Günümüze kadar yansıyan sinema perdelerinde, aşk ve duygusal ilişkilerin karmaşıklığına dair birçok farklı film izliyoruz. Bu alandaki karakter analizini en derinlemesine inceleyen yönetmenlerden biri kuşkusuz Bergman’dır. Bergman eserlerinde, uzun uzun diyaloglara ve karakterlerin duygusal zenginliklerinde travmalarına ve iç dünyalarına odaklanır. Bergman, duyguları ve düşünceleri uzun sahneler aracılığıyla izleyiciye yansıtarak izleyiciyi derin bir düşünce yolculuğuna çıkarır.
Duygusal ilişkileri sinema perdesine aktarmayı seven Woody Allen ise insan ilişkilerini ve duygusal karmaşaları, Bergman’ın aksine mizahi bir dille ele alır. Woody Allen, karakterlerin yaşadığı hüznü ve şoku, zaman zaman komik durumlarla dengeleyerek izleyiciye daha hafif bir bakış açısı sunar.
Sinemada karakterlerin en iyi şekilde akılda kalmasını sağlayan şey, olay örgüsünün yanı sıra karakterlerin bu olaylara verdiği tepkilerdir. Karakterler, izleyicinin duygusal bir bağ kurmasını sağlar. Örneğin, The Dark Knight (2008) filmindeki Joker karakteri veya daha eski bir örnek olan A Clockwork Orange (1971)’daki ana karakterler, bu ilkeyi mükemmel bir şekilde yansıtır. İzleyicinin karakterlerle empati yapması ve onların yaşadığı deneyimlere katılması kolaylaşır.
Bu bağlamda, özellikle Stanley Kubrick ve Ingmar Bergman sinemasında, tiyatral sahnelerin ve sanatsal ayrıntıların ustaca birleştirilmesi, izleyiciye keyifli bir sanat deneyimi sunar. Bu yönetmenler, görüntü ve anlamın etkileyici bir birleşimini kullanarak bizi derin düşünceye davet ederler.
Günümüze gelecek olursak, Ira Sachs’ın Passages (2023) filmi, modern aşk, kişisel kimlik ve aynı zamanda sanatın iç içe geçtiği bir post-modern anlatı sunuyor. Ana karakterimiz olan yönetmen Tomas hem işindeki takıntılı tavrı hem de kişisel hayatındaki karmaşıklığıyla film boyunca dikkat çekiyor. Filmde, sanat ve aşk arasındaki ilişki ile Tomas’ın bu iki dünya arasında nasıl bir denge kurmaya çalıştığına dair derin bir gönderme bulunuyor.
Tomas’ın setteki mükemmeliyetçiliği ve egosu, onun sanatıyla olan bağlılığını ve sanatsal vizyonunu yansıtır gibi görünse de aslında bu karakterin özel hayatındaki karmaşıklığına bir ayna tutuyor. Belki de Tomas, kendi yaşamının bir tür performans sanatı olduğunu düşünüyor. Sanat ve gerçeklik arasındaki sınırların bulanıklaştığı bu filmde izleyici kendisini, Tomas’ın gerçek duygularını ve kimliğini anlamak için sürekli bir sorgulama içinde bulunuyor.
Tomas karakteri, aynı zamanda yönetmen Ira Sachs’ın daha geniş bir düzlemde sanat ve aşk arasındaki karmaşıklığı ele alışını da temsil edebilir. Sachs, film aracılığıyla izleyicilere sanatın, duygusal ilişkilerin ve kimliklerin nasıl birbirine karıştığını ve birbirini etkilediğini gösteriyor ve izleyiciye bu karmaşıklığın derinliklerine inme fırsatı sunuyor.
Passages, modern aşk ve kimlik karmaşıklığına odaklanarak, sanatsal bir dille bu konuları sorgulayan bir film olarak ön plana çıkıyor. Aynı zamanda izleyiciye sanatın ve aşkın insan hayatındaki rolünü düşünmeye sevk eden bir post-modern anlatı sunuyor.
AŞK ÜÇGENİNİN ORTASINDA
Passages, iki erkek ve bir kadın arasındaki aşk üçgenini konu alırken merkezine yüksek egolu, bencil ve çevresindekilere zarar veren bir yönetmen olan Tomas’ı yerleştiriyor. Öncelikle, ana karakterimiz Tomas’ı tanıttık, onun yüksek egosuna ve bencil kişiliğine odaklandık. Ardından, Tomas’ın ilişkilerindeki terk edilme korkusuna işaret ettik. Ancak filmde bu karakterin bu şekilde olmasının nedenlerine değinilmediğini belirttik. Şimdi ise aşk üçgenindeki ikinci karakterimize geçelim. Aşk üçgeninin sağında duran ikinci karakterimiz Agathe, filmin sanatsal açısından önemli bir rol oynamaktadır. Ortamda sıkılmış bir şekilde görünmesine rağmen, izleyiciye hikâyenin iç yüzünü açmaktadır. Bu karakter erkek arkadaşından ayrılma kararı alırken izleyiciye derin bir iç çatışmanın ve dönüşümün izlerini sunar. Onun terk etme kararı, kendi özgürlüğünü ve kimliğini yeniden bulma yolculuğunun başlangıcıdır.
Agathe, filmdeki duygusal yoğunluğu artırmak ve izleyiciye karakterlerin iç dünyalarını daha derinlemesine anlama fırsatı sunuyor. Aynı zamanda onun hikâyesi, Tomas’ın egolu ve bencil tavırlarının yanı sıra aşk üçgeninin karmaşıklığını vurgulayan bir kontrast oluşturur.
Bu karakterler arasındaki etkileşim, filmi zenginleştirir ve izleyicileri karmaşık insan ilişkilerine ve duygusal gelişimlere odaklanmaya teşvik eder. İkinci karakterimizin içsel yolculuğu ve kararları aşk üçgeninin dinamiklerine önemli bir katkı sağlar ve filmi daha dokunaklı kılar.
Bir sahnede karakterlerimiz kendilerini eğlence mekânında bulurlar, yönetmen ise bu anı derinlemesine incelemeye başlar. Tomas, erkek arkadaşıyla aralarında kaçınılmaz bir sorun olduğunu hissetmektedir. Mekânı terk ederken tam da bu sırada Agathe ile rastlaşırlar. Bu karşılaşma karakterimizin kimlik karmaşasını tetikler.
Karakterimiz, bu gizemli kadından etkilenmiştir ve bu etkileşim onun için farklı bir duygusal deneyimdir. Tomas, bu duyguyu erkek arkadaşıyla paylaşmak ister. Belki de bu yeni duyguyla baş etmeyi denemek istemektedir.
DEĞİŞMEYEN İNSAN DOĞASI
Karakterimiz kimlik karmaşası içinde savrulmaya başlar ve bu karmaşa onun üstlenmesi gereken sorumluluklarla daha da derinleşir. Erkek arkadaşının hayatına başka birinin girmesi, ilişkilerinin dinamiklerini değiştirir ve karakterimiz, aslında soğuduğunu düşündüğü sevgilisini yeniden arzulamaya başlar.
Belki de elimizde olmayan ve ulaşamayacağımız şeyleri arzulamak insan doğasının bir parçasıdır. Tomas, Martin ve Agathe post-modern bir aşk hikâyesi çizmek yerine tıpkı geçmişte yaşanan zorluklar, ilişki çıkmazları ve kalp kırıklıkları gibi modern ilişkilerin de benzer zorluklarla dolu olduğunu gösterir. Aşkın evrenselliği ve insanların duygusal karmaşaları, zamanın değişmesine rağmen aynı kalır. Aşk, her dönemde etkileyici bir hikâye olmayı sürdürür.
Tomas, kıskançlıkla birlikte kız arkadaşına âşık olduğunu söyler ancak kızın bu ifadeyi sadece işine geldiğinde kullandığını düşünmesi endişe verici bir gerçeği yansıtır. Kafası karışık olan karakterimiz, Martin’le olan evlerini taşımak için bir hafta beklemeyi teklif eder ancak bu süre film içinde gerçekten anlamlı bir konuyu yansıtmaz; sadece insanların işleri ertelemeye eğilimli olduğunu gösterir.
Agathe’yle yaşadığı sevişme sahnesi karakterin içsel dönüşümünü ve çatışmasını yansıtan ilginç bir anıdır. Başlangıçta yaşadığı cinsellik duygusu ile daha sonradan Agathe’ye kendi bedeninden bağımsız bir şekilde mastürbasyon yapar, zevki kendi içinde yaşar. Bu, karakterin cinsiyeti ne olursa olsun yaşamak istediği duyguyu vurgular. Martin ve Agathe arasında yaşadığı bu çatışma sonunda Agathe’nin hamile kalmasıyla daha da derinleşir. Karakter, “İki erkek çocuk sahibi olamaz, aile kuramaz.” gibi toplumsal normlara karşı duran bir cümle kullanır ancak bu cümle aslında cinsel yönelimleriyle ilgili daha geniş bir sorunu yansıtır.
“Aile kurmak ve sevmek, cinsiyetten çok daha fazlasını içerir. Cinsel tercihlerimize bakılmaksızın bir aile olabiliriz. Hep bir aile kurmayı istedik, değil mi? Şimdi, bu aşkı ve bağlılığı cinsiyetin ötesine taşıma şansımız vardır.”
Bu ifadeler, karakterin içsel dönüşümünü ve toplumsal beklentilere meydan okuma çabasını yansıtır. Film, karakterin bu zorluğun üstesinden gelirken yaşadığı duygusal yolculuğu ve kendini kabul etme sürecini vurgulayarak izleyicilere evrensel bir mesaj sunar.
Karakterimizin içinde bulunduğu çatışma, birçok insanın karşılaştığı temel bir sorunu yansıtıyor: kendi kişisel istekleri ve toplumsal beklentiler arasındaki çatışma. Tomas, kendi arzularının ve hazzının peşinde olduğu anların tadını çıkarırken Martin’i sadece kendi hedeflerinin bir parçası olarak görüyor. Ancak bu yaklaşım, her iki tarafın ihtiyaçlarını ve duygusal bağlarını göz ardı ettiği bir yol açıyor.
Tomas’ın temel sorunu, kendi dünyasının merkezinde olduğuna inanması ve Martin’i ayrı bir birey olarak kabul etmeyi unutmasıdır. İlerleyen zamanlarda bu durum ilişkilerinin temelini sarstığında sorunlar baş göstermeye başlar. Tomas, eski ilişkisinin onun için güvenli bir liman olduğuna inanarak bu ilişkiye geri dönmeye çalışır. Ancak bu geri dönüş sadece onun kendi ihtiyaçlarını karşılamak için yapılıyormuş gibi görünür.
Martin’in kendi bağımsız yaşamına ve özgürlüğüne sahip olduğu gerçeğini kabullenmek yerine Tomas onun alanına müdahale etmeye çalışır. Martin’in kendi özgürlüğünü ve ayrı bir yaşamı olduğunu anlaması gerekmektedir.
Karakterimiz, hikâyenin ilerleyen bölümlerinde kendini bir kimlik bunalımının içinde kaybeder. İlk başta ne istediğini bilemeyen bir karakter olarak tasvir edilir ve bu belirsizlik ilişkilerinde ve duygusal kararlarında sürekli bir dalgalanmaya yol açar.
Agathe’nin ailesiyle iyi bir buluşma yapamadığında, karakterimiz sevgilisinin aslında başka biri olduğunu fark eder. Bu noktada karakterimiz kendini tamamen bir kimlik bunalımının içinde kaybeder. Hikâyenin sonunda herkesin mutlu bir aile tablosu beklediği üçlü buluşma, aksine ayrılığa yol açar. Bu noktada karakterimizin hangi duyguların etkisi altında olduğu ve neden bu kararları aldığı sorgulanır.
Martin, erkek arkadaşıyla Venedik’e gitmeden önce Agathe’ye hediye vermek isterken Agathe’nin kürtaj yaptırdığını öğrenmesi üzerine Tomas’ı terk etme kararı alır. Böylece Tomas’ın içindeki kararsızlık ve kimlik bunalımı daha da artar. Sonunda karakterimiz ne istediğine karar verememenin sonucu olarak kız arkadaşını, bebeğini ve erkek arkadaşını kaybeder. Bu durum, bir yandan bencillik gibi görünebilir ancak aslında karakterin kimlik bunalımı, kararsızlık ve duygusal karmaşasıyla daha fazla ilişkilendirilebilir.
Hikâye, insanların duygusal karmaşalarını ve kararsızlıklarını ele alırken aynı zamanda bencillik gibi duygusal zorluklara da dikkat çeker. Karakterlerimizin duygusal tepkileri ve ilişki kararları, Gaspar Noé tarafından yönetilen Love (2015) gibi diğer filmlerdeki daha öfkeli ve patlayıcı sahnelerden ziyade daha sakin ve içsel bir şekilde ele alınır. İki tarafın da ilişkiyi reddetmesi karakterimizin kendini bir boşlukta kaybolmuş hissetmesine yol açar.
Passages, insanların kendi duygusal çatışmaları ve belirsizlikleriyle başa çıkmalarının karmaşıklığını ve zorluğunu vurgular. İnsanlığın ne istediğini belirlemekte yaşadığı güçlüklerin sonucunda karakterimiz her şeyi kaybetmenin acısını yaşar.
SİNEMATOGRAFİ VE KOSTÜM
Sinematografi ve kostüm, bir filmde karakter gelişimi, iç çatışmaların ifadesi ve tema ile bütünleşerek önemli bir rol oynar. Bu, özellikle Passages filminde gözlemlenen bazı dikkate değer özelliklerle birleştiğinde daha belirgin hâle gelir. Tıpkı A Fantastic Woman (2017) filminde olduğu gibi kimlik geçişlerini ve kararsızlığı yer yer tabiri caizse bir erkek gibi giyinerek yer yer de içindeki naifliği ortaya çıkaran kostümlerle görürüz.
Kostüm tasarımı, karakterlerin içsel değişimlerini ve kimliklerini ifade etmede güçlü bir araçtır. Filmde karakterin cinsel kimlik geçişleri ve içsel kararsızlıkları, kostüm değişiklikleri aracılığıyla gösterilir. Örneğin, karakter bazen erkeksi bir tarzla giyinirken diğer zamanlarda daha naif ve kadınsı bir tarza bürünür. Bu durum, karakterin duygusal evrimini seyirciye yansıtarak karakter gelişimini destekler.
Sinematografi ise filmdeki hikâyenin anlatımını güçlendiren bir diğer önemli unsurdur. Passages, seyirciyi hikâyenin içine çeken ve onları olayların gerçek zamanında gibi hissettiren bir atmosfer yaratır. Cesur yatak sahneleri ve oyuncuların performansları, filmi daha etkileyici ve akıcı kılar. Film, sadece bir saat otuz dakika sürmesine rağmen, izleyicileri olayların içine sürükler.
Ayrıca, Passages filmi heteroseksüel ilişkilerin sıkça ele alındığı temaları taze bir bakış açısıyla ele alır. LGBTİ+ karakterlerin pozitif bir şekilde sunulması, filmin çağın ruhuna uygun bir şekilde farklı bir portre çizdiğini gösterir. Bu durum, filmi sadece bir eğlence aracı olmanın ötesinde, toplumsal ve kültürel bir açıdan da değerli kılar.
Sonuç olarak, sinematografisi, kostüm tasarımı, karakter gelişimi ve temalarıyla film sanatsal açıdan zengin bir deneyim sunar. Bu unsurlar bir araya geldiğinde film, izleyiciye unutulmaz bir hikâye sunar ve çağın toplumsal dinamiklerine duyarlı bir şekilde yaklaşır.