sayesinde kurtulup uzaya sığınan karakterin, bu durumdan kurtulmak için programladığı robotu sayesinde galakside kusursuz olan bir gezen bulmayı amaçlıyor. Hatta robotun söylemiyle Dünya’dan bile daha kusursuz bir gezen arayışı çok uzun zaman sürüyor. Robot, uzay gemisini hem içini hem de dışını insan karakterin evinin aynısı olacak şekilde tasarlıyor. Buna rağmen bir türlü o kusursuz gezegenin bulunamaması durumu insan karakterin iyice canını sıkıyor ve bir gezegende yaşamaya, hatta Dünya’ya bir özlem duymasına sebep oluyor. Robot bütün galaksileri dolaştığı halde insanın çok uzun zaman yaşayabileceği kusursuz gezegeni bulamıyor. Tüm ihtimaller insanı bu uzay gemisinin içinde yaşamaya mecbur kılıyor. Mükemmeliyetçi yapısının sonucu olarak hapsolma fikrini kabul etmek istemeyen insan ölümü bile göze alsa da robotu ikna edemiyor. İntihar etme eylemini gösteren insan, bu yolla robotu ikna etmeye çalışsa da aslında kendisinin, vücudunun da bir çeşit kopya olduğunu öğreniyor ve pek tabi şaşırmıyor. İnsan karakter düşününce Dünya’yı son görüşlerinin üstünden çok uzun zaman geçmiş olması sebebiyle tekrar yaşanabilir olma ihtimaliyle heyecanlanıyor. Son durak olarak Dünya’ya dönüyorlar. Dünya’yı gerçekten de eskisi gibi yaşanılabilir halde buluyorlar ama hala kusursuz gezegen olma özelliğini taşımıyor. Üstelik insan karakterin kendi türünden bir grup insan yaşıyor. İnsan karakter bu haber karşısında çok seviniyor fakat robotu ikna edemiyor. Robota göre insan Dünya’da kısa zaman diliminde ölecek. Son çare sahip olduğu bedene zarar veren insan, robottan yeni bir beden istiyor ama bu yaralı bedeni Dünya’ya bırakmasını söylüyor. Dünya’da kendisinin birkaç aynı kopyasıyla karşılaşıyor ve yeni beden için yeni ve uzun bir kusursuz gezegen arayışı başlıyor.
Filmdeki olaylar her anlamda uçlarda ve uzakta. Tanıdık gelen sorunların bu kadar uç ve uzaklarda olması paradoksu aslında sembolik olduğunu düşünüyorum. Bizim uçlarda olan isteklerimiz, duygularımız bizi asıl insan olma durumundan, gerçek istek ve ihtiyaçlarımızdan, duygularımızdan oldukça uzaklaştırıyor. Mükemmeliyetçi yaklaşımın, harika teknolojinin, doğal olana ve bunula beraber ölüme meydan okuma, ölümü kabullenememe, anlık yaşama ve duygulardan uzak saplantılı insanın uzak gelecekte ya da zamanı kavramı olmayacak bir şekilde büyük bir bedel ödüyor. Yalnızlık.
Elimizdeki güzel olanın değerini bilmemiş olmanın, geleceğe bu argümanla bakarak daha fazlasını aramanın insan için hep aynı nihai sonu doğurduğunu da bir kez daha anlıyoruz. Belki daha çok defa hatırlatılması gerecek. Dünya için yeterince çabalamayan insanın teknolojisine bu denli güveniyor olması ya da varlığına bel bağladığı diğer gezegenlere yönünü çevirmesi bencilliğinin altı çiziliyor. Film, içerik olarak nasıl olduğu ve ne olduğu çok önemli olmadan yaşamın son bulduğu kusursuz Dünya’yı , tek bir insan ve robotun üzerinden ilerleyen senaryonun tüm kısımlarını, içinde karakter olarak seçtiği insanın bir adı bile olmayışı tüm insanlara ve insanlığa yapılacak bir yorum oluyor.
Filme seçilmiş isim olarak ‘Avarya’ kelimesinin de anlamına baktığımızda bizi yine aynı yorumlara ve düşüncelere götürüyor. Avarya: ‘Deniz kazalarında geminin ya da gemiyle birlikte yükünün uğramış bulunduğu zarar ve bunlarla ilgili olarak yapılan giderler.’ demek. Yönetmen, isim seçimi olarak da içerikle uyumu bakımından on ikiden vurmuş oluyor.
Filmle ilgili tek olumsuz eleştiri diyalog ve seslendirmelerle ilgili oluyor. Filmin, bilim kurgu yapısına ve tek düzeliği anlatan soğuk hissiyatına konuşma dilindeki diyaloglar yerine soğuk ve hatta dikkat çekici bir itici güçte diyaloglar yerleştirilebilirdi. Yine aynı yorumu paralelinde karakterlerin seslendirmeleri için de yapıyorum.
Son kez filme genel olarak bakacak olursak izleyenlere keyif ve tatmin duygusunu yaşatıyor, düşündürüyor, harika çizim ve başarılı bir animasyon olarak göze alabildiğine hitap ediyor ve duyguların kapısını aralıyor. Gönen, düşünmeden geçmenin olanaksız olduğu gelecek zaman distopyasını beyaz perdeye aktarıyor.
Pelin Büyüktaş