Öncelikle eski bir Fil’m Hafızası üyesini şimdi üçüncü kısa filmini çekmiş bir yönetmen olarak karşımda görmekten çok mutluyum. Sen neler söylemek istersin bu konuda? Bu yolculuğu senden dinleyelim bir de.
Ben de Fil’m Hafızası’na röportaj vermekten dolayı heyecanlı ve mutluyum. Yazar ekibindeyken sadece film üzerine yazılar yazmıyor, yönetmenlerle röportajlar da yapıyordum. Şimdi koltuğun diğer tarafına geçip röportaj vermek duygusal ve keyifli. Engebeli yolculuğa üniversite yıllarına dönerek başlayabilirim. İnşaat Mühendisliği okurken aklımda hep sinema vardı. Nasıl yaparım da yaşamımın yönünü sinemaya kırarım diye düşünüyordum. Bu düşünceler, orta direk bir ailenin gelecek kaygısı barajına takılıyordu. Ailem, haklı olarak, ön görülemeyen bir mesleğin peşinden gitmemi istemedi. Bu noktada biraz inat, biraz da şans devreye girdi. İnşaat Mühendisliği yapmamak için aile baskısı ve ekonomik koşullara direnirken; bu direnme özel matematik dersi vermekten ileri geliyordu. Gittiğim bir kurs sayesinde CNN Türk’te staja başladım. Staj çok kısa sürede beni kadrolu çalışan statüsüne yükseltti. Böylece inşaat sektöründen tamamen kopmuş oldum. Tabii habercilik, sinema tutkumu bastırmadığı gibi daha da körükledi. Habercilikle alakalı detaylara girmeme gerek yok ancak benim zamanımda şu an imkânsız görülen haberleri bile yapıyorduk. Ben, doğru düzgün haber yapamıyoruz diye boğuluyordum. Programımız sabahın erken saatlerinde yayınlandığı için gece programı hazırlıyor, sabah erken saatlerde işten çıkıyorduk. Hayatı ters yaşıyorduk yani. Gündüz bana kalan zamanlarda yarı uykulu sınava çalışmaya başladım. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Sinema Bölümü’ne girebilmek için o dönem fazlasıyla fedakârlık ettim. Sosyal hayatım sıfıra yaklaştı. İş, uyku, test üçlüsüyle yaşadım. Güçlü bir halde sınava gireceğimi düşünürken sınavdan bir ay önce babamı kaybettim. Babamın acısı beni her şeyden uzaklaştırdı. Yaptığım, arzuladığım, hedeflediğim her şey boş ve anlamsız gelmeye başladı. Sınava girmeyecektim ancak annem o dönem yoğun çalıştığımı bildiği ve sinemayı çok istediğimi gördüğü için beni ikna etti. Sınava, amaçsız, girmek için girmiştim ancak iyi bir dereceyle Mimar Sinan Sinema Bölümü’nü kazandım. Resmi olarak sinema serüvenim böyle başlamış oldu. Okulda sinemanın tekniğini, inceliğini öğrendim. Ülkemizin kıymetli yönetmenleriyle senaryolarımı konuştum, tartıştım, geliştim. Mezun olduktan sonra ise Murat Şeker’in yapım şirketinde çalıştım. İki film, bir dizi yaptık. Yoluma kendim devam etmem gerektiğini düşündüğüm için oradan ayrıldım. Bitirme projemin kıymetli hocası Özer Kızıltan’la çalışmaya başladık. Beraber bir film hayata geçirecektik ki maalesef ömrü vefa etmedi. Şu anda Kuşku’nun festival yolculuğu devam ediyor. Bir yandan onu izlerken bir yandan da uzun metraj hikayem için çalışıyorum.
Bambaşka bir alanda eğitim görürken bunu bırakıp sinema tutkusunun peşinden gidenlerdensin sen de… “İyi ki yapmışım” dediğin anları veya “Acaba yapmasa mıydım?” dediğin zamanları merak ettim. Paylaşmak ister misin?
Yönetmen olmak hayal ettiğim, düşünü kurduğum meslek olduğu için “İyi ki”lerle doluyum. Biraz romantik oldu, ama böyle 🙂 Senaryo aşamasındayken hikayenin hayata geçtiğini hayal ediyorum. Zihnimde hikayeye mükemmel bir gelecek tasarlıyorum. Bu anlar ve sette olmak beni çok mutlu ediyor. Yapmasa mıydım hiç demedim ancak, “Acaba yapabilecek miyim? ” diye kendime çok sordum.
Kuşku üçüncü kısa filmin ve tarz olarak diğer ikisinden biraz keskin bir şekilde ayrışıyor. Daha karanlık bir hikâyeye dönüş var. Buna ne sebep oldu?
Bu soruya keskin ve net bir cevap vermem mümkün değil. Kuşku, karanlık bir hikâye ama beni çeken noktası, altında güçlü bir felsefe yatması. Sorgulamadan, üzerine hiç düşünmeden sıkı sıkıya bağlı olduğumuz dogmatik inançlarımızı kazımaya, altındaki gerçeği bulmaya yönelmesi, sorgulaması. Tabii yine de dediğinde çok haklısın. Babamın Sesi, Kırmızı Bisiklet gibi filmlerimden hem janr hem de atmosfer olarak çok başka bir yerde. Diğer filmlerimi de seviyorum. O dönemki Gökçe’nin düşünce izlerine keyifle bakıyorum. Ancak şu an Kuşku’da oluşturduğumuz atmosferi ve hikâyeyi yapmak istediğim sinemaya çok daha yakın buluyorum.
Kuşku oldukça soyut, anlatılması çok da kolay olmayan bir konuyu işliyor. Burada anlatıyı oluştururken nasıl çalıştın? Neler sana ilham verdi?
Kuşku’nun senaryosu, Sait Faik’in “Alemdağ’da Var Bir Yılan” öyküsünü okurken aklıma geldi. Fakat filmin, hikâyeyle hiçbir alakası yok. Öyküdeki atmosfer, öyle bir imgeyle canlandı ki bende, oradan Kuşku doğdu. Bu gelişmeye baktığımda aslında spesifik bir şeyin beni, bir hikâyeyi yazmaya itmediğini anlıyorum. Yaşadıklarım, maruz kaldıklarım, toplumun davranışı, okuduklarım, izlediklerim bir şekilde hayata bakışımla karışıyor. Tortudan süzülenler, kâğıda anlayamadığım ve engel olamadığım bir şekilde dökülüyor. Hikâyenin özeline indiğimizdeyse Kuşku, şu anda ülkemizin içinde bulunduğu, insanların sıkı sıkıya bağlı oldukları değerleri sorgulamaya açıyor. Filmi özetlemem gerekirse; “Sait, kendisini cennete kavuşturacağına inandığı Hamit Baba’nın türbedarlığını yapmaktadır. Bir gün akşam haberlerinde, insanların dua ettiği, adaklar adadığı bir türbenin altının boş çıktığını görür. İçine ekilen bu Kuşku, Sait’i yavaş yavaş ele geçirir.” Erk sahiplerinin muhafazakarlığı kendine kalkan edinip istediğini yapması, toplumun büyük kesiminin rasyonellikten kopması, gerçeğin araştırılmaması ve sorgulanmaması Kuşku’nun temel derdi diyebilirim. Bu açıdan baktığımızda, insanların dokunmaya korktukları alanlara giriyor ve dehlizlerdeki soruları, insanların önüne seriyoruz.
Kendi sinema dilini oluşturma konusunda emin adımlarla ilerliyorsun. Buradan sonraki ilerleyişin soyut konuların işlenmesi ile mi ilgili olacak? Nereye yönelmek istiyorsun? Anlatmak istediğin hikâyeler/konular neler?
Böyle düşünmene çok sevindim. İzleyicilerin, filmimi izlerken adımı görmeden de “Bu Gökçe’nin filmi galiba ” demesi en büyük arzularımdan. Yaptığım filmde nasıl kendim olabilirim, özgünlüğümü (eğer varsa) kameraya nasıl aktarabilirim diye çok çalışıyor ve düşünüyorum. Şu an üzerinde çalıştığım İnziva isimli uzun metraj hikâyem de Kuşku gibi karanlık, soyut ve psikolojik. Tanımlamam gerekse psikolojik gerilim diyebilirim. Kendime çizdiğim bir yol, harita yok. Kendimi, kendime bırakmış durumdayım. O yüzden şu konular üzerinde çalışacağım gibi kesin bir şey söyleyemiyorum. Yine de toplumsal olayların insanların üzerinde yarattığı psikolojik sorunlar üzerinde çalışacağımı, hikayeler yazacağımı söyleyebilirim. Yazdıklarım film olur mu orasını da zaman ve yapımcılar gösterecek. 🙂
Beyti Engin ve filmin atmosferi mükemmel bir uyum sağlamış. Casting sürecinde neler önemliydi senin için?
Filmde çok fazla diyalog yok. Bu yüzden anlatmak istediğimiz duygunun seyircide yankı bulabilmesi için Sait rolünü, çok iyi bir oyuncuyla hayata geçirmek zorundaydık. Bakışı, mimiği, jesti, küçücük bir hareketiyle çok fazla şey anlatabilecek bir oyuncuya ihtiyacımız vardı. Beyti, uzun yıllardır takip ettiğim ve hayranlıkla izlediğim bir aktör. Senaryoyu bitirdiğimde aklımdaki ilk oyunculardandı. Ortak dostumuz, abimiz Ünal Silver’in de ön ayak olmasıyla senaryoyu Beyti’ye yolladım. O da komedi dışında bir şeyler yapmak istediğini ve senaryoyu bir çırpıda okuduğunu söyleyince ikimiz için keyifli ve yorucu serüven başladı. Sette de iyi ki Beyti’yle çalışmışız ve o da bizi kabul etmiş dedim. Karakterin psikolojisini ve benim ne istediğimi hızlıca anladı. Beni sette çok rahatlattı. Zor sahneleri, Beyti’nin oyunculuğu sayesinde kolayca atlattık. Bir parantez de kurduğum atmosferi hayata geçiren görüntü yönetmenim Ece Latifaoğlu’na açmak istiyorum. Çok yetenekli, çalışkan, kendini sürekli geliştiren ve Türk sinemasına yakında önemli filmler yapacak bir görüntü yönetmeni. Kendisiyle çalıştığım için çok şanslıyım.
Filmin festival yolculuğu nasıl gidiyor?
Çok iyi gidiyor. İtalya’nın önemli festivali Salento International Film Festivali’ne seçildik. Makedonya’nın değerli festivali Drim Short’ta yer aldık. Kasım ayında Amerika’da Arlington Film Festivali’nde olacağız. Türkiye’de de Uşak Kısa Film Festivali’nde yarışacağız. Süreç tabii hâlihazırda devam ediyor. Kuşku bir yıl boyunca dünyanın değişik yerlerinden, tanımadığım kültürden insanlara ulaşmaya devam edecek.
O zaman klasik sorumuz: Bir sonraki projelerin ve ilk uzun metrajın hakkında neler söylemek istersin?
İlk uzun metrajım İnziva’nın yazım süreci devam ediyor. Senaryonun ilk yazımını bitirdim. Şimdi üzerinde eksik gördüğüm, değiştirmek istediğim yerleri onarmaya çalışıyorum. Feyzi Tuna’nın kapısında şu yazardı; “Senaryo yazılmaz. Tekrar tekrar yazılır.” Ben de şu an, “ tekrar tekrar” kısmındayım. Senaryoyu içime sindirdikten sonra fon arama süreci başlayacak. Umarım bu süreçleri iyi atlatır, ilk uzun metrajlı filmimi hayata geçirir ve tekrar seninle buluşur, kahve eşliğinde güneşli bir sohbet gerçekleştiririz.
Not: Filmi izlemek isteyenler aşağıdaki adresten filmhafizasi şifresi ile izleyebilirler:
https://vimeo.com/758644162