Yapımcılığını ve yönetmenliğini Abdullah Oğuz’un üstlendiği Zaferin Rengi (2023) filmi, 1918-1923 yılları arasında yaşanmış gerçek olaylara dayanıyor. Film, Fenerbahçe futbol takımının etrafında şekillenen bir direniş ve zafere ulaşma arzusunun hikâyesini barındırıyor. Filmin ana kahramanı Fenerbahçe’nin kurucu üyesi ve efsane kaptanı Galip Bey (Galip Kulaksızoğlu) ile takım arkadaşlarının ve kulübün başkanı Sabri Bey’in (Sabri Toprak) bir ulusun verdiği kurtuluş mücadelesine futbol ile yaptıkları katkıları, tarihi gerçeklere sadık kalınarak ve hamasi duygulara yer verilmeden dozunda bir coşkunlukla beyaz perdeye yansıtılmış.
Filmde yer alan oyuncular için adeta bir yıldızlar geçidini oluşturduklarını söylemek mümkün. Sabri Bey’i Nejat İşler, Topkapılı Cambaz’ı Timuçin Esen, Halide Edip’i Birce Akalay ve Mustafa Kemal Paşa’yı Yiğit Özşener canlandırmaktadır. Film tarihi bir film niteliğinde olduğundan gösterilen mekânlar için dijitalden yardım almayıp, aslına uygun şekilde tasarlanan binaların kullanılması görselliği ön planda tutarken inandırıcılığı da haliyle artırmış. Bu iş için ise İzmit Seka Plato’sunda yirmi bin metrekarelik bir alanda adeta 1920’lerin Istanbul’u yaratılmış. Dönem kıyafetleri de aslına uygun şekilde tasarlanırken, Yiğit Özşener’in Mustafa Kemal’e benzetilmesi için yapılan makyajın da uzak plan çekimlerinde oldukça başarılı olduğu söylenebilir. Ancak ne var ki yakın plan çekimlerinde çeneye uygulanan makyaj olduğu gibi görünmekte, bu da dikkati dağıtmakta idi. Ama şahsen ben, bu yakın çekimlerde rol çalan çeneye odaklandığımı fark ettiğimde toparlanıp mavi gözlere dikkatimi vermeyi başarabildim.
Konusundan bahsedecek olursak film, Galip Bey’in yaralı bir bacakla cepheden dönüşü ile başlar. Fenerbahçe takımı ve taraftarları büyük bir hevesle kaptanlarının yine eskisi gibi sahalara dönmesini beklemektedir. Lakin Galip Bey savaşta gördüklerinin ardından bedenen ailesinin yanına Istanbul’a dönse de aslında ruhen ölen arkadaşlarıyla birlikte cephede kalmıştır. Üstelik bacağından yaralandığı ve artık topalladığı için futbol oynamaya da niyetli değildir. Galip Bey’i fırtına gibi estiği eski günlerine döndürecek biri gereklidir. Bu kişi bir milletin makus talihini yenmeyi başaran Mustafa Kemal’den başkası değildir! Mustafa Kemal’in dehasını bir kez daha idrak ettiğimiz ve önünde şapka çıkardığımız hadise şu şekilde gelişir: Mustafa Kemal Paşa, bizzat Fenerbahçe Spor Kulübü’ne giderek onlardan futbol oynamalarını, özellikle işgal kuvvetlerinin takımlarıyla yapacakları müsabakalarla halka cesaret ve şevk vermelerini ister. Futbol ile milli mücadelenin ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz. Ancak dönemin koşulları düşünülecek olursa altı yüz yıllık bir imparatorluğun dağılmaya başladığı yıllardan bahsediyoruz. Yemen ayaklanması derken Balkan Harbi ile Trakya toprakları kaybedilmiş ve ardından gelen Birinci Dünya Savaşı’nda memleketin yedi cephesinde verilen inanılmaz mücadeleye karşın yenik sayılmışız. Yani kazanmayı unutmuş bir milletten bahsediyoruz. Zaferin gelmesi için en ufak bir umut ışığına bile ihtiyaç var. İşte o umut ışığı ancak Mustafa Kemal Paşa gibi bir dâhi tarafından fark ediliyor ve bir ulus her koşulda uyandırılmaya ve başarma azmini yeniden kazanmaya cesaretlendiriliyor.
Mustafa Kemal Paşa’nın kulüpte yaptığı cesaret verici konuşmanın ardından Galip Bey ile özel bir sohbeti daha olur. Paşa bu sohbet sırasında Galip Bey’in methini çok duyduğunu söyler ve ekler, “Dilerim işgal devletleri de duysun!” İşte Galip Bey için dönüm noktası bu andır. Önce bacağından ameliyat olur, ardından takımının başına döner. Şimdi sırada çıkılacak maçlar ve yenilecek düşmanlar vardır.
Fenerbahçe ile işgal kuvveleri arasında oynanan her maçtan ve kazanılan her zaferden sonra halkın Fenerbahçe’ye duyduğu sevgi ve ilgi perçinlenirken bir yandan da Anadolu’daki direnişe verilen katkı artar. Oynanan oyunların yanı sıra bir yandan da futbolcuların Anadolu’ya gidecek cephanenin ele geçirilmesine nasıl ön ayak olduğunu izleriz. Futbolcuların her biri birer nefere dönüşmüştür ve düşmanın Haliç’teki cephaneliğini ele geçiren Topkapılı Cambaz ve adamlarına yardım ederek, bu silahların Anadolu’ya kaçırılmasını sağlarlar.
Fenerbahçe 1918-1923 yılları arasında elli kez işgal kuvvetlerinin takımlarıyla karşı karşıya gelmiş ve bunlardan kırk bir tanesinde zaferle sahadan ayrılmıştır. Ve tabii ki bu arada Kurtuluş Savaşı ile zaferlerin en büyüğü yaşanmış ve Lozan görüşmeleri başlamıştır. İşgal kuvvetlerinin ise geldikleri gibi gitmelerinin zamanı gelmiştir. Yenilen pehlivan güreşe doymaz misali İngiliz Generali Harington, yaşadıkları hezimeti içine sindiremez ve gitmeden Fenerbahçe ile son bir müsabaka yapılmasını ister. Müsabakanın kazananı Harington Kupası’nın sahibi olacaktır. İngiliz takımı Gardlar Karması (Coldstream Guards, Grenadier Guards, Irish Guards) denen kuvvetli bir takımla müsabakaya katılırken, Fenerbahçe ise her zamanki kadrosuyla sahaya çıkar. Futbolun mucidi İngilizlere karşı verilecek son bir mücadele kalmıştır. Taksim Stadyumu hınca hınç dolar. Herkesin tek bir arzusu vardır: İngilizlere haddini bildirip, kupayı havaya kaldırmak!
*Simon Kuper’in 1994 tarihinde yayımlanan kitabının adıdır.