21. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde, Gittiler ‘Sair ve Meçhul’ (2014) filmi ile yarışan yönetmen Kenan Korkmaz ile filmin gala gösterimi ardından sohbet etme fırsatı bulduk.
Öncelikle biraz sizden bahsedelim. Geçen sene Lüks Otel (2011) filmi ile Altın Portakal’da ödül aldınız. Şimdi de Gittiler ‘Sair ve Meçhul’ filmi ile Altın Koza’da yarışıyorsunuz. Nasıl başladı bu yolculuk?
Üniversite eğitimimi sinema üzerine yapmadım ama tabii ki sinemanın hayatımdaki yeri çok büyüktü. Aslında Türkiye’deki çoğu sinemacı gibi kısa filmler çekerek başladım, devamında belgeseller çektim. Aynı zamanda Çukurova Üniversitesi’nde sinema eğitimi verdim. Dediğiniz gibi Lüks Otel ile devam etti bu süreç. Lüks Otel biraz da ‘yapabilir miyim?’in denemesi gibiydi ve Altın Portakal’dan üç ödül aldık, şimdi de burdayız.
Gittiler ‘Sair ve Meçhul’, Türkiye’de Süryanice çekilen ilk uzun metraj film olma özelliğini taşıyor. Peki çıkış noktanız neydi?
Aslında ben Güneydoğuluyum. Diyarbakır’da büyüdüm ama daha önce bir Süryani ile tanışmamıştım. TRT’ye çektiğim bir belgesel için Midyat’a gitmiştim. O sırada filmin de ana karakterlerinden biri olan Yuhannus’la tanıştım. Onun yaşadıkları beni çok etkiledi diyebilirim. Yuhannus hasta babasına bakmak için köyde kalıyor ve diğer kardeşi köyden gidiyor. Filmi Mardin’de gösterdiğimizde Yuhannus aynı zamanda ilk kez bir sinemada film izledi, ilk kez rol aldığı bir filmi izlemiş oldu. Bu çok farklı bir duyguydu hepimiz için.
Dil meselesine gelecek olursak; film iki bölümden oluşuyor ve ilk bölümde kullandığımız dil Süryanice. Biraz da belgesel tadında olmasını istedim filmin, çünkü biz bu insanlar hakkında bir şey bilmiyoruz. Azınlık olarak bile görülmüyorlar, ben de birçok şeyi araştırmalarım sonucunda öğrendim. Mesela Süryanilerin büyük çoğunluğu Hindistan’da yaşıyor ve dilleri Hz. İsa’nın kullandığı, İncil’i yazdığı dil. Bunlar çok önemli esasında.
Gitmek ve kalmak arasında bir film gibi filminiz… Midyat ve İsveç’te yapılan çekimler sırasında hikayeyle benzer gözlemleriniz oldu mu?
Oldu tabii ki, bir çok hikayeler de duyduk. Yalnız çok iyi hikayeler olmadığından burada anlatmayayım. Gidenler için de kalanlar için de zor bir durum. Giden için biraz daha farklı tabii. Çünkü gidip de döndüğü zaman daha iyi görünmeye çalışarak kendini saklıyor ama aslında öyle değil. Kalanlar içinse bu kararın yükü var üstlerinde. Mesela yaşlı bir teyzeyle tanıştım. Gitmiş ama kalamamış, sonra geri dönmüş. “Niye döndün teyze?” dedim, “Şu yerdeki keçi bokunu görüyor musun? Tüm Amerika’yı verseler de değişmem” dedi.
Türkiye Sineması yeni bir dil arayaşında diyebilir miyiz? Bu ortak dilse nasıl olmalı sizce?
Sinemamızda bu dili yaratmak için homojen bir ortam olmalı öncelikli. Mesela ben Diyarbakırlıyım ve orada film çekersem Kürt filmi, Süryanileri anlatan Süryanice film çekersem Süryani filmi, rüyalarımı gördüğüm, dilini konuştuğum Türkçe film çeksem İstanbul’da Türk filmi diye ayıracak mıyız? Bu şekilde olmamalı diye düşünüyorum en azından.
Türkiye’de sinema ile izleyici arasındaki ilişkiyi nasıl yorumlarsınız?
Festival filmleri bir noktada ayrı bir yerde duruyor tabii. Yoksa Hollywood tarzı filmlerin bir matematiği var, belli inişler çıkışlar ile izleyiciyi kontrol eden bir sistem o. Yalnız kendi gözlemlerime dayanarak şunu şöyleyebilirim; Adana’daki izleyiciden çok doğal ve etkileyici sorular geldi, İstanbul’da gelmedi mesela bu sorular. Baktığınızda İstanbul’da daha entelektüel bir ortam ve imkanlar var gibi görünebilir ama benzeri soruları duyamayabiliyorsunuz.
Sinemaya bakış açısınız hangi nokta duruyor? İleride de benzer projeler yapmayı planlıyor musunuz?
Sinema benim derdimi en rahat anlatabildiğim yer, görüntüler ve sesler aracılığıyla. İlerisi için de yeni projeler var. Farkındalık yaratan işler yapmak istiyorum. Sinemayı sanat filmi, eğlenceli film ve benzeri kalıplarla daraltmayı doğru bulmuyorum ancak kesinlikle söyleyecek bir sözünüz olmalı.
Filmin fragmanı: vimeo.com/88281906