Loving Vincent (2017), ünlü ressam Vincent Van Gogh’un hayatının son yıllarının gizemine odaklanan bir animasyon biopic filmidir. Kurmaca ve belgeselin arasındaki yer yer incelen çizgiye de atıfta bulunarak Loving Vincent filmi özellikle gerçeklik ve doğruluk kavramlarını bünyesinde barındırış biçimi açısından hayli ilginçtir.
Filmle ilgili herhangi bir detaya inmeden önce, Loving Vincent dünyanın dört bir yanındaki ressamların yaratım sürecine dahil olduğu bir filmdir: Van Gogh’un hayatı altmış beş bin tane kendi stilini yansıtacak yağlı boya resimleri üzerinden seyirci ile buluşturulmuştur. Bu özgün yaklaşım ise filmin gerçekliğe stilistik olarak nasıl yaklaştığı hakkında bize bilgi vermektedir. İlk bakışta film, sinematografik olarak kendi öznesini onun objeleri aracılığıyla anlatıyormuş gibi düşünülebilir. Van Gogh, refleksif bir mod ile kendi resimleri ile resmedilmiş gibi. Fakat filmi bu şekilde yorumlarsak film çalışmalarında üzerinde çokça durulan bir konuyu atlamış oluruz: Temsiller. Bu altmış beş bin yağlı boya resimleri Van Gogh’un hayatını yansıtsa bile kendisi tarafından yaratılmamıştır. Zira bu noktada resimler Van Gogh’un resimlerinin bir temsilidir.Konuyu daha da irdeleyerek filmin türüne genişletirsek aslında sinemanın biopic filmlerine nasıl yaklaştığı konusunda da bir paralellik gözlemleyebiliriz. Biopic türü topluma mâl olmuş kişilerin hayatlarının tamamını veya sadece bir bölümünü işleyen filmlerdir. Biopic bazen belgesele de yaklaşsa da aslen kurmaca türünün bir ürünüdür ve dolayısıyla işlediği her şey gerçeği yansıtmaz. Belgeselde de gerçekliği yansıtma konusundaki bu tartışmayı zaman zaman yapıyor olsak bile biopic için durum çoğunlukla kurmaca türüne dahil olduğu için daha farklıdır. Loving Vincent da aynı şekilde bir belgesel değil bir biopictir, yani sanatçının bir temsilidir. Her ne kadar Loving Vincent filminin motivasyon kaynağı Van Gogh olsa da -yapım süreci öncesi ve sonrası için- filmin ana anlatı dürtüsü yarı kurmaca bir karakter olan Armand Roulin tarafından işlenmiştir. (Karakterler Van Gogh’un resimlerinden yola çıkılarak resmedilmiş ve hikâyeleri de kendi hayat hikâyesinden yola çıkılarak yazılmıştır. Fakat bazı anlatı dürtülerinin hâlâ tarihsel gerçekliği tamamen yansıtmadığını söylemek yerinde olur.) Bu anlamda Loving Vincent, Van Gogh’un kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektup değildir ancak kendisine adanmış ortak bir çalışmanın ürünü olan bir anıttır.
Filmin sonunda birkaç referans resim de bulunmakta, böylelikle orijinal resim ile birlikte aktörleri ve yeniden resmedilmiş versiyonlarını görmek de mümkün. Bu resimlerin her biri ustalıkla resmedildiğinden dolayı yeniden resmedilmiş versiyonları Van Gogh’un post-empresyonist stili ile ayırt etmek hayli güç. Filmin sinematografisi dışında Loving Vincent kendini belgeselden anlatıyı kurma biçimi ile ayırmaktadır. Belgesel modlarından herhangi biri filmde kullanılmamıştır. Sadece postacının en başta hikâyeyi seslendirecekmiş gibi gözükmesi (tanrısal anlatı) belgeselde de rastlanabilecek bir anlatı biçimidir. Filmin belgesele yaklaştığı diğer iki nokta ise arşiv görüntüleri ve röportajlardır. Öncelikle, film yeniden yapılandırılmış mekânlarda geçmektedir: Paris ve Arles gerçek lokasyonlardır. Armand Roulin’in bu lokasyonun sakinleri ile yaptığı röportajlar ile Van Gogh’un ölümünü ararız Bir bakıma belgeselde de sıkça karşımıza çıkan bir teknik olan yeniden canlandırmadan (reenactment) söz edebiliriz.
Loving Vincent filminin belgesel yerine biopic olarak tanımlanmasındaki en önemli nokta ise filmin kendi anlatısını şekillendirmesidir. Doğruluğu eğlence uğruna bir kenara bırakmasıdır. Kurmaca anlatı elementleri filmin doğruluğunu düşürmekte ve onu bir belgesel olmaktan uzaklaştırmaktadır. Film, Van Gogh’un belgeseli değildir ancak ondan yola çıkılarak çekilmiştir. En bariz olan kurmaca öğe filmin başından sonuna kadar önümüzdedir: Bir neo-noir karakteri misali Van Gogh’un ölümünü araştıran Armand Roulin. İlk olarak ana karakter, filmin motivasyonunu belirlemekte ve anlatıyı şekillendirmektedir. İkinci olarak da film ekibini temsil etmektedir. Onlar da tıpkı Armand Roulin gibi yarı gerçekte ve kurmacada Van Gogh’un ölümünü aramaktadırlar. Filmin beyanı da bu anlamda destekleyicidir: Van Gogh’un intihar etmesi veya bir cinayete kurban gitmesi bir gizem olarak kalacaktır, fakat iki neden de maalesef bizi farklı bir sonuca götürmemektedir. Belgesel bazen kısıtlayıcı sayılabilecek spekülatif konular hakkında bir beyan vermekten kaçınabilir. Fakat bir kurmaca eser aradaki boşlukları doldurmakta daha özgür davranabilir. Her iki türün de kendine has yaratıcılığı ortaya çıkarma metotları bulunsa bile Loving Vincent açıklığa kavuşması şu anda mümkün görünmeyen bir ölüm hakkındaki boşlukları ustaca doldurarak seyirciye de aslında alan açmış oluyor. Film herhangi bir noktada gerçekliği yansıttığın zaten ifade etmiyor fakat yeniden yorumladığı açık. Fikrimce, Loving Vincent filminde biopic filmlerinde sıklıkla söz ettiğimiz herhangi bir etik ihlal bulunmamaktadır. (Filmleri çekmek için kişinin kendisinden, hayatta değilse de mirasçısından/mirasçılarından izin gerekmekte ancak bu izinler tam olsa bile son anda itiraz sebebiyle gösterime girmeyen filmler bile bulunmaktadır. Yani oldukça komplike ve hassas bir süreçten bahsetmekteyiz.) Film herhangi bir şekilde ne Van Gogh’un hayatı ve ne ölümü hakkında net çıkarımlarda bulunmuyor. Aleyhine algılanabilecek bir portre çizme riski yerine ölümü hakkındaki dedikodulardan yola çıkarak kurmaca tarafında ilerleyeceğini belli ediyor. Zaten Van Gogh’un ölümüne dair somut bir kanıt bulunmadığı için biopic türü Loving Vincent filmi için biçilmiş kaftan gibi gözükmektedir.