Berlin Film Festivali’nde Panorama bölümünde gösterilen ve genç yönetmen Aldemar Matias’ın ilk filmi olan La Arrancada (2019), seyirciyi Küba’nın kavruk topraklarına götürüyor ve yoksulluğun kucağında kıvranan bir ulusun boynuna şeref madalyası gibi taktığı kadim spor kültürünü beyaz perdeye taşıyor. Film, atlet olmak isteyen ancak sakatlık ve kilo gibi problemler sebebiyle kötü günler geçiren Jenniffer’ın kararsızlıklar ve hayal kırıklıklarıyla dolu hayatını konu alırken bir yandan da genç kızın başta annesi olmak üzere, diğer aile bireyleriyle kurmuş olduğu kırılgan ilişkiler yumağına duru ve samimi bir bakış sunuyor. Filmin başında bir öğretmenin dudakları arasından dökülen cümleler, Jenniffer’ın omuzlarına yüklenen ağır sorumlulukların ve peşini bir saniye olsun bırakmayan baskıcı bakışların sebebini özetler nitelikte oluyor: ‘’Küba halkının atletlerine yönelik derin ve romantik bir sevgisi vardır. Mitolojideki Tanrılar gibi taparlar onlara, Yunan mitolojisindeki Olimposlular gibi…’’
Küba denince akla renkli sokaklar ve arabalar, hayatın tüm olumsuzluklarına rağmen mutlu olmayı tercih eden neşeli insanlar ve olimpiyatlarda kazanılan sayısız dereceler geliyor kuşkusuz. Uluslararası anlamda başarılı sporcular yetiştiren ülke kimliğine sahip olmak bir yandan Küba’yı özel ve kıymetli bir yerde konumlandırırken diğer yandan üstlenilen bu misyon, yeteneği keşfedilen gençlerin küçük yaşlardan itibaren spora yönlendirilmelerine, bu uğurda ciddi fiziksel ve psikolojik baskılara maruz kalarak kutsal bir vazifeyi üstlenmiş olmanın stresiyle başa çıkmaya çalışmalarına da yol açıyor. Bu anlamda filmde Jenniffer, koca bir ulusun hırslı gençlerinin kanlı canlı temsiline dönüşürken; yaşadığı sıkıntılı süreçlerle işin boyutunun aslında dışarıdan göründüğü gibi albenili olmadığını da gözler önüne seriyor.
Hapiste olan babanın yokluğu, genç kız ve erkek kardeşine hem annelik hem babalık yapmak zorunda kalan ve hayatını çocuklarının geleceğine adayan kaygılı bir anne için oldukça meşakkatliyken; fakirlik ve kısıtlı imkânlar, Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine göç etme ve refah içerisinde bir hayat kurma isteğinin zihinleri işgal eden derin yankısı, ayakta kalmaya çalışan bu minik aile için işlerin giderek zorlaşmasına sebep oluyor. La Arranca’da kendisi adına çizilen yolun mu yoksa kalbinde taşıdığı arzunun mu peşinden gittiği konusunda yanılgıları her geçen gün daha da artan Jenniffer, annesiyle spordaki potansiyel başarıları üzerinden kurduğu bağın sancılı yanları ortaya çıktıkça içine kapanmaya ve suskunlaşmaya başlıyor. Kardeşinin yeni bir hayat kurmak için Şili’ye taşınması, anne-kızı yaşadıkları evin klostrofobik ortamı içerisinde daha da yakınlaştırarak, genç kızın üzerinde kurulan fiziksel baskının artmasına yol açıyor. Sporculuğunun gelecek vadeden bir döneminde sakatlanarak vücudundaki yaraların tedavisiyle uğraşmak zorunda kalan ve bu yüzden bazı yarışlara katılamayacağını öğrenen Jenniffer, bir çıkış yolu aradığı dönemde, mesleğinin gerçekten sporculuk olup olmayacağını sorgulamaya kalktığı her an annesinin imalı yakarışlarıyla karşılaşıyor. Kızının başarısı ve hayatının kurtulması için çabaladığını, kazandığı parayı hiç tereddüt etmeden bu amaç için harcadığını tekrar tekrar dillendiren bir annenin varlığı genç kızın omuzlarına yüklenen yükü her geçen gün daha da ağırlaştırıyor.
Filmde genç atletlerin olimpiyatlara hazırlandığı koşulların ne kadar kötü olduğu neredeyse her sahnede karşımıza çıkıyor. Bazen yağmurun altında su birikintileriyle dolan parkurda koşmaya devam etmek zorunda kalan atletler, bazense antrenmanları bittikten sonra kullandıkları engelleri kucaklayarak toplamak zorunda kalan gençler, spor ülkesi olarak addedilen Küba’da olanakların sanıldığı kadar iyi olmadığını ispatlar nitelik kazanıyor. Başka bir umudun, alternatif bir gelecek fikrinin peşinde koşmak herkes için en akılcı yol olarak görünürken öte yandan ülkeye duyulan içten sevgi, küçük arkadaş gruplarıyla yapılan buluşmalarda sarf edilen ‘’Yine de yaşlandığımda buraya dönmek ve burada ölmek isterim.’’ cümleleriyle anlam kazanmış oluyor. La Arranca’da, insan sağlığını zorlayan hayat şartları, teknolojiye ulaşmakta yaşanan sıkıntılar ve para kazanma kaygısı tüm ulusun içlerinde tek bir parça hâlinde taşıdıkları ortak bir sancıya dönüşüyor ancak meydanlardaki kalabalık ve birliktelik, sıcak yaz ezgileri eşliğinde yapılan kıvrak danslar bir nebze olsun azalmıyor; aksine akşam olup karanlık çöktüğünde sokaklarda yükselen kalabalık sesler giderek daha gür, daha yoğun işitilmeye başlıyor. Durum böyleyken, filmde Jenniffer için gitme fikri buruk bir sürüncemeye dönüşürken, içten içe yüce bir aidiyet hissettiği ülkesinin ve onun için her türlü fedakârlığı yapmaktan geri durmayan annesinin göğsünü kabartma gayesi adeta benliğini kemirip bitiren tez canlı bir hayvana dönüşüyor ve ruhunun en ulaşılmaz yerlerini kaplayarak onu çözümsüz bir ikilemin esiri hâline getiriyor.
Siz de Küba sokaklarında içinizi ısıtacak kıpır kıpır bir gezintiye çıkmak, renkli evlerin balkonlarında oturan neşeli insanların sohbetlerine konuk olmak ve Jenniffer’ın cevabını bulamadığı soruların hüzünlü dünyasına yakından tanıklık etmek isterseniz, La Arrancada’yı 18 Haziran’a kadar MUBI Türkiye’de izleyebilirsiniz.