1967 yılından bu yana Kadıköy’ün ev sahipliği yaptığı Kadıköy Sineması, o günden bu yana sinemaseverlere hizmet vermeye ara vermeyen bir yapı olmayı sürdürüyor. Erol Yusuf (1936-2016) ile başlayan süreç, ikinci kuşak Funda Kocadağ ve üçüncü kuşak Erol Yusuf ile devam ediyor. Büyük komplekslere sıkıştırılmamış, tek tipleştirilmemiş birkaç sinema salonundan biri olan ve bağımsız sinemaya kucak açan yaklaşımıyla tanınan Kadıköy Sineması’nı Erol Yusuf ile en başından günümüze değin detaylı bir şekilde konuştuk.
“Benim ismim de dedemden geliyor. Dedem, her konuda benim idolüm ve rol modelimdi. Hayatı boyunca hem iş yaptığı çevrede hem de arkadaş çevresinde çok sevilen ve sayılan biriydi. Her attığım adımda ona layık olmaya çalışıyorum. İş hayatımda bir ikilemde kaldığım zaman “Dedem olsa ne yapardı?” diye düşünüp ona göre karar veriyorum.”
En baştan başlayalım mı? Kadıköy Sineması, ne zaman, nasıl ve kim tarafından açılıyor?
Aslında dedem, burayı 1968 yılında devralıyor. Ama yapı 1967 yılında tamamlanıyor. Bir sene başka bir işletmeci tarafından işletiliyor. Hatta ilk başta dedem, sinemanın yüzde elli ortağı olarak başlıyor. Ama aynı yılın içerisinde tüm hisseler, dedeme geçiyor. Yani süreç, iki aşamalı olarak gerçekleşiyor. Önce ortak oluyor sonra sahibi oluyor.
Ama ilk başta yapı, sinema salonu olarak başlamıyor gösterim hayatına değil mi?
İlk olarak mimar Melih Koray (1928-2016) tarafından tiyatro salonu olarak tasarlanmış. O herkesin bildiği gazete kupüründe de zaten tiyatro olarak bahsedilir.
Peki, kaç yıl tiyatro gösterimleri yapmaya devam ediyor?
Aslında uzun yıllar sırf tiyatro olarak işletilmiyor. 68’den itibaren film gösterimleri de yapılıyor.
Yazları kumpanya gösterimleri de oluyormuş galiba, değil mi?
Evet, yazları tiyatro, kışları sinema olarak işletiliyor. Hatta belli dönemlerde kışın da tiyatroların sahnelenmesine imkân tanınıyor. Dolayısıyla ikisi bir arada yürütülüyor.
O dönemlerde böyle ikili kullanım hep varmış galiba?
Evet, çünkü o dönemlerde salonların altyapısı ikisine de uygunmuş. Şimdi mesela ekipmanlar pek ikisine birden müsait değil. Yani bir yeri sadece sinema ya da sadece tiyatro için kullanabiliyorsun. Mesela şeyi hatırlıyorum: O zaman tiyatroda bir sürü yerden spot ışıkları kullanılmıyormuş. Küçücük bir ışık kullanıldığı için bu iki sanat dalı aynı fiziki yapıdaki salonlarda devam edebiliyormuş.
Peki, dedeniz bu işe girerken ticari bir kaygı taşıyor muymuş? Yoksa tamamen sanat aşkıyla mı başlamış her şey?
Yok, ticari yanı var tabii ki. Zira dedem Kayseriliydi (Gülüyor). Ama aynı zamanda kültür sanat sevdalısı biriydi. Müzikle çok ilgilenirdi. Akordeon çalardı. Sinema aşığıydı. Haftada birden fazla olacak şekilde tiyatroya giderdi. Dolayısıyla benim hatırladığım kadarıyla bunu hobi olarak zaten hayatının büyük bir kısmında yapmış. Bir yerden sonra da ticari olarak kendisi işin içine girmiş.
Peki, Erol Bey neden sinemayı bu kadar sevdiği ve sinema salonu işletmeciliğine istekli başladığı halde daha sonra kiraya veriyor?
Şundan dolayı: Çok yoruluyor ve belli bir süre sonra, özellikle son yirmi yıl kiraya geçiyor. Çünkü sinema salonu işletmek gerçekten yıpratıcı bir iştir. Bir de tabii dedem sinema ile ilgilenirken hep farklı işler de yapmış. Ticaret de yapmış. Belli bir yaştan sonra onların hepsini yavaş yavaş azalttı. Son olarak sinemayı da devretmek zorunda kaldı. Bu arada ilk kiracısı da Şükrü Avşar’dır (film yapımcısı). Şükrü Bey, kiralamış bu sinemayı. Hatta dedeme Erol abi derdi. Ondan sonra da zaten kendisi Ocak Sineması’nı satın alıyor. Oraya geçiyor ve işleri büyütüyor.
Ondan sonra tabii burayı bir başkası kiralıyor?
Evet, üç kiracı dönemi var. Burası hiç kapanmadı. En son da zaten kiraya vermeyi bırakarak kendimiz devam ettirmeye karar verdik.
Bu küçük salon hep var mıydı?
Yok, 2002’de yapıldı orası.
O zaman biraz da salonun dillere destan mimarisinden bahsedelim mi?
Demin de söylediğim gibi Melih Koray, İtalya’da düzenlenen bir mimarlık yarışmasında bu salonun mimarisiyle ödül alıyor.
Aslında Türk bir mimar öyle mi?
Tabii ki Türk mimardır. Melih Koray’ın Kadıköy genelinde çok büyük anlamı vardır. Çünkü Kadıköy’deki bildiğimiz bilmediğimiz birçok yapının altında onun imzası vardır. Mesela Kadıköy ile ilgili bir kitapta Koray’ın bütün eserlerine yer verilmişti. Kitabın ismini şimdi hatırlamıyorum ama Koray’ın Kadıköy’e mimari anlamdaki katkısının önemini anlamak açısından önemli bir eser.
Peki, bu salonla yarışmaya girme fikri nasıl ortaya çıkmış?
Tamamen Koray’ın kendi çabasıdır. Kendi bizzat başvuruyor. Sanırım o da yaptığı işten çok tatmin olunca böyle bir şey yapıyor. Dolayısıyla projeyi yarışmaya gönderiyor ve tasarım ödülü alıyor.
Peki, biz hep salonun mimarisini, bir balinanın karnına benzetiyoruz ama Koray’ın böyle bir tanımlaması var mı?
Yok öyle bir şey. Yani en azından öyle bir bilgiye ben denk gelmedim. Zaten kendisi dedem ile aynı yıl (2016) vefat ediyor. Dolayısıyla öyle herhangi bir beyanı var mıdır ya da onu düşünerek mi yapmıştır bilmiyorum. Ama yaptığı iş, gerçekten zamanın ötesinde bir tasarım. Bugün bile düşününce benzersiz bir tasarım olarak görülmesi, bu zamansız tasarımından olsa gerek.
Kesinlikle. Şu an ki çirkinliği düşününce…
Aynen öyle. Mesela o dönem bu tasarım yapıldığında herhangi bir akustik hesabı yapıldı mı bilmiyoruz. Çünkü içeride gerçekten inanılmaz bir akustik var. Arada bir tiyatro gösterimleri için gelen ses uzmanlarından yardım alıyoruz. Ve bu uzmanlar inanamıyorlar gerçekten. Bu akustik, eğer hesapsız yapıldıysa inanılmaz. Muhtemelen hesaplanmıştır diye düşünüyorum ama. Çünkü sahneden mikrofonsuz bile konuşulduğunda en arkadaki sesi aynı şekilde duyabiliyor.
Evet, salon birçok açıdan konuşulmaya değer yan taşıyor. Zaten bu civarda bir Süreyya Operası bir de burası var. 1927 yılında sinema olarak açılan Süreyya Operası’ndan sonra Kadıköy Sineması geliyor. Burası hem salonun mimarisi ve akustiği ile hem de AVM sinemalarına direnen yapılardan biri olarak çok değerli. Ama çok enteresan ki şu an Kadıköy Sineması da dâhil olmak üzere gerçek anlamda kapısı sokağa açılan sinema salonu kalmamış durumda. Beyoğlu Sineması da Atlas Sineması da hep pasaj içi sinemalar.
Aslında bu pasajlar, geçmişin AVM’leriymiş. Ve o dönem tüm pasajların içinde bir sinema salonu olurmuş. Kapısı tam olarak sokağa açılan bir Rexx vardı galiba. Bir de tabii Sinematek açıldı.
O zaman salonun tekrar Kocadağ ailesine geçişini konuşalım mı? Mesela bu kararı nasıl aldınız? Anneniz Funda Hanım mı bu kararda etkin oldu? Yoksa bu kararı birlikte mi aldınız? Neticede siz avukatsınız.
Biz aslında çoğu adımı birlikte atıyoruz. Kendi aramızda hep konuşuyorduk. Ki benim zaten hayalimdi bu. Her zaman keşke biz yapsak bu işi diye düşünürdüm. Ama işte o dönem kiracı dönemiydi. Ve bazen belli bir düzeni bozmak istemiyorsunuz. Ama belli bir noktadan sonra benim bu işle ilgileneceğimi ya da bu işin aileye döneceğini hep biliyordum. Ve o dönem, 2018’in sonunda gerçekleşti. Yani kendi kararımızdı. Aslında işletmesel olarak bilmediğimiz bir alandı. Evet, sanat ve sinemayı seviyoruz ama inceliklerini aslında çok da bilmiyorduk. Bir anlamda kendimize güvendik. Bir yandan da annemin (Funda Kocadağ) işletme mezunu olması bizi cesaretlendirdi. Aynı zamanda annem çok detaycı ve titiz biridir. Bir cesaret, giriştik bu işe.
Yani bu kararda bir taraf diğerini zorlamadı mı?
Yok, ikimiz de birbirimizi harekete geçirdik aslında. Hatta ilk süreçte vazgeçmeye niyetlendiğimizde hep birbirimizi cesaretlendirdik. Çünkü kiracı döneminde sinemanın geldiği duruma gerçekten çok üzülüyorduk.
Peki, kiracı döneminde film izlemeye geliyor muydunuz?
Ben çok sık geliyordum. Ki ben doğma büyüme Modalıyım. Ama sonra uzağa taşındık. Ve buna rağmen izlemek istediğim film burada oynuyorsa hep buraya gelmeyi tercih ediyordum. En azından salonun durumu nedir diye gözlemleme şansını da bulmuş oluyordum. Bir de ben sürekli farklı salonlarda film izlemeye de çalışıyordum. Teknoloji ile birlikte salonların değişen yüzünü de merak ediyordum. Dolayısıyla o dönem de geliyordum. Ama üzülüyordum da. Çünkü bir filme başka salonda bilet bulamazken aynı filmi bu salonda üç kişi izliyordu. Çünkü salon çok karartılmış, çok kasvetli bir hal almış ve bu nedenle ayaklar kesilmişti. Aile arasında sinemanın geçmiş günleri konuşuluyordu sık sık. O günleri anıp bir de o halini görmek çok üzücüydü.
İlk salonla ilgili anınızı hatırlıyor musunuz?
Tabii ki. Mesela “Salon 2” yapılmadan önce orası dedemin ofisiydi. Büyük bir ofisti. Ve benim çocukluğum hep burada geçti. Çünkü Moda’da oturuyorduk. Annemin beni pusetle buraya getirdiğini, dedemin beni ofisinde oyaladığını hatırlıyorum. Annem beni makinistlere emanet ederdi. Onlarla makine odasına girerdim. Ki aslında makine odası çok tehlikelidir. Ama yani o dönem bile onları görmem çok anlamlı. Her şeyi çok net hatırlıyorum.
O zaman hafızanızı biraz daha tazeleyelim. O dönem buraya gelen insan profilini, o insanların fuayede buluşmasına dair ne hatırlıyorsunuz? Ya da şöyle sorabilirim: O dönemki seyirci ile şimdiki sinema seyircisini kıyaslarsak, arada ne gibi farklar sayabiliriz?
O dönem farklıydı. Bizim şu an gösterdiğimiz gibi bağımsız filmler değil de daha ana akım filmler gösteriliyordu. Hem Yeşilçam hem de iyi stüdyo filmleri alınırdı. Çünkü o konuda da dedem çok hassastı. Filmleri araştırırdı. Aslında gerek yerli gerek yabancı kendisinin de izlemekten zevk alacağı filmleri alırdı. Dolayısıyla yani o zamanki izleyici kitlesiyle şimdiki arasındaki ayrım hakkında pek bir şey söyleyemem. Ama konuşulanlardan hatırladıklarım var. Mesela 60 ve 70’li yıllarda insanların daha şık bir şekilde, süslenip püslenip geldikleri bir yermiş sinema. Hatta şu an içinde bulunduğumuz ofis ve diğer yan odamız, eskiden vestiyermiş. Yani insanların paltolarının, şapkalarının alınıp asıldığı bir yer varmış. Ve zaten burası da yapı olarak şık bir yermiş. Dolayısıyla insanlar böyle özenerek, ailecek gelirmiş. İnsanlar önceden biletlerini alırlarmış. Saat 10.00’da gişenin açıldığını ve 11.00’de kapandığını anlatırlardı. Çünkü o bir saatte tüm biletler tükenirmiş. Sonradan da pasajın girişinde kara borsa başlarmış. Dedem hep kara borsacıları kovalamasını anlatırdı.
Sinemanın fuayesinde de baya bir değişiklik yaptınız değil mi?
Tabii tasarım anlamında birçok yenilik yaptık.
Frigo, mısır patlatması, gazoz satışları hep var mıydı?
Evet, hatta son zamanlarda seyircinin çok fazla yiyecek talebi var. Mesela çok enteresan ama en son Filmekimi’nde mısır satışında patlama yaşadık.
Çok ilginç, eskiden festivaller yiyecek konusunda çok katıydı. Kataloglarda bile yazardı. “Yiyecek asla salona alınmayacaktır.” uyarısı olurdu. Ve bu kurala kesinlikle uyulurdu.
Sadece yiyecek de değil. Her konuda inanılmaz bir değişim var. Mesela festival gösterimlerinde kapı kapandıktan sonra içeriye kimse alınmaz normalde. Ve bundan üç-beş yıl öncesinde bile bu konuda herkes gereken hassasiyeti gösterirdi. Fakat son yıllarda insanların bu konuda ne kadar ısrarcı olduğuna şahit olduk. Seyirci geç kalmış olsa da salona girmek için ısrar ediyor. Bu seyirciyi salona almadığında olay çıkıyor. Sessiz olması ve ışık açmaması konusunda tembihleyip içeriye girmesine izin verdiklerimizin ise telefonunun ışığını sonuna kadar açıp dakikalarca yerini aradığını biliyorum. Hatta son bir vakada seyircinin yirmi dakika yerini aradığını gözlerimle gördüm. Bir de düşünsenize, bu seyirci ana akım sinema seyircisi de değil. Ana akım seyirciyi düşünmek bile istemezsiniz. Bence bizim bu konu ile ilgili konferanslar vermemiz gerek. Çünkü seyirci artık filmleri evinde izler gibi izliyor. Telefon her daim açık oluyor. Hatta arama gelince açılıp konuşuluyor. Hani insanlık hali bazen telefonu kapatmayı veya uçuş moduna almayı unutursun. Telefon gayri ihtiyari film esnasında çalar. Ve diğer seyircilerden utanarak hemencecik kapatırsın. Ama artık öyle bir utanma duygusu kalmadı. Telefon bir kez çalıyor ve mutlaka cevaplanıyor. Sonra yine çalıyor yine cevaplanıyor.
Yine ilginç bir detay vermek gerekirse: Biz bu tarz davranışları genelde Z kuşağına atfederiz. Oysa bunları, yaşlı seyirci de yapmaktadır. Ki düşünsenize biz, seyirci izlediği filmin bağlamından kopmasın diye iki saatten fazla değilse ara bile vermiyoruz.
Kadıköy Sineması, seksenli yıllardaki porno sinema dönemini nasıl geçirmiş?
Kadıköy Sineması öyle bir yola hiç girmemiş. Belli dönemlerden belli akımların etkisinde kalınmış ya da belli dönemlerdeki teknolojik gelişmeler sinemaya darbe indirmiş. Mesela VHS’nin çıkışı çok etkilemiş. Dedem hep anlatırdı. Çünkü düşünsenize, artık evde film izliyorsunuz. Eve bir televizyon ya da videokaset çalar alarak istediğiniz filmi istediğiniz kadar izleyebiliyorsunuz. Seksenli yıllarda sağ-sol çatışması dönemlerinde yine çok ciddi, sıkıntılı bir süreç var. Çünkü birileri sürekli dedemi sinemayı kapatması yönünde tehdit etmiş. Ama diğer yandan da salonu kapatırsan ruhsatını iptal ederiz baskısı olmuş. Bu nedenle dedem ağır bir depresyon geçiriyor. Ama salon bir şekilde de hepsine göğüs geriyor. Tabii sadece bunlar değil. Yakın zamanda gördük ki sağlık anlamında da çok fazla etkilenebiliniyormuş. Pandemiden de etkileniyorsunuz. Sinemadaki akımlardan, izleyici kitlesinin alışkanlıklarından ve daha nicesinden de etkilenebiliyor.
O zaman akımlar demişken dönemin etkili akımlarının Kadıköy Sineması’nı nasıl etkilediğinden de konuşalım isterseniz. Mesela sinemada bir kırılma noktası olan Fransız Yeni Dalgası nasıl etkilemiş gösterimleri? Dedeniz Hollywood filmleri gösterimlerine devam mı etmiş yoksa avangart filmler de kendine yer bulmaya başlamış mı?
Aslında dağıtımcı ile ilgili bir durum bu. Tek bir film dağıtımcısıyla da çalışmıyorsun çünkü. Evet, mesela biz şimdi Başka Sinema ile çalışıyoruz ama aynı zamanda başka gösterimlerimiz de oluyor. Başka Sinema filmleri, bizim sevdiğimiz filmler olduğu için zaten onları göstermekten dolayı çok mutluyuz. Ama özel gösterimler yapmaktan da çok keyif alıyoruz.
Bu arada o zaman gece gösterimlerini de unutmayalım. Mesela Before Sunrise (1995) ile başlayıp Before Sunset (2004) ve Before Midnight (2013) ile sonlanan Richard Linklater’ın yönettiği Before serisini art arda sabaha kadar izleme fikri, özellikle Z kuşağını çok etkiliyor. Nasıl etkileşim alıyor bu tarz gösterimler?
Evet, özellikle bu tarz sabaha kadar süren gösterimler gençlerin çok ilgisini çekiyor. Battaniyesini vs alıp gelenler oluyor. Bu gösterimlerde gençleri çeken sadece filmler olmuyor. Toplu bir şekilde sabaha kadar yapılan bir etkinlik aslında. Film izlerken uyuyup yanmak da bunlara dâhil diyebiliriz.
Başka Sinema, sizin sinemayı küllerinden yeniden yaratmaya giriştiğiniz yıllarda çok yeniydi. Henüz emekleme dönemindeydi diyebiliriz. Ve o dönem bu kadar uzun soluklu bir şekilde yoluna devam edeceğini asla tahmin edemezdik. Peki, siz nasıl bir cesaret ya da öngörüyle Başka Sinema ile bu yola adım attınız? Hiç tereddüt etmediniz mi?
Biz zaten o dönem hep Başka Sinema filmlerini beğenerek takip ediyorduk. O dönem Rexx’in bir salonu Başka Sinema’ya ayrılmıştı. Orada gidip izlerdik. Ben haftanın üç dört gününü film izlemeye ayıran biriyimdir. Yani biz bu kararı alırken Başka Sinema’yı tanıyorduk. Ve ilk konuştuğumuz dağıtımcılar da onlar oldu. İlk onlarla flörtleşmeye başladık.
Onlar nasıl karşıladı bu durumu?
Onlar da çok heyecanlandı tabii. Sonuçta biz koca salonumuzu verecektik. Mesela Rexx’teki salon çok küçüktü.
Tabii bazen Başka Sinema filmleri dışında da izlenmek istediğimiz birçok film oluyor. Özellikle benim gibi AVM sinemasına gitmeyenler için sizin başka dağıtımcılardan da filmler göstermeniz çok güzel. Mesela Nuri Bilge Ceylan filmleri Başka Sinema dışında bir dağıtımcı ile gösterime girse de siz mutlaka Kadıköy Sineması’nda gösterilmesini sağlıyorsunuz.
Evet, biz özellikle kendi sevdiğimiz filmleri ve seyirciden çok istek aldığımız filmleri mutlaka gösterime sokmaya çalışıyoruz. Mesela yakın zamanda yine bir Nuri Bilge Ceylan seçkisi yapmayı da düşünüyoruz.
O zaman biraz da filmler dışındaki etkinlikleri de konuşalım isterim.
Onur Ünlü’nün stand-up gösterisi, Melikşah Altuntaş’ın Bant Mag Sinema Programı gibi sinema ile alakalı etkinlikler yapıldı. Ama sinema dışında da birçok şey yaptık. İKSV’nin caz gösterisi, Fuayede imza günleri, resim sergileri ve daha nicesi… Kültür sanatın her alanına dokunmaya çalışıyoruz.
Peki, şimdiki Kadıköy Sineması’nın yaptığı birbirinden renkli etkinliklerden bahsettik ama dedenizin zamanında sinema ve tiyatro dışında özel etkinlikler yapılıyor muydu?
Yok. Yani buna dair hiç bilgi yok. Zaten çok enteresan bir şey paylaşayım. Dedem fotoğraf sanatıyla da çok ilgiliydi. Bir kamerası, birden çok fotoğraf makinesi vardı. Onlarla sürekli fotoğraflar çekerdi. Ama günün sonunda dedem, sinemada hiç fotoğraf çekmemiş. O günlere dair elimizde görsel hiçbir unsur yok.
Nasıl?
Yani şimdi düşünüyoruz da acaba bir batıl inancı mı vardı da iş yerinde hiç fotoğraf çekmedi. Sadece annemin müsameresi burada yapıldığında annemin sahnedeki fotoğrafları var o kadar. Belki bir gün bir yerlerden çıkar. Kim bilir? Ama şu an elimizde öyle bir şey yok.
Peki, fotoğraf yok ama geçmişe ait ne var elinizde? Afiş vs…
Birkaç afiş var. Çok eski zamanlı olmayan bilet koçanları var. Bir de gazetede çıkan ilanlar var.
Bizim ülkemiz zaten arşiv konusunda çok sıkıntılı.
Dedem her şeyi düzenli saklayan, ofisini çok verimli kullanan biriydi. Ama işte kim bilir neden?
Şu ana kadar yaptığınız ve en çok ses getiren etkinliğiniz neydi? Ya da burada yaşanan en unutulmaz yaşantı?
Gaspar Noé’nin sürpriz bir şekilde gelmesi (Gaspar Noé, 41. İstanbul Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilen Vortex – 2021 isimli filminin Kadıköy Sineması’ndaki ilk gösteriminin bitiminde sürpriz bir şekilde salona gelip söyleşi yapar.) sanırım. O gece bize de çok büyük sürpriz oldu. Bizim bile haberimiz yoktu. Hatta ben festival yoğunluğundan dolayı son gösterim başlayınca eve gidip uyumuştum. Telefonumun çalmasıyla uyandım. Tabii internete girdiğimde ne kadar büyük bir olayı kaçırdığımı fark ettim. Noé, Kadıköy Sineması’na sürpriz bir şekilde gelip söyleşi gerçekleştirmiş. Tabii ertesi gün Atlas Sineması’nda ve festivalin kapanış gecesinde de bulundu. Ama Kadıköy Sineması misafirliği sürpriz olduğu için çok ses getirdi. Ertesi gün Twitter’da trend topic oldu. Yıllar sonra bu olayı anlatsanız belki de asla inanmayacaklar.
Çok enteresan olan bir diğer şey de seyircilerin aynı zamanda gazeteci rolünü de üstlenmeleri oldu. İnsanlar Youtube ya da Instagram sayfalarından canlı yayın gerçekleştirdiler.
Evet, tabii. Ben de o kaçırdığım anların tüm detayına internette paylaşılan videolar sayesinde vakıf oldum.
Tabii Çilingir Sofrası’nın ön gösterimini de belki hatırlatmak gerek. İnanılmaz bir geceydi.
Aynen, art arda iki defa özel gösterim yaptık. İkisi de çok ilgi uyandırdı. Seyircinin filmi sahiplenişi, heyecanı çok başkaydı. Çilingir Sofrası, bir gün boyunca süren Sessiz Sinema Günü… Biz sosyal medyayı çok takip ediyoruz. Seyircinin oradan yaptığı paylaşımları, geri dönüşleri bizim için çok önemli. Örneğin biz bir etkinlik için biletleri satışa açtıktan sonra anında biletler bitiyorsa mutlaka ek gösterim yapıyoruz. Her türlü şikâyeti ve tavsiyeyi değerlendiriyoruz. Mesela son üç ay içinde iki defa perdeyi değiştirdik. Bir kere değiştirdik ama ben yeterince iyi olmadığını düşündüm. O yüzden tekrar değiştirdik. Ya da bir seyircimiz bile ses ile ilgili şikâyette bulunursa hemen ses teknisyenlerini kontrol yapmaları için çağırıyoruz.
İstanbul Film Festivali, Filmekimi, Polonya Film Festivali, Suç ve Ceza Film Festivali, Dostluk Film Festivali gibi birçok festival ile çalışıyorsunuz. Ama aynı zamanda da bir duruşunuz var. Bu yıl Boğaziçi Film Festivali ile bu nedenle yollarınızı ayırdınız.
Evet, biz kemik kitlemizin ilgilenmediği festivalleri hiçbir zaman gündemimize almıyoruz zaten.
Artık tabii ki dijital film gösterimleri yapılıyor. Ama aynı zamanda 35 mm gösterimi yapabilmek için makineniz de var. 2018’den bu yana hiç 35 mm ile gösterim yapıldı mı?
Geçen yıllarda !f İstanbul’da Ağır Roman (1997), gösterimini 35 mm kopyasıyla yaptık. Yine öyle bir şey olunca yapabiliriz. Tabii 35 mm’nin durduğu yerde bile bakımının yapılması gerek. Onun yanında 35 mm’yi kullanmayı bilen makinistin olması gerek. Neyse ki Ali abi (sinemanın makinistlerinden) kullanmayı biliyor. Çok ince bir iş o çünkü. Şimdi ise makinistler, dijital makinelerde sadece tek düğmeye basıyor.
COVID-19 dönemindeki koltuk destek kampanyası vardı. O süreci de biraz konuşalım isterim.
Sürecin en başında ilk Vuhan’dan haberler gelir gelmez seyirci sayısında ciddi bir azalma olmuştu zaten. O dönem Parazit (2019), haftalardır oynuyordu. Ve çok fazla seyirci çekiyordu. Biz hafta içi bile 300-400 seyirci ağırlıyorduk. Ki bu, hafta içi için ciddi bir rakamdı. Ama COVID-19 haberleri durumu terse çevirdi. Hatta biz daha genel kapanma kararı çıkmadan kapatsak mı sinemayı diye düşündük. Çünkü bir yandan da kendimizi sorumlu hissediyorduk. Salonda bulaşma durumu olur mu diye. Neyse, zaten sinema salonlarının hepsi kapatıldı. Biz en azından birkaç haftaya tekrar açılır diye düşünmüştük. Fakat süreç uzadıkça zor durumda kalmaya başladık. Zira çalışanların ücretlerini ödemeye de devam ediyorduk. Sonra böyle bir şey düşündük. Tabii bu bizim özgün fikrimiz değil. Daha önce Londra’da da böyle bir şey yapılmış. Her neyse eğer böyle bir şey yaparsak uzak kaldığımız seyirci ile de bağımızı güçlendiririz diye düşündük. Zaten duyurur duyurmaz koltukların hepsi alındı. Kişiler, firmalar, kurumlar… Herkes destek olmaya çalıştı.
Bir ara askıda bilet vardı.
Hâlâ var. Ki aslında bizim diğer sinemalara göre biletlerimiz çok ucuz. Hatta öğrenci bileti daha da ucuz. Yine de sinema bileti almaya durumu elvermeyenler için güzel bir uygulama.
Aslında askıda bilet konusunu konuşmuşken tine Kadıköy Sineması’na oldukça hareketli günler yaşatan Kurak Günler gösterimlerini de konuşalım mı? Nasıl gidiyor süreç? Sanırım oldukça yoğun günler yaşıyorsunuz değil mi? Süreci değerlendirebilir misin?
Kurak Günler filminin neredeyse tüm seansları oldukça kalabalık geçiyor. Filmi gösterimden önce Suç ve Ceza Film Festivali’nde izlemiştim ve çok beğenmiştim. Sonrasında ise Emin Alper’in katıldığı bir ön gösterim gerçekleştirdik, burada da ikinci defa izledim ve daha da çok beğendim. Kurak Günler özelinde konuşursak çok anlamlı bir dayanışma kampanyası da başlatılmış oldu. Birçok sinemasever, öğrencilerin de yararlanması için askıya bilet bırakıyor. Öğrenciler de gişemize gelerek öğrenci kimliklerini ibraz edip bu biletlerden ücretsiz şekilde faydalanabiliyor. Her askıda biletin öğrencilere ulaşması adına gece gündüz askıda bilet listeleri üzerine çalışıyoruz. Yorulduk ama bu tatlı bir yorgunluk oldu, iyi ki yapmışız diyoruz.
Sizce Kadıköy Sineması’nı AVM sinemalarından ayıran en önemli yanlarından biri nedir? Mesela benim için en önemli şeylerden biri, seyircinin tüm sorunlarıyla bire bir ilgilenilmesi. Mesela bir defasında festival gösteriminde üşümüştük ve filmden sonra birkaç arkadaş bu durumla ilgili tweet atmıştık. Funda Hanım, o tweeti görüp hemen beni aramış ve açıklama yapma ihtiyacı hissetmişti. Bu seyirci için çok büyük bir konfor. Sinema işletmecisi, seyircisinin tek tek tüm sorunlarıyla ilgileniyor.
Bize ulaşmak gerçekten çok kolay. Mesela zincir sinemalara gittiğinizde kimseye ulaşamıyor, bir muhatap bulamıyorsunuz. Ama biz hep buradayız. Ben yoğun olan gösterimlerde kapıda bilet de bakıyorum, büfede satış da yapıyorum. Gerek yüz yüze gerek sosyal medyadan gelen şikâyet ya da isteklere her zaman önem veriyoruz.
Sadece seyircinin size kolay ulaşması değil. Siz zaten neredeyse bütün özel gösterimlerde yukarıda pasaj girişinde oluyorsunuz. Bir nevi misafirleriniz kapıda karşılıyorsunuz.
Tabii o da var. Onu da çok önemsiyorum. Çünkü zamanla seyirci kitlemizle tanışıp yakınlaşıyoruz. Bizim artık kemik bir kitlemiz var. Ve bu kitlenin farkında olmamız, tanışmamız da benim ofise kapanmayıp her daim seyirci ile iç içe olmamdan kaynaklı. Ama bu seyirciye verilen önem dedemin zamanından bu yana süren bir gelenek. Mesela annem anlatır: O dönem sinemanın özel koltukçusu varmış. O zaman bir de 450 koltuk varmış. Her gün o koltukçu, gelip yırtılan, sökülen yerleri onarırmış. Yani Kadıköy Sineması için seyircinin konforu, rahatı, beklentileri çok önemli.
Peki, sinemada yaşanan enteresan olaylar var mı?
Çok enteresan bir şey var. Evlilik teklifi çok yapılıyor. İşte çiftlerden biri partnerine evlilik teklifi yapmak istiyor. Bizimle iletişime geçiyorlar. Bir video göstermek istiyor. Ardından da teklifini yapmak istiyor. Tabii ki tüm ricalara olumlu dönüş yapıyoruz. Hatta organize etmelerine yardım ediyoruz. İşte önce gelip gişeden bilet alıyorlar. Tabii bu gerçek bir gösterim bileti değil. Sonra ya arkadaşlarının öncesinde yerleştiği karanlık salona son anda giriyorlar ya da önce onlar salona giriyor. Sonra salon karardıktan sonra gizliden arkadaşları girip oturuyor. Ve video başlıyor. Akabinde teklif ediliyor vs… Bu ritüele en az yirmi otuz defa ev sahipliği yapmışızdır. Hepsinde de teklif kabul edildi. Bilmiyorum sonra ne olup bitmiştir. Ama salonumuz tüm tekliflerin olumlu cevaplanmasına ev sahipliği yaptı (Gülüyor).
Aynı zamanda okullara özel gösterim de yapıyorsunuz.
Evet, aslında o bakanlık ile ortak yapılan bir etkinlikti. Ücretini bakanlık karşılıyor. Daha önce sinemaya hiç gitmemiş çocukları sinema ile buluşturmak amaçlanıyor. Hatta biz çocuklara mısır da ikram ediyoruz. Tabii gösterim sonrası salon, savaş alanına dönmüş oluyor. Ama bu durumu çok da sorun etmiyoruz. Neticede çoğunun ilk tecrübesi. Ve illa ki zamanla öğrenecekleri şeyler bunlar. Ki bir de gösterimler başlamadan önce bizzat ben elime mikrofonu alarak, film izlenirken nelere dikkat edilmesi gerektiğini anlatıyorum. Çok mutlu olarak içinde bulunduğumuz bir proje bu da. Geçen yıl üç bin ile üç bin beş yüz öğrenci ağırladık. Seneye on bin öğrenci hedefliyoruz.
Peki, filmleri bakanlık mı belirliyor?
Evet, bakanlık tarafından seçilen filmler gösteriliyor. İlkokul ve ortaokulların katıldığı bir etkinlik olduğu için iki ayrı türde film oluyor. Animasyon filmi daha küçük yaştaki öğrenciler için, çocuk filmleri ise ortaokul çağındaki öğrenciler için gösteriliyor.
Yakın zaman için planladığınız girişimler de var mı?
Aslında son zamanlarda genç kısa film yönetmenleriyle ortak bir şeyler yapmayı, onlara destek olmayı, gösterimler yapmayı çok istiyoruz. Bakalım, zaman gösterecek. Umarım güzel bir şeyler yapabiliriz.
Dedeniz ile aynı ismi paylaşıyorsunuz değil mi? Bir nevi sadece yaptığı işle değil ismiyle de onun anısını canlı tutuyorsunuz?
Evet, doğrudur. Benim ismim de dedemden geliyor. Dedem, her konuda benim idolüm ve rol modelimdi. Hayatı boyunca hem iş yaptığı çevrede hem de arkadaş çevresinde çok sevilen ve sayılan biriydi. Her attığım adımda ona layık olmaya çalışıyorum. İş hayatımda bir ikilemde kaldığım zaman “Dedem olsa ne yapardı?” diye düşünüp ona göre karar veriyorum.
Şimdi siz, üçüncü kuşaksınız. Peki, Kocadağ ailesi dördüncü kuşak ile Erol Yusuf’un başlattığı işi ayakta tutmaya devam edecek mi?
(Gülüyor) Ben, bu dünyaya bir birey daha getirmekten yana olmadığım için dördüncü kuşak zor görünüyor. Ama bilemeyiz tabii.
Öncelikle röportaj teklifimi kabul ettiğiniz ve tüm sorulara sabırla, detaylı bir şekilde yanıt verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Dilerim Kadıköy Sineması daha uzun yıllar yaşamaya devam eder. Bağımsız sinemanın mabedi olarak simgeleşir. Nice nice gösterimlere imza atacağınız, bol sinemalı günlere…