Rumaan Alam’ın aynı isimli kitabından uyarlanan Leave the World Behind (2023), çocukları Rose ve Archie ile lüks kiralık bir evde birlikte tatil için yolculuğa çıkan Amanda (Julia Roberts) ve Clay (Ethan Hawke) çiftini odağına alır. Çiftin evden uzaklaşma hayaliyle çıktıkları bu tatil pek de planladıkları gibi ilerlemez. Önce sahile bir kargo gemisi yanaşır. Sonrasında evin sahibi Scott (Mahershala Ali) şehirde olup biten bir dizi tuhaf olaydan kaçmak için kızı Ruth ile birlikte geri döner. Tüm şehirde elektrikler kesilmiştir. Bu iki aile, etraflarındaki dünya garip bir hale bürünmeye başlarken hayatta kalmanın yollarını bulmaya çalışır ve bu amaç uğruna bir araya gelmek zorunda kalırlar.
Sam Esmail, Mr. Robot’da (2015) olduğu gibi burada da toplumların kırılganlığını ve teknolojilerin onları çökertme konusundaki karanlık gücünü araştırır. İnternet, navigasyon, iletişim kanalları ve soru sorulabilecek arama motorları olmadan karakterler kendilerini korunmasız ve savunmasız hissederler. Ancak bu sadece çatışmanın arka planıdır. Çünkü bu durumda yönetmenin yaklaşımı daha güçlü bir şekilde soruna doğru yönelir. Bu yönelim, insanların birbirine olan nefretinin, yolun sonunda sebep olacağı yıkıma dair izleri ortaya koyar.
Leave the World Behind’in ilk dakikaları sakin geçmesine rağmen yönetmen Sam Esmail müziklerle, kasvetli sahnelemelerle ve bazı anlatı kırıntılarıyla gerilimi daha başlangıçta açıkça ortaya koyar. Fakat anlatı kıyamet temasının karamsarlığına boğulmaz. Sam Esmail ana karakterlerine eklediği nüanslarla senaryoya oldukça insani bir hava katar. Karakterlerin empatik bakış açıları ve kriz zamanlarında “doğru olanı yapma” kaygısı, küçük olaylarla dolu kâbusvari hikâyeye ilginç bir boyut kazandırır. Esmail sınıfçılığa ve ırkçılığa dair bir parantez açsa da bu konuda kesin yargılardan kaçınır. Zor durumda kaldıklarında ortak amaç dahilinde birbirilerine karşı önyargılı iki ailenin nasıl ilişki kurduğuyla daha çok ilgilenir.
Tüm bunları içinde barındıran bir hikâye kulağa bunaltıcı ve hatta yorucu gelebilir. Ancak Esmail’in dokunuşları anlatıyı akıcı hale getirir ve parçaların birbirine bağlanmasını sağlar. İster kumsala yaklaşan bir tekne olsun, ister son hızla yola çarpan araba ya da dalış yapan bir uçak olsun, Esmail en etkileyici sahneleri, onlardan en iyi şekilde yararlanmak ve olup bitenlerin boyutunu netleştirmek için kontrollü bir şekilde yönetir. Bu anların yoğunluğunu artırmanın yanı sıra, Lisa Lassek’in kurgusu neredeyse hipnotik bir ritmi, hassas bir dengede tutar. Ama çeşitli karakterler arasındaki stresli sahneler çılgınca kesildiğinde, yer yer izleyici için yorucu bir hale gelen sekanslara da yol açtığı görülebilir.
Leave the World Behind, tüm bu kıyamet benzeri fikir ve kavramları ortaya çıkarabilmek için şaşaalı bir oyuncu kadrosuna sahip. Julia Roberts’ın can verdiği Amanda güvensizdir, her zaman kaşlarını çatar ve her durumda kavga etmeye hazırdır. İnsanlara karşı genelde ön yargılı ve hayata karşı pek de umutlu değildir. Ethan Hawke, iyimser, sabırlı ve biraz da işe yaramaz bir aile babasını hayata geçirmek için gerekli mimikleri ustaca kullanır. Ve her zamanki gibi Mahershala Ali izleyiciye zarafeti, kırılganlığı, çekiciliği ve gizemi birleştiren Hitchcock tarzı bir çalışmayla dönemin en iyi aktörlerinden biri olduğunu hatırlatır. Dış görünüşü sakin dursa da Ali, gözlerini kullanarak içindekileri, karakterin hissettiği korkuyu bütünüyle izleyiciye aktarır.
Filmin dinamik bir görsel-işitsel dili, bazı noktalarda fazla gösterişli olması sebebiyle sinir bozucu gelebilir. Fakat öte yandan, çarpık açıların ve uzun süreli hareketlerin kullanılması gibi teknikler, bir durumun açığa çıkmasından önce gerilimin iyice birikmesine olanak tanır. Mac Quayle’ın prodüksiyon sırasında oluşturduğu orijinal müzik, beklentilere şekil verir ve bize sürekli olarak çok tuhaf bir şeylerin döndüğünü hatırlatır.
Leave the World Behind, bazı soru işaretleri barındırıyor olmasına ve birden fazla klişe izleyiciyi hikâyenin dışına çıkarmanın eşiklerinde geziyor olsa da içinde yaşadığımız hastalıklı dünyanın umutsuzluğunu yakalamaktan çekinmeyen, akıcı bir yapım. Eski tarz gişe rekorları kıran bir filmin heyecanını teknolojik bağımlılık ve bölünmeye dair modern bir söylemle birleştirmeyi başarabiliyor. Esmail, yalnızca filmin “felaket” unsurlarından gösteri yaratmakla ilgilenmiyor, aynı zamanda bunların karakterlerini ve farklı bireyler arasındaki ilişkileri psikolojik olarak nasıl etkilediğini de araştırıyor.