Ölümden sonra hayat var mı? Hikâyesini bu soru üzerine kuran film, bir grup country müzik müzisyeninin yakın planda Will The Circle Be Unbroken (Daire bozulmadan kalacak mı) şarkısını söylediği sahne ile açılıyor. Şarkı seçimi tesadüf değil. Zaman içinde birkaç versiyonu yapılan şarkının orijinali olan ilahideki daire, aile bireylerinin öldükten sonra tekrar bir araya gelerek bir bütün oluşturmalarını temsil ediyor. Bu bağlamda gerek ilahide gerekse filmde merak edilen, herkesin inancını koruyarak öbür dünyaya göç edip etmeyeceği oluyor.
Açılışın ardından bir hastane odasına gidiyoruz. Hemşirenin hazırladığı iğne küçük kızın kolunda yolunu bulurken annesi yanı başında elinden tutuyor. Babası ise canı acıyan kızının başucunda bekliyor, alnından öpüyor. Çaresizliğin suratlarına yapışıp kaldığı çiftle beraber kalbimize bir ağırlık çöküyor. Bu küçük kız kanser ve belki de çok fazla ömrü kalmadı.
Tonunu daha ilk anda ustaca belirten, Felix van Groeningen’in yönetmen koltuğuna oturduğu Belçika yapımı The Broken Circle Breakdown (2012), Amerika hayranı müzisyen Didier ile dövme sanatçısı Elise’in birbirlerine âşık olduktan sonra yaşadıkları gerçekçi ve dünyevi ilişkiyi konu alıyor. Aynı isimli tiyatro oyunundan adapte edilen, 86. Akademi Ödülleri’nde Belçika’yı temsil eden filmde, tanışmalarının üzerinden çok geçmeden evlenen çift, son derece huzur verici bir birlikteliğe adım atıyor. Bir süre sonra da hayatlarına kızları Maybelle dahil oluyor. Elise, Didier’in müzik grubunda şarkı söylemeye başlıyor ve ikili, kızlarıyla beraber mükemmele yakın altı sene geçiriyor. Ardından gelen kanser teşhisi ile büyü bozuluyor ve çiftin hayatları altüst oluyor. Biz izleyiciye ise ilişkileri sınanan çiftin bu zorlu yolculuğunun en önemli anlarına tanıklık etmek düşüyor.
Doğrusal olmayan olay örgüsü bizi filmin ilk yarısında şimdiki zamandan geçmişe götürüyor, ikinci yarısında ise elimizden tutup geleceğe çekiyor. İlk görüşte aşkla hayatlarını birleştiren kahramanlar Didier ve Elise, filmin ilk yarısında bize birbirine kenetlenmiş, kanser hastası kızları için kapalı kapılar ardında ağlayıp kızlarının yanında güçlü durmaya çalışan ebeveyn resmi çizerken, kızlarını kaybetmelerinin ardından hayat görüşlerinin zıt kutuplara çektiği iki bağımsız birey haline geliyor. Konu ise bir anda bilim ve din çatışmasına dönüşüyor. Didier bilimi savunurken ölümden sonra hiçbir şeyin olmadığına inandığını belirtiyor. Onun için Maybelle artık yok ve hiçbir zaman hiçbir surette olmayacak. Elise ise kaybettiği kızının acısıyla baş etmeye çalışırken onun bir kuşta, tepedeki bir yıldızda, omzuna konan bir kelebekte can bulduğunu düşünüyor. Ana yüreği, bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyor. Bu nedenle karşı karşıya gelen ikilinin kopma noktası, filmin en mükemmel sahnelerinden birinde gerçekleşiyor.
Didier filmin sonlarına doğru inanılmaz bir monologla karşımıza çıkıyor. Grup olarak bir konser salonunda seyirci karşısında söyledikleri şarkının ardından isyan ediyor. Evrim teorisine inanmayanlara spastik diye hitap ediyor. Tanrı’yı en kötü varlık olarak damgalıyor. “Ben maymunum ve korkuyorum” diyor. Ardından tüm bu sinirinin sebebini açıklıyor. Bazı kanser tedavilerinin cemaat tarafından etik bulunmadığı için göz ardı edildiğini ve kızını bu nedenle kaybettiğinden bahsediyor. O sırada sahnede olan Elise ise mikrofonu yere atarak çekip gidiyor.
Amerika aşığı Didier’in George W. Bush zamanında kök hücre araştırmasının devlet tarafından yasaklanmasını da hatırlatıyor film, bizleri sorgulamaya da itiyor. Son derece klişe ve basit bir konuyu işleyip yine de bir buçuk saat boyunca bizleri ekranda tutabiliyor. Olayları bir başından bir sonundan verdiği bu alışılmadık yöntem ise sanılanın aksine hiçbir kafa karışıklığı yaratmıyor.
Aşk, aile, ölüm ve inanç gibi evrensel temaların başrol oynadığı, müziğin hikâyeyle harmanlandığı The Broken Circle Breakdown, eleştirmenler tarafından beğenilmiş, birçok ödüle aday gösterilmiş, bunların bir kısmını da kazanarak evine dönmüştür. Mendillerinizi hazırlayın; duygusal bir yolculuğa çıkmak üzeresiniz.